İSLAMDA TEBLİĞ-DAVET-İRŞAD-EMR-İBİL MARUF İLE NEHYİ ANİL MÜNKER
Tebliğ kelimesi “belağa, fikirden türemiştir.” Buluğa=ergen=olgun erdi” “Buluğ=olgu ergenlik çağına ulaştı” anlamında Yusuf/22, Nur/59 Enam/152 ve İsra/34 ayetlerinde bu anlamda kullanılmıştır. TEBLİĞ; gerek zaman, gerek yer ve gerekse NİTELİK açısından amaca ulaşak ve sona varmak demektir. Maddi buluğ maddi yaş ile ilgili olayı kanunlarca 18 yaştır. Manevi buluğ, ergenlik HAKİKATİ MUHAMMEDİ mertebesi olup buraya ulaşan veli =kamil insanın batıni manevi yaşıdır. Zahir yaşın önemi yoktur. “Akıl yaşta değil, baştadır” lafzı bu sırrı anlatır. “AKIL, Hak ile batılı ayıran NUR’dur “ buyuran Efendimiz NUR-U MUHAMMEDİ ve Akl-ı MUHAMMEDİ ‘ye ye ulaşan kişileri TEBLİĞ yapabilceğine de işaret etmektedir. Aynı kökten gelen “Belagat“ güzel söz söylemektir. Belagat, bir manayı, kişini durumu-konumuna göre, tam yerinde, düzgün, etkileyici, maksada ve sonuca götürücü şekilde söz söyleme ve karşısındaki kişiye aktarma sanatıdır. Tebliğ Allah’ı vahyi Kuran ve Sünnetin özelliklerini insanlara ulaştırılması demektir. Bunu yapacak olsak kişinin “Hakikat-i Muhammedi” mertebesine Asıl olup MİRAÇ’ını tamamlayarak MUTLAK TEVHİD EHLİ olması gerekirki “Nasa akılları düzeyinde hitap ediniz” hadisi amacına ulaşsın.
“Ey Peygamber: Rabbinden sana indirilerini tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah kafir topluluğu hidayete eriştirmez” (Maide/67). Burdaki “Peygamber vasfı, Efendimize asaleten varislerine “velayet NURU ile vekaleten verilmiştir. Muhammedi Varis, olabilmek içinde NUR-U Muhammedi (Hakikati Muhammedi) mertebesine vasil olmak demektir. MİRAÇ olup miraçta MUTLAK TEVHİD mertebesidir. Bütün peygamberler “ La ilahe illallah hakkatini tebliğ etmişlerdir”.
İRŞAD ta hemen hemen aynı manaya gelir. İnsanları Hakk yola götürmek ve Vuslata ulaştırmak için onlara mertebelerine göre ilim ve irfanı telkin ederek, insanları RÜŞD’e ulaştırmak demektir. Kökeni RÜŞD olup Hakikaten REŞİD ismini temsil ve tafsil eder. Rüsde ermek tıpkı buluğa ermek gibi, manevi olgunluk ile ilgilidir. REŞİD olmak manevi anlamda Hakikati Muhammedi mertebesine vasıl olmak demektir. Buraya ulaşan rüşde ermiş ve MÜRŞİD olup insanları irşad edebilir. Mürşid HUDA makamında, salih-mürid (HADU) Hakk yolcusu makamında insanları kendisi gibi rüşde (manevi olgunluğa) ulaştırma yolunda rehber, öğretmendir. Marifetullah ilmini taliplere mertebelerine göre tahsile vesile olur. Mürşid olabilmek için NURU MUHAMMEDİ taşıcısı-varisi olmak, Hakk’ın halifesi olarak nefsi marziye-safiye mertebesinde olması gerekmektedir.
DAVET; tebliğ ve irşad yolu ile insanları Hakk’a ulaşan yolları göstermektir. “Sizden, hayra davet eden, emr-i bil maruf ve nehy- ani’l münker yapan (iyliği emredip kötülüğü men eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir” (Ali İmran/104).
