TEHİYYAT (Teşehhüt)
Tehiyyat gerçekte huzura yani “Allah ile” bulunma bilincine ulaşmak demektir. Şuhud ise huzur demektir. İnsana namazında huzur sahibi ve bilinçli olması emredildi. Huzur ve huzura ulaşmak ve bilinçli olmak ise, bilgi ve ilim olmadıkça geçerli değildir. Dolayısıyla kişinin Hakka dair bilinci ve huzuru O’nu bildiği kadardır. İnsanların ilah hakkındaki görüşleri ve hayalleri başka başkadır. Nefsini bildiği kadar Rabbini bilebilir. Bu nedenle Peygamberlerin bildirdiğine uymak, kendi düşüncesi ile Allah karşısında, Allah ile bulunmasından daha uygundur. Tehiyyatta celal, cemal ve kemal makamı birleşmiştir. Tehiyyatta kulluk, “Allah ile” ilahi hüviyete izafe edilerek Hz. Resul’ e (sav) kemal makamında uyularak gerçekleşebilir. Buda ilim ve irfanı gerektirir. Kulluk Allah’a yapılırsada uygundur. Ancak herkesin Allah inancı kendi düşüncesine göredir. İlahi Hüviyeti Zata yönelik Resul kanalıyla yapılan kulluk kemali oluşturur. Bu nedenle Allah “Ey iman edenler! Peygambere salat ve selam getirin” (ahzab/56) buyurmuştur. Namazda ve başka durumlarda peygambere salat ve selam getirmek Hz. Muhammed’e (sav) gıyabında dua etmektir. “Gıyabında kardeşine dua eden bir kimseye melek bir katıda sana diye dua eder” buyuran Resul bu duaya cevap vermiş olduğunu ifade eder. Bu ise rahmet üzerine rahmettir.
“Ettahiyatû lillahi vesselavatû vettayyibat. Esselamu aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berakatuhu. Esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihin. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu” Mealen:
“Salavat ve tayyibatlar (iyi işler) Allah içindir (Allah’a mahsustur). Ey Peygamber Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve O’nun Pegamberidir”
Tehiyyat Hakkla karşılıklı konuşmadır. “Ettahiyatü” ile yapılan tüm ibadetlerin salavatların ve tüm iyi işler Allah içindir. “Allah için” olmak ise ihlaslı kul olmakla gerçekleşir. Bir kudsi hadisinde Allah şöyle buyurur: “İhlas sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine bir vedia olarak bıraktım”.
İhlaslı kul Allah’la Allah için olduğundan hiçbir fiiline riya karışmaz. Zira bilirki tüm ibadet ve hayırlı işlerin kaynağı Allah’tır. Allah’a mahsustur. Nefsimizdeki tüm tecellilerin kaynağı Allah olduğu için, kaynakta, sahipte O’dur. Nitekim ayeti kerimede;
“Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler nefsinizdendir” (Nisa/79) buyurularak bu gerçekler açıklanmaktadır.
Biz bütün ibadet ve amellerimizi Allah’ın bize emanet olarak verdiği kuvvet ve kudretle, emanet bedenimizle yapmaktayız. Allah bizdeki tecellilerini bir an olsa çekse, bizden hiç bir fiil açığa çıkmaz. Ölü vasfını alırız. Fiilerimizi O’nun kudretiyle açığa çıkarabilmekteyiz. Bu kelamıyla ve Nübüvvet Nuru ile Peygamber Efendimiz bu yolu bize açan Yüce Zattır. Allah’ın rahmeti ve bereketi sayesinde bu nurla bize gerçekler sunulmuştur. “Nübüvvet nuru” ve o nurun batını olan “velayet nuru” ile bizlere ulaşmaktadır. Bunu açıklayan kudsi hadiste şöyle buyrulur:
“Bir kimse Allahü Teala katındaki menzilesini bilmek istiyorsa Yüce Allah’ın kendi yanındaki menzilesini öğrensin. Çünkü Allahu Teala kula vereceği dereceyi kulun kendi nefsinde onun için verdiği derece üzerinden tayin eder”.
