ALLAHUEKBER (TEKBİR)
Tekbir, Hakkın her şeyden daha büyük ve yüce olduğuna işarettir. Allah’ın zuhuruna ve tecellisine son yoktur. O, her müşahede makamından daha büyük ve yücedir anlamını taşır.
Kişi Allahuekber dediğinde Zatı Ahadiyete yönelmektedir. Gizli hazinedeki yerine ulaşmaktadır. Ahadiyeti Zat makamı, Allah’ın “Ben gizli bir hazineydim” diye belirttiği, henüz hiçbir zuhurun (açığa çıkışın) oluşmadığı mertebedir. Bu mertebeden “Bilinmekliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım)” buyurarak Allah ismi ile hazinesindekileri alemlerde açığa çıkarmasıdır. “Allah” ismi “tüm ilahi isimleri ve sıfatları cami Zat” ismidir. Bu nedenle Allahuekber diyen kişi tüm bu isim ve sıfatlarla birlikte Allah’ın Zatı ile beraberliğini ilan etmektedir. Bu beraberlik ile “Gizli hazine” ye yani Ahadiyeti Zat mertebesine yani hüviyet gaybı mertebesine yönelip teveccüh etmektedir. “Hüviyet gaybı” mertebesi zuhurların ve açığa çıkışların olmadığı mertebedir bu mertebeden sonra “bilinmesi için” Allah ismi ile hüviyetini alemlerde zuhura çıkarmasıdır.
Namaza “Allahuekber” ile giren kişi, Allah’ın zuhuru olarak, Allah’ın batını olan hüviyet gaybı mertebesine yönelmektedir. Yani zahirden batına doğru yolculuğuna başlamaktadır. Namazdaki kişi “Allah’ın zuhur mahalli” olarak kendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini Hakk’ın nurunda eriterek gizli hazinede mevcut olduğunu ilan etmektedir. Bu bulunuşunun Allah ile, Allah aracılığıyla gerçekleştiğinin bilincindedir. “Bilinmekliliğini seven Allah’ın” tecelli mahalli olan namazdaki bireyi ilahi Zatını, ilahi sıfatlarını, ilahi isimlerini açığa çıkması için halk ettiğini ilan etmekte ve O’nun tüm bunlardan yüce ve büyük olduğunu alemlere “kul lisanından” Allah kelamıyla bildirmektedir. Kulu bu ilahi vasıflarla donatmasının gayesinde “Allah’ın kendisinin bilinmesi” için halk ediliş olduğunun idrakindedir. Bu bilinçle namazdaki kişi gizli hazineden yani Ahadiyeti Zat mertebesinden tüm taayyün (açığa çıkış) ve tecelli mertebelerinden geçerek şehadet aleminde “Allah’ı bilmek için” yaratıldığını anlayacaktır. Bu amaçla namaza başlamaktır.
Kişi hangi nefs mertebesinde bulunuyorsa o mertebeden Hakkı temsil etme potansiyeli ile namaza başlamaktadır. Namazdaki eğitimi “O’nu bilmeye” yönelik “O’nun vekili ve halifesi” olarak O’nu O’na kendi nefs mertebesinden sunmasıdır. Bu eğitimi ve vekilliği sağlayan “Allah” ismi camisidir. Allah isminin tecellisi altında namaza girmekte ve Allah’la olmaktadır.
Kişi Allahuekber dediğinde Allah’ın Zatına yönelirken, O’nun uluhiyet tecellisi içine girmektedir. Namaz Allah’ın uluhiyetini (ilahlığını) kula gösterdiği ve kulu eğittiği tevhid eğitimidir. “La ilahe illallah” hakikatinin fiil olarak yaşanmasıdır. Allah ismi camisi altında O’nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellisine muhatap olmakta ve bunları taşımaya istidat kazanmaktadır. Taşıdığı oranda ve tecelliye hakkıyla riayet ettiğinde O’nun vekili ve halifesi olmaktadır. Bu geniş kapsamı ifade eden gerçek ise ellerin “hu” şeklindeki kulağa ve gözle yönlendirilmesidir. Yüz ve gönül (oradaki nefsi natıka) ilahi hüviyetin kişideki, kişinin zatını temsil eden iki yönüdür.