Emr-i bi’l MARUF; kelimesini sadece “İylliği emreden olarak görmek“ eksik bir mana vermektir. MARUF, ARİF-İRFAN sahibi olmaya gerektirirki; bu da Efendimizin “nefsine ARİF olan Rabbine ARİF olur hadisini bize işaret eder. Ayetin sonunda felaha erenler olarak tanımlanan bu gurup “Nefsini tezkiye eden felaha erer,(Şems/9) ayeti ışığında nefsini şirkten kurtaran ve BİLLAHİ VE HU SIRRI ile Hakk’ı temsil eden ARFİİBİLLAH olmayı gerektirir. Bu ise MUTLAK TEVHİD hakikatine sahip olmak ile mümkündür. Tevhid mutlak iyilik kaynağı olup iyiliğin temelidir. Nehy-i ani’l MÜNKER, deki münker şirki, inkarı ve şirk edeniyle oluşan her türlü kötülük ve fuhşiyatı temsil ve tafsil etmektedir.
Nefsi Tezkiye olmuş Tevhid Ehli Arifler; insanları bu yolla şirkten ve şirkten kaynaklanan kötülük- dalalet-fuhşiyatten, iyilik kaynağı ola TEVHİD SIRRINA insanları davet ederler. Böylece Tebliğ, irşad ve davet yapıp bunların etkili ve faydalı olabilmesi için TEVHİD EHLİ olmak şarttır. Böyle kamiller için ayette şöyle buyuruluyor:
“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; çünkü emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapar ve Allah’a billahi (sırrı) ile iman edersiniz”(Ali İmran/110)
İşte ayette BİLLAHİ kelimesi ile İMAN ve tebliğ- irşad izin ifade edilmektedir. BİLLAHİ VE HU SIRRI ile İMAN eden kamil insanları (Tevhid Ehli) bu tebliği ve irşadı yapabileceği vurgulanmaktadır. Tebliğden sonra şu sırra işaret edilmektedir. “Eğer teslim (Müslüman) olurlarsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirirlerse, artık sana düşen “belağ” tebliğdir” (Ali İmran/20). “Ben gerçekten “Müslümanlardanım” deyip salih amel işleyip Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır” (Fussilet/33).
Ayette “Müslüman” kelimesi önemlidir. Hakiki manada Müslüman, nefsine arif olup, nefis emanetini sahibi olan Allah’a teslim eden (fena) ve billahi sırrı ile (Allah ile) amel eden “tevhid” (güzel söz) ile Hakk’a davet eden kişi kastedilmektedir. Yoksa nefsini terbiye ve tezkiye edemeyenin başkasının nefsi üzerinde tesiri ve gücü olamaz. Bu nedenle “ ARİFİBİLLAH MURŞİD” aramak ve bulmak şarttır. TEVHİD KELİMESİ en güzel söz olup Kuran’da: “ O kullarım ki, onlar sözü dinlerler, sonrada en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleride onlardır.” (Zümer/17-18)
Vaaz, nasihat, öğüt, saf ve samimi (ihlaslı) söz, emir ve yasakları açıklayan ifadeler, tevhid sözü, dua vb.sözün diğer bir kişiye faydalı ve etkili olabilmesi için; söyleyen kişinin söylediklerini yaşaması (onlarla amel etmesi) ve söylenen kişinin buna hazır olması şarttır. Yoksa ölüden ölüye organ nakli gibi olur tutmaz. Ancak kişinin özü-sözü-ameli BİR ise, ARİF TEVHİD EHLİ ise söylediğİ söz söze yüklenen MANA, manaya yüklenen RUH e NUR ile karşıdaki kişiye ulaşır ki, kalbi manen dinler.”Ölülerin dirilmesi, hakikati budur. Diriden ölüye organ nakli gibidir. TUTAR.
