KURAN’DAKİ İLİM VE MUHKEM VE MÜTEŞABİH AYET KAVRAMI
Kuran ilmi açısından en önemli konuların başında söz konusu kavramların, yeterli-esaslı-temelli olarak idrak edilmesi gelir. Eğer bu kavramlar aşağıda ifade edeceğimiz şekilde “idrak edilip” “geliştirilse” her insan aleme ve insana ve her mevcuda “KEŞFETMEK İÇİN BAKACAK” ve “Kuran İLMİ” gerçek manada zuhur edecek ve insanoğlu da bu zuhur eden İLİM-KEŞİFLER ile yaşamını ve İNSAN OLMA ŞEREFİNİ en üst düzeyde yaşayıp HAKK’A ŞÜKÜR ve HAMDINI bu suretle taçlandıracaktır. Aşağıdaki ayet Kuran Ayetlerini MUHKEM ve MÜTEŞABİH olarak ifade etmektedir: “Sana bu kitabı indiren O’dur. (Hüve tecellisi ile) Kitabın bir kısım ayetleri muhkem olup bunlar onun esasını teşkil ederler. Diğer kısımlar ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, onun sadece müteşebihleri ile meşgul olurlar. Bundan maksatları, sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek manalarını yalnız ALLAH bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların manalarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksat ve manalarını Allah Teala’ya havale edip “Allah’ın maksadı ne ise biz ona inandık”. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsi Rabbimiz tarafından gönderilmiştir… derler. Bunu ancak kamil ve öz akıl sahipleri düşünebilirler. Ve onlar sözlerini şu duayla bitirirler: “Ey Rabbimiz! Doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi yanlışa saptırma, yüce katından rahmet bağışla. Şüphesiz sonsuz lütuf sahibi olan ancak sensin” (Ali-İmran/7-8).
Ayetin orijinalinde “Hüvellezi” ile yani Zati Nefsi Hüviyetin tenezzülü ve taayyünü ile alemleri ve insan-i hakikati” suretlendiren Hakk’tır. Bu nedenle “Ne var alemde; o var Adem’de” denmiştir. Kısaca; Alemler fiili Kuran (KİTAB), temsili Kuran ve tafsili Kuran-Kitab’dır. Her mevcud ve eşya O’nun (HÜVE) Nefsi Hüviyeti’nin, eşyanın kendi nefs mertebesinden Hakk’ın “kayıtlı”, “sınırlı” ve “özel” bir yüzü (vechi)dir. “Vech kelimesi bir şeyin nefsi, zatı, özel bir temsili, öz yapısı anlamındadır. ÖZETLE; her mevcud, her eşya; zerreden küreye; Hakk’ın kayıtlı ve sınırlı vechi olan HAKK AYETİ’dir. “Ayetin beyyinatin” Apaçık mucize-ayet-delil olup; her şey (almelerin her zerresi=zerreden kasıt keşfedilecek en küçük birim olarak algılanmalıdır)bas bas Hakk’ın “BEN BURADAYIM”, “BENİ bu eşyada sakladım”, “BENİ KEŞFEDİN”, “ARAŞTIRIN-BULUN ve KENDİNİZE ULAŞIN” demektir. Kudsi Hadiste bu ifadeyi şöyle açıklar: “Ey Ademoğlu! Seni kendim için; alemleride Senin için halkettim. Sakın; Kendim için yarattığımı; senin için yarattığım ayarına düşürme”. Hem iltifat ve hem uyarı ve hemde NEFSİN ve Hakk’ın keşfinin yolu açıkça belirtilmektedir.
Ehlullah bu sırrı şöyle ifade etmiştir: “Hep kitab-ı Hakk’tır eşya sandığın, Ol okur kim seyr-i evtan eylemiş”
“Seyri vatan” ehli “miraç-tevhid” ehli olup ayette geçen “ilimde derinleşenlerin” karşılığıdır. Kitab’dan kasıt; Sünnettullah ilmidir. Kitab; Kef=Tüm ilahi ilmi ve Kuranı; TE; Tevhidi, Ba; ise, Nokta ve B sırrı ile açılan Sünnettullah ilmini (ümmül kitab kavramı ile ayette belirtiliyor) kastetmektedir. Bu nedenle Zat-ı Hakk alemleri ve insanı “Zat-ı Nefsi ve İlmi Zat-ı ile kendi NEFSİ hüviyetiyle; hüviyetinde halketmiştir. “Sünnettullah” makalemizde ayrıntılar vardır.