Ayrıca namazdaki kişi tüm varlığını Hakk’a döndürüp O’na teslim ettiğinden, Zatına temsil etmektedir. Namazdaki kişi izafi hüviyeti, ilahi Zati hüviyetin tecellisinde olduğundan ilahi hüviyetin özellikleri ile zuhura çıkmaktadır. Ellerin içindeki sağda 18 (٨ا), solda 81 (ا٨) toplam 99 esma ile hüviyetinde toplanmış olan potansiyel isim ve sıfatları ile Zatıyla beraber olmaktadır. 99 Esma özetle tüm esmaları temsil etmektedir. “99 Esmayı ihsa eden Cennete girer” hadisi ışığında, namaza başlayan kişi dünyada iken Cennete dahil olmaktadır adeta. Tabi kendi nefs mertebesi düzeyinde. Cennet ise Allah’ın kudret sıfatına girmektedir. Yani namaz Allah’ın kudretininde idrak edileceği sahadır. Nefsi natıkası Allah’ın kudret eli altındadır. “Nefsim kudret eli altında olan Allah’a yemin ederim ki…” buyuran Hz. Resul (sav) bir açıdan bu hali anlatmaktadır. Çünkü nefsi natıka Allah’ın Zati, sıfat, ve isimlerinin tecelli mahallidir. Bu tecelliler ifade edilerek “Kalp Rahmanın iki parmağı arasındadır”. Yani ilahi isim ve sıfatlarının, Celal ve Cemal sıfatlarının tecelli mahallidir. Namazda bu şekilde “kudret” altında olan kişinin her zikri Kur’an’dandır. Peygamber Efendimiz (sav): “Benim mucizem Kur’andır” buyurarak namazda “kudret” ve “mucize” yi birleştirmiş olmaktadır. Kişi kudret tecellisi altında Kur’anı okuyarak nefsini “Allah ile” arındırıp (tezkiye), Kur’an-ı natık haline çevirme fırsatını yakalamış olur.
Kişi fiillerini bu tecelliler altında açığa çıkarır. bu nedenle namaz kişiyi fenalıktan ve kötülüklerden alıkoyar. Zira nefs namazda tezkiye (arınma) halindedir. Arınan nefisten çıkan fiillerde güzel olacaktır.
Allah ismindeki “Hu” ilahi hüviyeti temsil eder. Allah ismiyle açığa çıkan tüm alemlerdir. “Hu” ismi tüm bu açığa alemleri bünyesinde bulundurduğu gibi “hüviyet gaybı” dediğimiz henüz açığa çıkmamış tüm vasıflarınıda taşır ilahi Zatın. Burası ilahi Zatın “BEN” olarak kendini belirttiği mertebedir. Açığa çıkmamış yönünü temsil eder. Bu mertebeye “Mutlak Zat”, “Künhü Zat”, “Hüviyet-i Mutlaka”, “Hüviyet Gaybı” isimleride verilir.
Kişi Allahuekber dediğinde “Hu” ile bu mertebeye yönelir. Gizli hazinede bir nokta gibi olan yerini alır. Ekber diyerekte, ilahi Zatın açığa çıkmış her türlü özelliğin üzerinde vasıflarının olduğunu ve açığa çıkmamış vasıflarının olduğunu ilan ederek O’nu tenzih eder. Açığa çıkışıyla da teşbih eder. Yani “Allahuekber” sözüyle O’nu hem tenzih hem teşbih ederek tevhid etmiş olur. Aynı zamanda “Künhü Zatını idrak edemedik” hadisini de bu mertebede idrak etmiş olur.
Hüviyet Gaybı mertebesinin tam manasıyla idrak edilemeyeceğinin bilinciyle, O’nun huzurunda O’nunla “Hu” nun kulu olarak, kul mertebesinde namaza başlar. Bu kul duruşu namazdaki kişinin Allah’ın Zatı, sıfatları, isimleri ve fiilleri ile varolduğunun itirafı ile oluşan bir kul duruşudur. İzafi varlığının tamamiyle Hakkın taayyün (açığa çıkış) ve tecellilerinin sayesinde devam ettiğini itiraf eden bir duruştur. Bu bilişle duruş hem sevgiyi hem saygıyı hemde korkuyu bir arada bulunduran değerli bir duruştur.
Aynı zamanda namazdaki kişi kendi izafi fiil, izafi isim, sıfat ve zatının Allah’ın nefsine olan tecellileri ile açığa çıktığının bilincindedir. Zuhurunun bunlar sayesinde olduğunu anlayarak hüviyetinin hakikatine ulaşır ve “Mutlak Tevhid” ile namaza başlar. Zira “Allahuekber” sözü tam tevhidi içermektedir. Kişi “Allahuekber” kelamıyla Hakk’la halkı tevhid ederek, tevhidle huzurdadır. Bu nedenle namaz tam bir “tevhid eylemi” dir. Zaten her zaman huzurdadır. Hakk her an onu görmekte ve bilmektedir. “Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) hükmü gereği her an, her yerde Hakk zuhurları ile birliktedir.