Tebliğ ve irşadın yolunu ise Hakk şöyle tanımlıyor: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin dalalet yolunda olanıda hidayete erenide bilendir” (NAHL/125). Ayettende anlayacağı üzere TEBLİĞ-İRŞAD-DAVET yapabilmek HİKMET SAHİBİ olmak gerekir. Hikmet sahibi, ilim-irfan-adalet-hidayet üzere olan ARİFBİLLAH’lardır. Hikmet sahibi, bütün bu özellikleri nerfsinde taşıyan ve bu özellikler ile amel ederek yaşayan ferdlerdir. Bu durumda olmayan kişilerin tebliğ-irşad-davetini SAHTE olduğunu şu ayetle bildirmektedir: “Siz Kitab’ı okuduğunuz (gerçekleri-hakikatleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip, kendinizi (NEFSİNİZİ) unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? “ (BAKARA/44)
Bildiğini nefsinde tatbik edip o bilgiyle amel eden arifibillahlar tebliğ-irşad ile Hakk yola ( TEVHİD MÜŞADESİNE-MİRAÇ) davet edebilirler. Bu sırrı açıklaya hadiste: “Bildiği ile AMEL edene, Allah bilmediği öğretir. İlmine VARİS kılar”. Yeter ve gerek şart= BİLDİĞİ İLE AMEL ETMEK Aksi durumdakileri Kuran “ KİTAP YÜKLÜ EŞEKLER” olarak tanımlıyor. Allah tebliğ ve irşad- davet ile: “Allah kullarını selamet yurduna çağırıyor ve O dilediği kişiyi sıratı müştekime ulaştırır” (Yunus/25).
Selamet yurdu; teslim =müslüman olanların yurdu (Tevhid yolu) doğru yoludur. Bu tebliğ yapanları şöyle tanımlıyor: “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım, diyenden kimin sözü daha güzeldir.”(Fussilet/33)
Tebliğ edici, mürşid, davetçi tıpkı bir: DOKTOR (manevi hastalıkları tedavi), itfaiyecei (ateş ve zulmetten kurtarıcı), cankurtaran (şirk bataklığından kurtarıcı) asker (nefsinin güvenliğini koruyucu), polis (hırsız b. Etkili şeytandan onu koruyucu), hoca, vaiz, hatip, rehber, öğretmen (hidayet ve tevhid yolunu tarif, temsil ve tafsil kabiliyetinde) ve YAŞAM KOÇU (manevi yaşamın her aşamasında yanında rehber) vasfında olmalıdır. Böyle bir REHBER aramak, bulmak, uymak, olmak, yaşamak her insanın manevi gelişimi ve ergenlik (Muhammedi)vasfını kazanıp, NEFSİN HALİFESİ olana kadar eğitim alması dünya ve ahiret saadeti için mutlak surette gereklidir.
TEBLİĞ EDEN-DAVET EDEN MÜRŞİD şu vasıflarla HAKK’A VUSLATA VESİLE olur:
1.Allah Yoluna Hikmetle çağırmak: İlim, irfan, adalet ve hidayet üzere ayet ve hadislerle (kesin delillerle) TEVHİD temelinde gerçek bilgilerle, vicdanlara hitap ederek, zahir ve batın bütünlüğü içinde insanları MİRAÇ’a çağırmak. Nefsine arif olmaya, kendini bilmeye davet.
2.Allah yoluna güzel öğütle çağırmak.
3.En güzel biçimde mücadele etmek. Kişilerin dirençlerini, yanlış inançlarını, kayıtlanmışlıklarını, şüphelerini zahir ve batın ilim ve irfani delillerle yok etmek; yanlışın yerine doğru ve kesin irfanla yola çağırmak
4.Şefkat ve Merhametle Davet Etmek, Zahir Yaşı ne olursa olsun, tebliğ edilen kişi manevi olarak bebek ve çocuk hükmündedir. Bu nedenle o manevi yaşa uygun merhamet, şefkat ve hoşgörü şarttır. “(Ey Muhammed!) Seni Allah’tan bir rahmet ile olarak yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (Ali İmran /159)
5.Yumuşak Söz Söylemek-Muhatabı uygun davranmak. Her insanın hakikatının-Nefsinin- Allah’ın nurunu ve Kuran’ın sırrını taşıdığını bilerek, şu an içinde bulunduğu nefis mertebesi gereği gaflet-dalalette olduğunu bilerek, muhatabı n nefsi mertebesine uygun ifadelerle onu Hakk’a davet etmekten gerekir. Efendimiz bunun için: “İnsanlara akılları düzeyinde hitap ediniz” diyerek açıklamıştır. Ayette de; “Firavun’a gidin. Çünkü, O iyiden iyiye azdı. Ona tatlı dille konuşun. Belki, O aklını başına alır veya korkar” (Taha/43-44)
6. Müjdeleyerek Davet Etmek. İnsana nefsi hakikati bildirmek ve insanın Hakk indindeki değerini belirtmek ve insanlık şerefi ve keremini hatırlatmak en büyük müjdedir.
