DÜNYANIN HAKİKATİ=ŞEHADET ALEMİ VE HAKKI MÜŞAHADE
Kudsi Hadiste “BEN gizli hazineydim. Bilinmekliliğimi Sevdim. Halkı yarattım. Ta ki Beni bilsinler. Burada bilinmek lafı “arif” manasında kullanılmış olup bizden istenen HAKK’a ARİF olmaktır.
Halk ise Hakk’tan “zahir” olup ZAHİR ismi ile zatını, sıfatlarını, isimlerini suretler içinde gizlemesi yani batında saklamansıdır. Halk, mahlukların tümünü kapsamına almaktadır.Kaynağı BEN lafıyla Hakk’ın Ahadiyeti Zat’ı olan GİZLİ HAZİNE olup zahiri “ŞEHADET ALEMİ olan DÜNYA’dır”
İnsanın hakikatide mahluk olarak gizli hazinede olup bu “ilmi hakikate” ayan-ı sabite denir. Mahlukatın içindeki her mevcudunda HAKK’ın ilminde bir “İLMİ HAKİKATİ” ve İLMİ PROGRAMI= ayan-ı sabite” mevcuttur. Bu ZAHİR ismi ile DÜNYA ‘da suretlerde “müşahede” edilir. Hakk kendini, “Hüvel evveli vel ahiri vezzahiri ve batın ve hüve ala külli şeyin alim” (Hadid/3) olarak tanımlamaktadır. “Evvel-batın” hali hakk’ın “gizli hazine” olmasıdır. ”Zahir-ahir” oluşu şehadet alemi olan DÜNYA da açığa çıkmasıdır. DÜNYA-halk-Hakk’ın “kesret” hali olup Zatının isim ve sıfatlarının çokluğunun taayyün ve suretlere bürünmesidir. Kesrette, suretlerde zatın, sıfatlarını, isimlerini gizlemesidir. Bu bilgiler ışığında DÜNYANIN HAKİKATİ HAKK’ın hem zatı, hem İLMİ hem isim ve sıfatlarıyla gizli hazinenin zuhurunun müşahedesidir.
Yani AKIL-İRFAN-İLİM olarak bakıldığında DÜNYA, şehadet alemi olup HAKK’ın müşahede edilebileceği ve idrak edilebileceği yegane mekandır: İNSAN İÇİN. Bu basiret-akıl gözüyle dünyaya bakış açısıdır. Ayette şöyle buyuruluyor: “Kim dünyada ama(kör) ise, ahrette de ama (kör) dır. Yol olarak dalalettedir. (edallu)” İSRA/72
İşte bu da “dünya” gaflet ve dalaletle bakış açısı olup- yerilen-eleştirilen-hastalık-eğlence olark bahsedilen dünya anlayışı “GAFLET VE DALALET” içinde hakikatten perdelenerek ŞİRK içinde boğulmaktır. Bu nedenle Hz.Ali Efendimiz; “Cemsiz fark ŞİRK’tir” buyurmuştur. Dünyanın hakikatini idrak için, “Eşyanın Hakikati” ne vakıf olmak gerekir. Şirk, fark olup” kesret” anlayışıyla her şeyi ayrı ayrı, Hak’tan ayrı-farklı görmektir. Tedavisi cem makamına yani TEVHİD’e ulaşmaktır. Bunun yolu da “EŞYANIN HAKİKATİNE” vakıf olmaktır. Makalenin sonunda bu hakikatten bahsedilecektir. GAFLET ve DALALET İLE DÜNYAYI YAŞAMAK ŞİRKTİR. Şirk üç kısımdır:
şirk-i celi (AÇIK ŞİRK) belirli bir maddeye, puta, ilaha, tağuta, eşe, çocuğa makama tapmak.
Şirk-i hafi(gizli şirk): BENLİK VEHMİ ile nefsin hakikatinden gafil olup ENANİYET bataklığında kalman. Bundan kurtuluş yolu nefse arif olmaktır.
Şirk-i ahfa (en gizli şirk): Halkı ve Hakk’ı ayrı görmektir. Kurtuluş tevhid yoludur.
İşte dünyada AMA(KÖR) olanlar bu şirk içinde olan gaflet ve dalalet içindeki kimselerdir.
GAFLET-DALALET-ŞİRK içinde olanlar için DÜNYA şöyle tanımlanmaktadır.