Ancak namazda bu hususun “özel eğitimini” almaktadır. Bu eğitimle namaz dışındaki hallerinide, Hakk’ın huzurunda Hakk’la geçirebilsin. Bu eğitim bunuda sağlayacaktır. İrfan yolu eğitiminde aldıklarını namazda O’na sunma fırsatınıda kazanacaktır.
Namaz bu açıdan Vahdette-Kesret ve Kesrette Vahdet eğitiminin gerçekleştiği ve uluhiyeti Zatın tevhid edildiği, kişiyi Zata ulaştıran kompleks bir eylemdir. Bu nedenle “namaz müminin miracıdır”. Ancak bu eğitimler ile “lâ ilahe illallah” kelamı manası ve gereği ile idrak edilebilir. “Lâ ilahe illallah, işte Ben O’yum” kudsi hadisi yaşama adapte edilir.
Namazda bir halden bir hale; bir mertebeden diğer mertebeye “Allahuekber” ile geçildiğine dikkat edilecek olursa, hem namazda hemde halk içinde bu sözün manasıyla yaşamanın anlamı dahada önem kazanacaktır.
Allahuekber; Allah ve Hu isminin diğer ilahi isimlerden her birinden alâ, yüce olduğuna işarettir.
Ayrıca Cenab-ı Hakkın Kendisinin Kendisini zikreylemesi, kullarının Hakkı zikreylemesinden büyüktür anlamınıda taşır. Zira kulun zikri Hakkın zikri ile kaimdir. Kim bu şekilde Hakkı zikrederse, bu zikir dolayısıyla kendisine Cenab-ı Hakkın o kimsenin “ayn” ı ve hakikati olduğu keşfen ve zevken olanda, mezkur olanda Cenab-ı Hakktır demektir. Cenab-ı Hakk kendisini başkasının “künhü zatı” olarak bilmesinden ekberdir, alidir demektir. Yani büyüklüğünü yine Kendi bilir. Çünkü gayr yoktur.
Ayrıca Allah ismi cami vasıtasıyla ilahi isimlerin zuhuru ve sureti olan her “izafi hüviyetin” ötesinde hüviyet gaybı olarak ali ve büyüktür demektir. Hüviyet gaybı olarak bilinmekte, idrakten uzaktır. Kendini Kendi bilir. İlahi Hüviyetini Kendi bilir demektir.
“Allahuekber” demek Cenab-ı Hakkın Zatının, bizim nefy ettiğimizden de, ispat eylediğimizden de ali ve azam olduğunu idrak etmektir ve “la ilahe illallah” lafzı tenzihi; teşbihi ve tekbiri öz olarak tahakkuk haline geçirme halidir. Bilki Allahu Tealanın bütün esmai hüsnasının manaları şu dört kelime içindedir. Bunlar “sübhanallah”, “elhamdülillah”, “lâ ilahe illallah” ve “Allahuekber” kelimeleridir.
Allahuekber, ALLAHU-AHAD anlamındadır. Zahir, batın, evvel ve ahir olan ilahi hüviyetin (hüve) tek ve bir vücudu (vahdet-i vücud) temsil ettiğinin ifadesidir. O’ndan başka bir şey yoktur ki, en büyük olsun. İzafi ve itibari olan şeyler için EKBER dir. Yoksa O, ZAT İTİBARİYLE TEK ve BİR, zuhurları ve mertebeleri açısından çoktur. Bu izafi mertebelere göre EKBER; ZATI TEKLİĞİNDE ise AHAD’ dır. “Kulhüvallhuahad” (İhlas/1) ayeti bu tekliği ve “Allahussamed” (İhlas/2) ayeti ise bu teklik (vahdet) içinde mertebelerdeki çokluğun (kesret) O’na olan fakrını ifade etmektedir.
“Allahuekber” lafzı şehadet alemiden (zahir-ahir) gayb alemine (batın-evvel) olan lafzıdır. “Allahuahad” manası ile “zahir, batın, evvel, ahir” itibar ve izafetleri ortadan kalkar. TEK-BİR-ALLAH açığa çıkar. Tevhid oluşur. Tevhid ise izafeleri kaldırmaktır. Bu mana ile “Allahuekber” lafzı ezeli-ebedi kelam olup, dünya ve ahireti içinde bulundurur. Allahuekber ile namazda kişi cennete dahil olur. Cennet hazinelerini nefsine ve alemlere sunar.