Muhkem ve müteşabih kelimeleri Kuran’da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Şu ayete göre Kuran’ın tamamı MUHKEM’dir. “Elif Lam Ra. Bu kitab öyle bir kitab ki, O’nun ayetleri muhkem kılınmıştır ve sonra hikmet ve habir esmalarıyla ledünni olarak güzelce açıklanmıştır” (Hud/1).
İşte ayetin başındaki “Elif Lam Ra” ayetleri ZATİ AYETLER olup ZATİ Ehlullah (verrasihune) tarafından bilinip SÜnettullah=İlmi-Zat mertebesinde MUHKEM olan ayetlerdir. Ayetlerin tenezzülü ve zuhuru ile müteşabih konumuna indirgenmiş ve bilinmesi için açıklanması gerekmektedir.
“Allah en güzel sözü indirmiştir. O müteşabih bir kitaptır” (Zümer/23) ayetine göre de Kuran’ın tümü müteşabihtir. Bu da Alemlerin halkediliği ve Adem’e isimlerin öğretilmesi ile kıyamete kadar geçecek olan süreyi temsil etmektedir. Yani İlmi Zat mertebesinde (batın=evvel hüviyet) MUHKEM olan her ayetin (her zerrenin); zuhurdan sonra (halkediliş) zahir hüviyet-i nefs itibariyle MÜTEŞABİH oluşudur. Hedef müteşabih’ten zahirden, batına (muhkem) yolculuktur. Ters’ten bakılırsa zahir=muhkem olduğunda batına=müteşabih yolculuk; yeni ilmi (batın-zahir) keşiflerin ve icatların yapılması yoludur. Bir örnek verecek olursa; İNSAN VÜCUDUN’da Karaciğerin gözlemlenmesi, zahirden batına; muhkemden, müteşabihe bir yolculuktur. Daha sonraki aşamada Karaciğerin varlığı muhkem olup; fonksiyonu müteşabih olmuştur. Daha sonraki dönemlerde karaciğer fonksiyonları keşfedildikçe her bir keşif delillendirildikçe; o keşifler muhkem ayet olmuş; yeni keşfedilecek olan bilgilerde müteşabih ayet konumundadır. Her bilgi için bu böyledir. Zira kıyas usulü vardır.
Kısaca keşfedilen zahir ve batın her hakikat-hüküm muhkem ayettir. Keşfedilmey bekleyen her hakikat-hüküm ise müteşabih ayettir. Alemlerdeki her zerre, her eşya, her mevcud bu konumdadır. İşte Ali İmran/7 (baştaki ayet) hem muhkem hem müteşabih ayetlerin iç içe olduğunu vurgulamaktadır. Her insan ilme ve fene “hem zahir hem batın” ayetlerin keşfine davet etmektedir. Bu nedenle Efendimiz “İlim kadın ve erkek her müslümana farzdır” buyurmuş ve Atatürk’te “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir ve fendir” demiştir. Zat-ı Hakk; apaçık ayetlerini alemde ve insanda sergilemiş; insanı “kendini keşfe” davet etmiştir. İnsanlık alemi ise; çıkar ve enaniyet savaşlarıyla “gizli hazine”yi açığa çıkaramamakta; hem kendi nefsine hemde diğer nefislere zulmetmektedir. Bu da söz konusu ayette “müteşabihlere” dalmak olarak, ilimsiz – algı operasyonu – mudil etkisiyle dalalet çukuruna düşmek olarak tanımlanmaktadır.