“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki Allah’ın vaadi muhakkak Hak’tır. Sakin dünya hayatı sizi aldatmasın, sakin o aldatıcı şeytan, sizi Allah hakkında da aldatmasın” (Fatır/5)
Dünyanın “imtihan sırrı” oluşu da DÜNYA ‘da gaflet ve dalalet ile ŞİRK üzeremi, yoksa O’nun hakikatine vakıf olarak TEVHİD üzeremi yaşacaksın” imtihanı olup, imtihandan geçenler DÜNYADA HAKKI ve HAKİKATİ(NURU) MÜŞAHADE edenlerdir. Dünyada basiret gözüyle Hakk’ı müşahede edenler, ahrette de O’nu müşahade ederler. Körlükten kurtulurlar. İslamın ilk kuralının da müşahede (Eşhedü…) yani Kelime-i Şehadet olduğu düşünülürse konu daha büyük bir önem kazanır. Tevhid-basiret gözüyle dünyada Hakk’ı müşahede etmeden, kelime-i şehadeti söylersek, kasten olmasada cahilce yalancı şahitlik yapmş oluruz. Bundan kurtulmanın yolu “dünyanın-eşyanın hakikatine vakıf olmaktan geçmektedir. Bu hakikate ulaşan Hz.Ali “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” buyumuştur Allah “Biz gökler ve yeri ve aralarındaki şeyleri boş bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık” (ENBİYA/16-17) ayetiyle “dünyanın hakikatini” anlamaya bizi davet etmektedir.
Bizleri dünya hayatında gaflet ve delaletten şirkten korumak için şöyle uyarmaktadır: “O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın”(Lokman/33)
Gaflet ve dalalet içinde olanlar için dünya hayatı bir oyun ve eğlence gibidir; bunu anlatan ayette: “Bu dünya hayatı, sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurduna gelince ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı”(ANKEBUT/64)
İşte dünyada KÖR lükten kurtulup, ahirette yer edinebilmek için ayette “İLİM” tavsiye edilmektedir. Bu ilim ise tevhid ilmidir. Dünyanın ve eşyanın hakikatine tevhid-basiret nuruyla bakmaktır.
Dünyada KÖR (gaflet-dalalet-şirk) olanlara “ Hayır, siz peşin olanı(dünyayı) seviyorsunuzda, ahreti bırakıyorsunuz” (Kıyamet/20-21) denmektedir. Bu durumda olanlar için Efendimiz: “Dünyalık peşinde koşan kişi, deniz suyu içen insan gibidir, içtikçe susuzluğu artar, sonunda helak olur” buyurmuştur. Ayrıca Efendimiz; “İlmi kemale erdiği halde dünyaya rağbetten (gaflet-dalalet-şirk) uzaklaşmayanın ileri, kendini ancak Allah’tan uzaklaştırır buyurmuştur. Aynı manada Hz. Mevlana:
“Dünya; kadın, mal, mülk, evlat, altın değildir. Dünya Allah’tan gafil olmaktır” buyurmuştur.
İşte bu manada kudsi hadis şöyle diyor, Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Dünya sevgisi her hatanın başıdır.” Burada anlatılan dünya, kulun nefsi yönünden tayin ettiği şeylerdir. Onun benliğidir ve Hakkın zatında yabancı sayılanlara iltifattır. Bunlardan hangisi olursa olsun, bir tanesi dahi müminde olsa, o, dünyayı seven biridir. Zira dünya ALLAH’tan gafil olmaktır. Bu da isbat eder ki “Dünya sevgisi her hatanın başıdır...” Böyle olan bir kimse kendisi için bir ulvi zuhurata sahip olamaz. Keza başkaları için de bir zuhurat sahibi değildir.
Dünya sevgisini hatanın başı oluşu, kişinin benlik vehmi ve BENLİK ŞİRKİ (Enaniyet) ile Allah’tan gafil olması, şirk ile dalalete düşmesidir. Bu manada ehlullah bizi şöyle uyarıyor: “Dünyaya aldanmaktan sakının. Burası geçici yolcu konağıdır. Bugün burada yarın ahiretteyiz”. Dünya da bizi KÖR kılan, gaflet ve dalalet perdesini kaldırıp bizleri ŞİRK bataklığından kurtarıp tevhid-basiret gözüyle Hakk’ı müşahede ettirecek yegane kurtuluş (felah) yolu NEFSE İRFAN ve TEVHİD (MİRAÇ) yoludur. Ehlullah “ Dünyaya kızmak için sebep yok, lakin orada Allah’a isyan edilir, ona kızılması bu yüzdendir” buyurmuştur. İsyanın sebebi ise gaflet-dalalet ve şirktir. Yoksa ehlullah; “Sana lazım olan şeyi istemen, dünya sevgisi sayılmaz” buyurmuştur. Allah’da ayette: “Allah‘ın sana verdiği ŞEY lerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas/77) buyurmaktadır. Ayette ŞEY=EŞYA ile ahireti talep Eşyanın hakikatini müsahede ile mümkündür. Dünya-ahiret dengesini bu hakikat ve tevhid bilgisi üzerine Kuranlar için Efendimiz şöyle buyuruyor: “Dünya ahretin tarlasıdır” Yani dünyandaki her şeyi HAKK’ça ADİL, basiret üzere kullandığında AHİRET için yatırım yapıyorsun demektir.
Kudsi Hadiste: “Ne ekersen onu biçersin” buyurulmaktadır. Gaflet, dalalet ve şirk eken, cehennemi, hakikat-tevhid eken cenneti HAK eder. Bu nedenle HAKK, “Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sende iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) isteme. Allah bozguncuları (müfsid) sevmez. (Kasas/77) buyurmaktadır.