7.Korkutarak, Sakındırarak ve Uyararak Davet: Kişiye insani şerefi-keremi, nefsi hakkatini ve Hakk indindeki değerini bildirdikten sonra; bu sırrı ve hakikati açığa çıkaramadığı zaman sorumlu olduğunu ve cehennemin bu sorumluluk gereği olduğunu; sorumluluğu yerine getirenlerin ise cennetle (hem dünyada hem ahirette) müjdelendiğini ifade etmek.
İnsana düşen görev; zahirde, zahir ilim için gereken eğitim için nasıl bir “rehber-öğretmen” gerekiyorsa ve kendisi bir meslek sahibi (rüşd) olana kadar nasıl önemli mertebelerden bu rehberler vasıtasıyla geçtiyse; MANEVİ RÜŞD’e ulaşmak için MANEVİ YOLU birlikte yürüyeceği bir REHBER ÖĞRETMEN (Mürşid) araması ve bulmasıdır. Sonra fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olarak; marifetullah ilmini irfani olarak (ilim ve amel) tahsil yoluna girmelidir. Efendimizin “Güzel soru sormak ilmin yarısıdır” hadisince yolda takıldığı hususları rehberine danışmak ve aklındaki çözümlenmemiş sorunları, yanlış fikirleri, kayıtlamışlıkları vb. çözecek adımları atmalıdır. Bu konuda öğretmeniyle MANEVİ RÜŞD’e (TEVHİD SIRRI) ulaşıncaya kadar devam etmelidir. Bu sırra ulaştıracak olan kişi Murşid-i Kamildir. Mürşit-i Kamil; İnsan-ı Kamil olan Mürşid olup, Kemalatı, TEVHİDE SIRRI’nı taşıyan ABDUHU oluşu ve RESULUHU varisi temsili ile irşad eden ferddir. Bu sırrın iki yönü vardır:
1.MUTLAK TEVHİD SIRRINI TAŞIMASI: Hüviyet-Uluhiyet-Rububiyet tevhidi ile Vahdet-i Vücud Şuhudu irfanı ile Hakk’ın tüm taayyün ve tecelli mertebelerini nefsinde cem etmesi (Ahadiyetül Cem) (La ilahe illallah SIRRI)
2.AbduHU ve resuluhu sırrıyla; MUHAMMEDİ-HADİ zuhur olarak peygamber varisi velayet NUR’unun taşıyıcısı ferddir. (Muhammed Resulullah sırrı) Ahadiyeti Kesret. Bu iki özellik “Vahdeti Vücud Şuhudu” olup “Muhammedi Şuhud” mertebesidir. Bu müşahede ise kelime-i şehadetin ( EŞHEDÜ…) ifadesidir.
Mürşid-i Kamil her taayyün ve tecellide, her mevcutta Hakk’ı mertebesinde ve düzeyinde müşahede eder ve mertebenin hakkını, Hakk üzere veren ferddir.
Kudsi Hadiste şöyle buyurulur:
Resulullah (SAV) Efendimiz Allahü Teala’dan naklen anlatıyor;
“Allahü Teala şöyle buyurdu:
-Ey Ademoğlu, hasta oldum; ziyaretime gelmedin.
Ademoğlu sordu:
-Ya Rabbi sen alemlerin Rabbisin... Seni nasıl ziyaret edeyim? Allahü Teala buyurdu.
-Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu.... Ama sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın... Allahü Teala devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın. Ademoğlu sordu:
-Ya Rabbi, seni yemekle nasıl doyurayım ? Sen alemlerin Rabbisin. Allahü Teala anlattı:
-Falanca kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında bulacaktın. Allahü Teala devamla buyurdu:
-Ey Ademoğlu, senden su istedim, ama vermedin. Ademoğlu sordu:
-Ya Rabbi sana nasıl su vereyim? Sen Alemlerin Rabbisin. Allahü Teala anlattı:
Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın... Bunu da mı anlayamadın?”