“Verrasihune” yani Hakikat-i Nefs irfanına (VAV SIRRI) sahip olanlar İlmi ZAT’tan açılanları=muhkem tasdik ederler (Hamd sırrı=teşbih sırrı) açılacak olanları bilirler (ilmi Zattan nefislerine bildirilenler) ve bu yönde halka yol gösterirler. Teşbih’in tenzihe yönelmesi aşamasıdır. Zat-i Hakikat-i Nefs’te ise gizli hazinede olanları, kendilerininde bilmediklerini de tasdik ederek TENZİH yolu ile HAKK’ı TEVHİD ederler. Kendi konusunda her ilim sahibi-erbabı (tıp, matematik, din, fizik, kimya, jeoloji ve diğerleri) bu konumda olabilme konusunda yarışmalıdır. “Hayırlarla yarışın” emrine icat ve keşif ve içtihad yoluyla “yeni ufuklar” da buluşmak üzere “daima ileri” parolasıyla yol alabilmelidir. Bu ayetlere bu gözle bakılır ve “Hakikat-i İnsaniye” temelli demokrasi yoluyla DÜNYA CENNETİ’ni oluşturabilme yeteneği ile donatıldığının farkına varan İNSAN ile DÜNYA HİZMET-KONFOR ve SELAMET YURDU olabilir. “Rabbena Atina fiddünya haseneten ve fil ahreti haseneten ve kına azabennar” ayeti bu sırrı anlatır. Anlayabilen ve yaşayabilene AŞK OLSUN.
İlmi Zat mertebesinde her şey ALLAH’ça bilindiğinden her şey “muhkem”dir. Burası VAHDET makamıdır. Şehadet aleminde “kesret” hakimdir. Her şey Hakk’ça “muhkem” iken; kul için her şey “müteşabih”tir. Keşfedilmeyi bekleyen “AYET”ler vardır. “İLİM FARZ”dır; buyurulması bu nedenledir. Zahirden (muhkem) batına (müteşabih) yolculuk farzdır. “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” ki ahiret (hüvel ahir boyutu) teki “AYETLER”niz çok-bol olsun. Zira “dünyada ama olan; ahirette de amadır”. Bu nedenle Efendimiz “Her ayetin zahiri, batını, haddi ve matla-ı vardır” buyurmuştur. Zira “İlim maluma tabidir” malum bilgiyi çoğaltınız ki, ilminiz artabilsin.
Yukarıdaki hadiste bahsedilen “zahir-batın-hadid-matla” kavramları “hüvel evveli vel ahiri vez zahiri vel batın ve hüve ala külli şeyin alim” (Hadid/3). (O, ilahi hüviyeti-nefsiyle evvel, ahir, zahir, batındır. İlahi hüviyetiyle her şeye alimdir) ayetinin izah edilişidir. İlahi Hüviyet, Nefsini latif kılıp Hakk demiş, Nefsini kesif kılıp Halk demiştir. Hüviyetin zahiri alemler ve zahir insan, batını ise alemlerdeki her mevcudun ve insanın nefsi hakikati olup Efendimizin bunların keşfi için “Allah’ım Bana eşyanın hakikatini göster” duasıyla bizlere “KEŞİF-İCAD” yolunu işaret etmiştir. Evvel ile de MATLAI işaret etmiş ve GİZLİ HAZİNEYİ işaret etmiştir. HADD ile kastedilen, henüz zuhuruda olan ve içinde bulunan zamanda keşfedilen batını hakikatler ile henüz gizli hazinede olup henüz zuhura çıkmamış batını sırlar arasındaki sınır belirtilmiştir. Bunlar ise keşfedilmeyi bekleyen ilahi ayetlerdir. İLAHİ HÜVİYETİ NEFSİ temsil eder. NEFSİNDEKİ İLİM ise İLMİ ZAT mertebesi olup her mevcudun ve her insanın İLMİ ZAT katındaki “İLMİ HAKİKATİ” ayan-ı sabitesidir. Yani alemlerdeki her mevcud-her insan- her zerre Allah’ın AYETİDİR. Kuran, hüviyeti NEFSİN zuhurudur. ZATİ İLMİN harf, kelime ayet, sure vb. ile temsili ve tafsilidir.
Kuran “Cemi esma ve sıfatı CAMİ ZAT”, olup alemler ve İNSAN “FİİLİ KURAN”, “TEMSİLİ KURAN” ve “TAFSİLİ KURAN” dır. Her bir mevcud (ŞEY) kendi nefsi mertebesinde Kuran’ın (ZATİ İLMİN) bir harfi, kelimesi, ayeti, suresidir. AYET kelimesinin seçilmesinin nedeni, AYET kelime anlamının “işaret” “iz” “delil” anlamlarının taşıması nedeniyledir.