Bu hadisi şerifte Hakka izafe edilen nefs Yüce Hakkın Zatıdır. Burada Zata nispetle nefs ikinci mertebede sayılır. Kamil kula izafe edilen nefis ise nübüvvet nurunun kendisidir. Nübüvvet nefsi ve nuru ise velayet nefsi ve nurudur. Buda velayet nefsine göre ikinci mertebede sayılır. Velayet ise nefsin özüdür. Velayet mücerret Zat-ı İlahide ikinci mertebe sayılır. Diğer kulların dereceleri kendi nefs mertebesindedir. Her birey nefsinde Allah’a ait menzilesini ilim ve irfanına göre tayin eder. “Menzile” kelimesinin anlamı, Zatı İlahiye ait arzunun tafsili, yayılışı ve dağılışıdır. Allah’ın nefsin mertebesine göre açılmasıdır. İlahi tecellinin muradı zuhurdan sonra marifetin oluşmasıdır. Bu manaya şu kudsi hadisle işaret etmektedir: “Ben gizli bir hazine idim… Bilinmeyi sevdim…”
Burada “kul” kelimesinden murad ise furkani bir akıldır. Yani her şeyi ayırt etme kabiliyetine sahip olan nefs. Ve bu Zatından hasıl olan ismidir Mevlanın. Kul yüce Hakkı kendine göre bir menzileye yani bir dereceye indirir. Bu derece nübüvvet derecesidir. Burası aynı zamanda bağlantı merkezidir. Resulun nuru ile irtibat merkezidir. Hakkın cem kaynağından nüzul edip tüm varlıklara tecelli ile dağılması demektir. Bu noktadan “beka” makamına çıkış sağlanır.
Bahsedilen “kul” mertebesinde olmayan her birey kulluğunu kendi nefs mertebesindeki dereceden (menzile) Hakk’la irtibatlıdır. Hadisin zahiri anlamında bu zaten oldukça açıktır. Hz. Resul, nübüvvet nefsi ile herkese ayna olmakta, herkesin nefsini velayet nefsi düzeyine taşımak için Kur’anla gerçek hedefi göstermektedir. Tehiyyatta Efendimize sunulan Selam, rahmet ve bereketler nübüvvet nefsi nedeniyledir. Salih kullarda da velayet nefsi bulunduğundan bu onlarada ulaşmakta ve onlar velayet nuruyla O’nun varisi olmaktadırlar.
Allah’ın ilk rahmeti ve bereketi bizleri varlık sahnesine çıkarmasıdır. “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” hadisiyle kaynak Hz. Resul ve O’nun nübüvvet nefsidir. Zati Nefsin aynası ve tecelli ile aynısıdır. Hakikati Muhammedi ile ezeli ve ebedidir. O’nun rahmeti ve bereketi asaleten, varisleri kanalıyla da vekaleten alemlere sirayet etmektedir. O’na yakınlık oranında rahimiyetinden de müminlere sirayet etmektedir.
“Ettehiyatü” miracın doruk noktasıdır. Peygamber Efendimizin miraçta Hakk ile arasında tek perde kaldığında, o perdeyi aralamaya çalıştığında kendisine “Dur! Rabbin namaz kılıyor” hitabı yapılmaktadır. Bu hitapla perde açılmış ve Efendimiz Hakkın ve alemlerin aynası ve tecelli mahalli olduğunu idrak etmiştir. Hakk O’nda bütün esma ve sıfatlarıyla açığa çıkmıştır. Bu idrakle “Beni gören Hakkı görmüştür” buyurarak miraçın hakikatini insanlığa armağan etmiştir.
Efendimiz, Hakkın kendinde tecellide olduğunu, O’nunla tahakkuk ettiğini idrak ederek, bunu tüm müminlere bildirmiştir. Namaz bu nedenle miraçtır. Hakkı müşahede mertebesidir. Nefsi hüviyetinin, ilahi hüviyetin aynası olduğunu bizlere bildirmiştir.