Bu Kudsi bir Hadisi Şeriftir. Mana kapısını şu şekilde aralayabiliriz:
“Ey Ademoğlu...” şeklinde yapılan hitap ruhadır. Bu ruh ise kalptir. Bilhassa nefsani perde ile perdelenen kalp. Bu kalbe şöyle hitap edilmektedir:
“Ben, belli bir zuhur yerine tecelli ettim. Zuhura geldim orada. Yine belli bir taayyünle de aynı şekilde tecelli ettim; zuhur eyledim. Fakat, bu has zuhurla perdelendim, gizlendim... Özellikle mutlak hakikatimi müşahede edilmeden yana sakladım. Belli bir şekle girmekten ve bir kayda sığmaktan yana kendimi kapadım. Bütün bu işler, bu belli taayyünün özünde oldu. Gel gör ki sen bu taayyünü bilmedin. Ki O mutlak hakikatimin aynıdır.”
Burada “Ya Rabbi, sen alemlerin Rabbısın seni nasıl ziyaret edeyim?” cümlesi bir başka mana taşır. Onu da burada anlatmak icap eder. Şu demektir: “Belli bir surette seni nasıl müşahede edebilirim? Bilhassa keyfiyeti ve şekli olan bir şeyde... Halbuki sen bu gözde görülen alemlerin suretine inhisar etmekten ve belli bir şekil almaktan yana münezzehsin.”
“Bilmiyor musun?... Kelimesi ile başlayan cümleye verilecek mana ise şu şekilde olur: “Sen şöyle bir marifete sahip olmadın mı ki, mutlak varlığım her taayyünde, yani göze gelen her belli şeyde vardır. Sonra taayyün halini her mutlak olan mana taşır. Halbuki sen, anlatıldığı gibi, kendinde bir irfana sahip olmadın. Sonra bilmedin ki, o hasta kulun hakikati Hakikatimin aynıdır. Zira onda zahir olan Benim.” Bu zuhurun belli bir mana şekli şöyle olabilir: İsmin isim verilene nisbeti gibi ki, bu, o hasta kulun ‘Hakikatime’ nisbeti babında bir misaldir, benzetmedir. Kaldi ki, isim, müsemmaya göre ayrı değil, aynıdır.
Yukarıdaki açıklama nazara alınarak, “Bilmiyor musun?” şeklinde gelen cümlenin devamı olan “Eğer onu ziyaret etseydin beni yanında bulacaktın...” cümlesine de bir başka mana vermek icap eder: “Durum yukarıda anlatıdığı gibi olunca, anlayamadın ki Mutlak Varlığım onun izafi varlığında seyrini tamamlamaktadır. Onu zuhura getirmektedir.”
Yukarıda anlatılan manaların tümüne şu Ayeti Kerime işaret etmektedir: “O küfredenlerin amelleri ise çöldeki serap gibidir ki susuz onu su zanneder:” (Nur/39).
Mevzuumuz olan Hadisi Şerifin hepsini burada açıklayamadık. Ama kendisi ile bir kıyas yapılacak kadarını açıkladık. Kaldı ki bir kıyas usulü de vardır. Kalanı da buna göre kıyas eyle.
Hadiste “hasta”nın manevi olarak, şirk, küfür vb. hasta olduğunu gören, hastaya gerekli tebliği ve irşadı yaparak, Hakk’ın zuhur mahalli olarak BİLLAHİ sırrıyla hasta mertebesine tenezzül eder.
Hadiste “yemekle doyurulmak isteyen ilim ve irfan açlığında olan kişilerdir. “Bu merteye” “BİLLAHİ VE HU” sırrıyla tenezzül ile, o ferd Hakkani tebliğ ve irşad ile doyurulur. Hadiste “su isteyen feyz-i ilahi, marifet-i ilahi” ve ”rahmet-i ilahiye” ye muhtaç olan şahsiyeti temsil etmektedir. İşte bu ihtiyaçların karşılaması ile HAKK İLE HÜVİYET BERABERLİĞİ yaşanmış olur.