“Enfüste ve afakta ayetlerimizi onlara göstereceğiz. O’nun (ennehul HAKK) Hakk olduğu açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?” (Fussilet/53) ayeti ve “Allah gökleri ve yeri Hakk olarak halketti. Şüphesiz bunda müminler için AYETLER vardır.” (Ankebut/44), “Gece ile gündüz, gündüz ile ay O’nun (hüviyeti Zatının) ayetlerindendir. Ne güneşe ne aya secde edin. Eğer O’na (Hüviyeti Zatına) kulluk (ibadet) ediyorsanız onları yaratan Allah’a secde edin” (Fussilet/53), “Sana bu mübarek Kitab‘ı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” SAD/29. İşte ayetler alemdeki ve insandaki ve her mevcuddaki HAKK‘ın İLMİNİN mertebe mertebe temsili ve tafsilidir. Ayetlerin tasdiki O’nun İLMİNİN VE HÜVİYETİ VE ULUHİYETİ VE RUBUBİYETİ ZATININ tasdiki için zahiri ve batını (enfüs ve afak) delillerdir.
Ayetlerin araştırılması, keşfi O’nun uluhiyeti Zatının – İlmi Zatın keşfi için şarttır. Bu nedenle hem zahir, hem batın İLİM FARZDIR. Bu nedenle; İbn-i Abbas Efendimizden rivayetle şöyle buyurmuştur; “Kuran’ın dalları, fenleri, zahir ve batını vardır. Onun acaibi bitmez. Sonuna ulaşılmaz.”
Bu sözü İNSANIN ZAHİR BEDENİ için incelemeye alırsak ki İNSAN ALLAH’IN EN BÜYÜK AYETİDİR. ZAHİR VE BATIN OLARAK: “O, Allah’ın en büyük ayetini gördü” (Necm/18) ayeti kendi hakikatini müşahede eden Efendimizin miracını anlatır. İNSAN BEDENİ’de O’nun zahir ayetidir. ZAHİR BEDENİN, batınına doğru yolculuk yaparsak; batında karaciğer, kalp, mide vb. organ vardır.
Bunlardan karaciğerin batınına yol aldığımızda; hücrelere, hücreleri batınına indiğimizde kromozom, mitokondri, golgi vb organele, onların batınına indirdiğimizde enzimlere, moleküllere… atomlara… foton enerjisine… kuantum fiziğine ve NUR’a ulaşılırız. İşte İNSAN ZAHİRİNİ BATININDA nice batınlar vardır. İşte “batının” “SONUNA ULAŞILMAZ” hükmü bizleri ayetlerin batınlarının keşfine zorlamaktadır. Zira her ayetin zahiri ve batını keşfi zahirde bazı hükümleri değiştirmekte yeni hükümler ve yasalar getirmektedir. “O her an bir tecellidedir” ayeti yürürlüğe girmektedir. Alemlerde elektromanyetik dalgaların, manyetik alanların keşfi ile bugün televizyon radyo-cep telefonu-internet –MR-BT gibi cihazlar devreye girip HAYATIMIZI kökten değiştirmektedir. Örneğin Tıpta 1980’li yıllarda “Kanamalı Mide ülserlerinin” tedavisinde Cerrahi yöntemle midenin o b bölümü alınmaktaydı. Ancak 2000’li yıllarda mide ülseri yapan “Helicobacterpylori” bakterisinin keşfi ile tedavi ilaçla sağlanmıştır. Bu suretle, batındaki bu keşif zahir hükmü (cerrahi müdahaleyi) kaldırmıştır. İşte mana ilimlerdeki (Marifetullah) batının sırların zuhuru ile de zahiri hükümlerde de değişiklik olabilmektedir. Kuranda “Biz daha iyisini veya onun gibisini getirmeden, bir ayeti nesh etme veya unutturmayız” (Bakara/106), “Ya bize bundan başka bir Kuran getir, yahut onu değiştir diyenlere de ki, O’nu kendiliğinden değiştiremem.” (Yunus /15)
Hakk’ın nesh edilen ayetinin değişmesi, eski ilmin yerine Hakk’ın zuhura yeni çıkan ilmin tatbik edilmesidir. Hükümde değil, amelde- fiilde değişiklik söz konusudur. MİDE ayet olup, mide de değişiklik yoktur. Midedeki faaliyetin sağlıklı (AYETİN SELAMETİ) olması için “YENİ BATINI İLMİN” zahir hükümlere tatbik edilmesidir.