“Nefsinizden peygamber geldi” (Tevbe/128) ayetiyle nefs-i Muhammedi kanalıyla miraç yolu tüm müminlere açık tutulmuş ve namaz miraç hediyesi olarak Efendimizce miraç dönüşü müminlere getirilmiştir. Hakikati Muhammedi ezeli ve ebedidir.
“Biz son gelen ilkleriz” ve “Adem su ve balçık arasında iken ben peygamberdim” buyurarak batıni olarak ilk olduğunu, zuhur olarak en son geldiğini bildirmiştir.
Miraç Hakkla kelam edilip, kişinin kendi hakikatini ve alemlerin hakikatinin idrak edilmesiyle, varlık aleminde Hakk’tan başka bir şey olmadığının müşahede edilmesiyle sonuçlanır. Bu ise Mutlak Tevhiddir. Hak-kul-alem üçlüsünün mertebeler itibariyle tevhid edilmesidir. Bunların Hakkla kaim olan Hakkın farklı mertebelerden zuhurları olduğunun bilincine erişilmesidir. Alemlerde halkın zahir, Hakkın batın olduğunu bilmektir. Hakk, halkta zahir ismiyle açığa çıkmış; Hakk halkın batınında onun ruhu oluşu ile müşahede edilmektedir. Vahdet ve kesreti uluhiyeti Zatta birleştirmektir. Bu oluşumlar ise “La ilahe illallah muhammeden resulullah” tevhidinin açılımlarıdır. Alemlerdeki her şeyin fiili Kur’an, temsili Kur’an ve tafsili Kur’an olduğunu ve bütün her şeyi Allah’ın uluhiyetiyle tasarrufu altında bulundurduğunu müşahede etmektir. Bu nedenle miraç “kelime-i şehadet” ile tamamlanır. Hak-kul-alemler bu tevhid ile bütünleşir, uluhiyeti ve O’nun tafsili müşahede edilmiş olur. Bu ise hakiki şehadettir ki, miracın son hedefi bu şehadetle dünya hayatını Hakkla, Hakk için, Hakk adına sürdürmektir. Bu halk arasına dönüşte Hz. Resul kaynak olduğundan ve şehadetle O tasdik edildiğinde salavat getirmek gerektiğinden, salavatlarla namaz devam eder. Salavatlar tevhidle halk arasına dönüldüğünde Kur’an ve Sünneti Muhammedi üzerine amel edilmesi gerektiğini bildiren duadır. Rahmetin kaynağını göstermektedir.
Hz. Resul (sav) “Beni Rabbım terbiye etti ve güzel terbiye etti” buyurarak, nefisler üzerinde Rab tecellisine dikkati çekmiştir. Kişi nefsine ve Rabbına arif olarak Rabbena duaları ile nefsi Allah’ın tecellilerini talep etmektedir. Bütün “Rab” kaynaklı dualar bu özelliği taşır. Bu dualarla nefs tezkiyesi ve terbiyesi sağlanmış olur. Kişi nefse olacak tecellileri bu duayla talep etmektedir.
“Bana itaat edene itaat ediciyim” buyuran Allah’ta nefse tecellilerini bu dualar üzerine yapıp, nefsi terbiye ve tezkiye edecektir. “Nefsi temizleyen felaha erer (kurtulur)” (Şems/9) ayetinin hükmü gereği, bu temizliği varlığında hisseden kişi selamete ulaşır. Bu selamı alemlerede yaymak üzere selamla namazını bitirir.