Marifetullah batını ilim olduğundan, batını sırların ve hakikatlerin zuhurundan sonra, bu bilgilerin zahire fiil - amel olarak uygulanması “sünnetullah” ve “sünneti Resullah” açısından zorunludur. Zira zahir ve batın bütünlüğü kemaldir. Dinin amacı da HÜR KAMİL İNSAN yetiştirmektir.
Bu anlatılardan dolayı hem zahir hem batın ilim farz olup hem zahir ayetlerin hem batın ayetlerin batını hakikat ve sırlarının keşfi FARZ olup İNSANIN TERAKKİSİ ve VUSLAT için temel şarttır.
Kuranda “zahir ve batın nimet” (Lokman/20), “Zahir ve batın günah” (Enam/120,151) ve “dünyanın zahiri” (Rum/7) ayetleri ve “Allah’ım Bana eşyanın hakikatin göster” hadisi ile; bunların hem zahir hem batın keşfi FARZdır. Şu hadisler bu konu da ufuk açıcıdır: “İlim ikidir: Biri kalpte sabit olan ilimdir ki asıl faydalı olan ilim budur. Diğeri de dilde kalan ilimdir.Bu da Allah ‘ın kullarına karşı delil olarak kullandığı ilimdir.”, “Öyle ilimler vardır ki, gizli hazine gibidir. Onu Allah’a yakinen tanıyan marifet ehli alimler bilir, Onlar bu ilimlerden bahsettiklerinde onu ancak, yüce Allah’tan gafil kimseler inkar eder.”, “İlmiyle amel edene Allah bilmediğini öğretir. İlmine varis kılar.”, “İlim öğrenmek kadın ve erkek her Müslümana farzdır.”
İslam alemini içinde bulunduğu sıkıntının nedeni sadece “zahir” ile kalması ve hatta Kuran ve alemin “zahir” hükümlerini içerdiğinin farkında olmadan, ibadet emirlerinin zahirini alması ve bunun yeterli olabileceği ZANNINDA olmasıdır. Halbuki ZATİ İLİM TEKTİR. Bunlardan birini ve hatta o bir yüzün sadece bir parçası yetinmek ve Hakk’ın diğer yüzlerinin örtmek küfürdür. Küfür, Hakk’ı bütün yüzlerde göremeyip, O’nu bir suretle ve/veya bir “anlayışla” sınırlanmaktır. Kuran bunun şirk olduğunu ve “ TAGUT” a tapmak ve “TAGUT” a ibadet etmek olarak isimlendirerek bizleri “ALLAH” “ULUHİYET” “HÜVİYET” ile ZATINA davet etmektedir. Bunun yolu da Marifetullah olup; Hüviyetini ve Uluhiyetinin tarifini hem yukarıda hem birçok makalede anlattık. Hz. Ali bu konuda: “Her ayetin dört manası vardır: Zahir, batın, had ve matla” buyurmuştur. Zahri-Maddi Ayet Elmayı ele alırsak:
Batınında protein-karbonhidrat-yağ vardır. Zaman içersinde ilmi keşiflerle içlerindeki K, Mg, Fe vb elementler ve C, A, B vitaminleri keşfedilmiş ve bunların insanın zahiri ve batınına faydaları keşfedilmiştir. Son yıllarda keşfedilen “Antioksidanların“ da yararları belirtilmiştir. İşte bunların, bu keşiflerin hepsi Allah’ın tali olarak zuhura çıkmakta ve Rezzak ve Şafi isimlerinin altındaki “yeni yerini” alacaktır. Diğerlerini ve yeni keşifleri de buna göre kıyasla. Zira kıyas onlardan fiili olarak yararlanmamak Hakk’ın ilmini ve en azından o bölümünü yalanlamaktır:
Ayetleri yalanlayanlar için Kuran şöyle buyuruyor: “İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.” (Maide/10), “Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremez” (Enam/21), “Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içerisindeki bir takım sağırlar ve dilsizlerdir” (Enam/39)
Bunlar, Zahir ibadet kalıpları içerisindeki kalıp, batıni ve alemdeki her mevcuddaki HAKKI göremeyenler için de geçerlidir. Efendimiz “ Ben Allah’ın nurundanım, bütün herşey de Benim Nurum’dandır“ buyurup: Allah’da “Allah göklerin ve yerin NURUDUR” (Nur/35) derken “nefsini belirli şartlar-zanni inançlarla kayıtlayanlar” ayetleri yalanlarken, Allah’ın NURUNdan, Muhammedi NURdan uzaklaşıp, onlardaki Hakk’ı ve Muhammedi NUR ‘u da inkar etmiş ve en hafif ifadeyle örterek küfre girmiş demektir.
Batın ilmi bu nedenle mutlak suretle şarttır. Zira o ilim olmadan şirkten kurtulanamaz.
Ayetlerin zahiri, zahir ilmine sahip kimselere açılan zahiri manalardır. Batını ise batını ilme sahip ariflere açtığı manalardır. Haddi zahir ve batın arasındaki zuhur sırrı-mertebesi matlaı ise Zatın hangi mertebeden hangi ismiyle ve sıfatıyla zuhur ettiğimin müşahede edilmesidir. Bu nedenle “O’na (Kuran’a) tahir olanlardan başkası dokunamaz” (Vakıa /79) buyurulmuştur. Zahiren temiz olanlar, zahirine; batınen temiz (Tahir mutatahhir) olanlar batınına, taharet oranına göre haddine ve matlaına ve batınların batınlarına ulaşabilir. Zira Efendimizin; “Kuran’ın acaiplikleri bitmez” ve “Kuran’ın zahiri ve batınından her biri için hakikatine ulaşılacak bir yön vardır.” Buyurması bizleri hem zahir hem batın olarak “ insan-alem-Kuran” üçlüsünün hakikatinin keşfine bizleri davet etmektedir: “İnsan ve Kuran bir batında doğan ikiz kardeştir.”, “Ne var Adem de, o var Alem de”, “Sen kendini küçük bir cürüm mü zannediyorsun, halbuki ALEM-İ EKBER sensin” ifadeleri HAKKIN AYETLERİN’i her mevcudda araştırıp, keşfedip O’nun ve SONSUZ İLMİNİ zuhura çıkarmayı emretmektedir.
İKRA emrinin batını anlamının bir manası da budur. Böylece “Kim bildiği ile amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir.” Hadisi tahakkuk etmiş olur. Bu ayetleri zahir ve batın keşfi bizi HAKKI enfüste ve afakta MÜŞAHEDEYE götürür ki “MATLAI “ dan kasıt budur. Kelime-i Şehadetteki ifade de bu sırrın bir yönüdür. Zahir halkın (mahlukat) Batın Hakk’ın (ZAT) Had (Nefsi Muhammedi) Matla ise (Ahadiyeti Zat) (gizli hazine) olup, TEK NEFİS HÜVİYETİNDE TEVHİD bu dört unsurun birlikteliği ile mümkündür. Bu ise kelime-i tevhid sırrına ermek ve ABDUHU sırrıyla Hakk’a kulluk etmektir.
Zahirle batın, ruhla beden gibidir. İkisi birbirini tamamlar. Ruh olmadan beden hayatta kalamayacağı gibi, şehadet aleminde ruhun zuhuru bedenle olmaktadır. Beden- Ruh ilişkilerin araştırılması Ayetin HADDİ, hepsinin kaynağının ZAT (GİZLİ HAZİNE) olması MATLA hakikatine ulaşmaktır. Bu ise TEVHİD SIRRINA ermektir. Bu ise Hadid/3 te en başta verdiğimiz “O ilahi hüviyetiyle her şeye alimdir” ayetinin tahakkuku olup, ayetleri bu 3 hususla değerlendirebilenlerin marifet ehli, arifbillah alimler olduğunu ifade etmektedir.
Hakk’ın zahir veya batın ayetlerin bir yüzünü veya birkaç yüzünü örten, ondan gaflette kalan veya dalalete düşen ise Hakk’ı bütün yüzlerde TEVHİD etmediğinden şeriatta-hakikatte o kişiye MÜSLÜMAN demez. Zira “ElhamdülillahiRabbilalemin” ayetinin sırrına erememiş demektir. Fatihasız namaz, namazsız miraç, miraçsız tevhid, tevhidsiz islam, islamsız Müslümanlık caiz değildir. Bu hakikate binaen arifibillah Yunus şöyle buyurmuştur:
“Yetmiş iki millete BİR gözle bakmayan Halka müderris olsa, hakikatte asidir.”