Tehiyyat; halkın idrak edildiği Hakka nispet edilen kemal durumuna işarettir. Zira o, Allah’a senadır. Peygambere senadır. Salih kullara senadır. Bu ise kemal makamıdır. O’na uymadan kemale ulaşmak mümkün değildir. Kemal makamı ile halkın hakikatini idrakle hakkı bilmektir. Bu ise nefs tezkiyesinin tamamlanması ile mümkündür. Tezkiye ise zekat hükmüdür. Varlıkta Hakkı müşahedeyi, halkla Hakkı ve Hakkta halkı müşahededir. Halkın zuhurunda Hakkı etkin görmektir. Hakkın Zatını, ilahi hüviyetini bulmaktır. Nefsini bilip, Rabbını bilmektir. Zekat tezkiye hükmüyle Hakkın Samediyet sırlarına vakıf olmaktır. Oruçtada samediyete yönelinir. Oruçta nefs tezkiyesi yöntemidir. Bu durumda Samediyet sırlarıda, eserleride kuldan zuhura çıkmaya başlar. Kulun varlığı silinir gider. Nefsin hakikati idrak edilir. Nefsinde tecelli edenin Hakk olduğu idrak edilir. Bu yolla Samediyet sırrı aşikar olur. Kul her yönden O’na muhtaç olduğunu ve O’nunla kaim ve baki olduğunun şuuruna varır. Kul olana Hakk’la Hakk için zuhurda olduğunu idrak etmek yaraşır.
Tehiyyat Rabba münacat makamıdır. Allah her nefse Rab ismiyle tecelli ederek kişiyi tasarrufu ve ilahlığını içinde tutar. Kişi bu tecelliler ile Rabbını bilir. Kişi nefsindeki Rab tecellilerini artırmak için “Rab ayetleri” ile namazda ve namaz dışında “Rab” ismini bünyesinde bulunduran ayetlerle Hakk’a münacat etmelidir. Bu hususa yardımcı olmak için “Rab ayetleri” kitabın sonuna eklenmiştir.
SIRRI İNSANİYE KASİDESİ
Aslımı bilmek için çok tefekkür eyledim
Nefsimi bilmez idim zattan ilham olmasa
Aynı zatta zatının aynı idim
Zahir olmazdım ebed, aslım kadim olmasa
Hem sıfatın aynı idim ezeli
Zahir olmazdı ilim bende malûm olmasa
Alemü ervahda Rabbıma Allah dedim
Bezmielest hitabına belâ demezdim bende idrak olmasa
Rabbım ile devrü afak seyrini ettim temam
Unsur libasını giymez idim bende ruhu hayvan olmasa
Aslımı bulmak için salâtla emretti hüda
Salâtla emreder miydi bende kulluk olmasa
Mahiyetü salât: Marifetullah bil ey veli
Mahiyeti salât bilinmezdi fedhüvücut fatiha nazil olmasa
Salâti cismani: Riyazattır ey Abit
Salâti cismani bilinmezdi on iki şart olmasa
Salâti ruhani: Miraçtır rüyeti cemal
Salâti ruhani bilinmezdi bende nefsi natıka olmasa
Aşinalık ta ezelde Sıdkı'ya yar olmasa
Bu muhabbet kandan gelir rüyet mukaddema olmasa
Hacı Bekir Sıdkı Visali (ks)
PEYGAMBER'E VUSLAT KASİDESİ
Vardım Medine şehrine Sürdüm yüzümü ravzana
Selâm verdim zatına, Kokladım miski amberi
Ya Resulullah, Ya Resulullah, Ya Resulullah
Seni göresim geldi — Bir canım var yoluna
Kurban edesim geldi
Hasretin nardan beter — Aşkın kalbimi yakar
Görsem rüyada yeter — Nur'un namazda zahir
Veda ettim ruhum seninle Vatana geldim kalbim seninle
Bir an meclisinden ayırma — Nuru cemalinden mahrum bırakma
Cismim burada — Kalbim orada
Dünya arada perde — Derman senden bu derde
Mücavir olayım sana — Mihmanın olayım sana
Elan bekliyorum davetini defnolayım kürbüna
Muhammed kabrinden kalkar — Yüzünü topraktan silker
Ebubekir sağında — Ömer solundan kalkar
Topraktan insanlar biter — Şefaat nurlarını saçar
Fatıma anamız yanından kalkar—Hasan, Hüseyin gömleğin açar
Mahşerde huzurda durur — Kadınlara şefaat yapar
Visali yandı aşkından — Kalmadı senden gayri kalbinde
Emval ve evlât çıktı hayalinden