Şehadet alemi dünya Hakk’ın ZAHİR ismiyle açığa çıkmasıdır. Bu alemin bize sunulan kısmı dünyadır. Şehadet aleminde:
“Hazret-i Şehadet” ef’al âleminde,
1. Allah’ın tenezzülü
2. Kûr’ân’ın tenezzülü
3. İnsân-ı Kâmil’in tenezzülü
4. Zâtının tenezzülü
5. Beyt’inin tenezzülü
6. Mânâların tenezzülü
7. Sıfatların tenezzülü
8. Rûh’un tenezzülü
9. Nûr’un tenezzülü
10. Esmâ’ların tenezzülü
11. Meleklerin tenezzülü
12. Nefs’in tenezzülü
13. Mertebelerin tenezzülü
14. Âdem’in tenezzülü
15. Peygamberlerin tenezzülü
16. Kitapların tenezzülü
17. İblis’in tenezzülü
18. Muhabbet’in tenezzülü
19. Lika (buluşmanın) tenezzülü
20. Hakikat-i Muhammed’in tenezzülü vardır.
İşte dünyada bu tenezzülleri ve hakikatleri görmek için tevhid eğitimi almak ve nefse arif olmak gerekir. Eşyanın hakikatine vakıf olmak gerekir. Eşyanın hakikatine vakıf olmak gerekir ki HAKKI MÜŞAHADE gerçekleşsin kelime-i şehadet hakkıyla ve kemal üzere söylensin.
Eşyanın hakikatinin idrak edilebilmesinin gerekliliği Efendimizin “Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster” duasıyla tüm müminlere belirtilmiştir. Hakk, alemlerde tek VÜCUD hakikatiyle seyreder. Tek VÜCUD (VARLIK) mertebelere nüzul ederek her mertebede kendini izhar eder. Eşyanın hakikati bu nedenle “tevhid eğitimi” ile anlaşılabilir. İnsan dahil her eşyanın (mevcud) Allah’ın “Zati İlminde” bir hakikati mevcuddur. Bu hakikat Hakk’ın Zatından Zatına, Zatıyla, Zatça düzenlemesidir. İlmi Zat mertebesindeki bu “ilmi programa” ayan-ı sabite adı verilir. Eşyanın hakikati Zat mertebesinde “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” Zatı nefsin izdüşümüdür. O’nun hüviyetini ve nefsini “sınırlı” ve “kayıtlı” olarak temsil ve tafsil eder. Temsil ve tafsilin özü “ilahi isimler ve sıfatlar”dır. Yani ayan-ı sabite ilahi isim ve sıfatların ilmi düzenlemesidir. Uluhiyeti Zatın bir düzenlemesidir. Zatı Nefsin ve hüviyeti küllü değil, cüzi bir programdır. İsim ve sıfatlar ise Zat’ın aynı ve Zat’ın bir vechesidir. Bu nedenle eşyanın hakikati külli olmasa da cüzi hüviyetin ve nefsin Zat mertebesinde “kayıtlı” ve “sınırlı” temsilidir. Zatın ilk fark mertebesi olup Ferdiyeti Zat adını alır. Yani Zat mertebesinde her mevcud, Allah’ın VÜCUDUYLA VE İLMİYLE MEVCUD’dur. Sıfat mertebesinde eşyanın hakikati yine “kayıtlı” ve “sınırlı” ilahi sıfatların düzenlenmesidir. Zati sıfatların mazharı olan sadece İNSANDIR. Ruhul Azam İNSANA mahsus olup Zati sıfatların mazharı olan insan O’na mazhar olur. Tecelli zamanında ve tecelli oranında mazhar olduğundan “kayıtlı” ve “sınırlı” mazhar kılınmıştır. Nefsindeki bu tecelli oranında nefsinle ve Rabbine arif olur. Kendi nefsinde icmali ve tafsili, alemlerin nefsinin icmali (öz) olarak Rabbini tanıma ile sorumlu tutulmuştur. Zati sıfatlar insanı muhittir. Tam mazhar olabilen ise insan-ı kamillerdir.
Sübuti sıfatların mazharı olan Ruhul Kudüs tüm alemleri muhittir. Hem nefislerde hem afakta Hakk’ı her mevcudda “kayıtlı” ve “sınırlı” olarak temsil ve tafsil ederler. Bu nedenlerle “Allah Adem’i (insanı) Rahman suretinde halketti buyurulmuştur. Zat ve Zati sıfat mertebesinde KENDİ SURETİNDE, sıfat ve isim mertebesinde RAHMAN SURETİNDE halk edilmiştir. Mevcudun temsil ve tafsil ettiği isim ve sıfat oranında hem O’ndan hem de O’dur. Zira isim ve sıfat Zatın aynı olup bir vechesi ve yüzüdür. İsimler mertebesinde de bu nedenle eşyanın hakikati temsil ve tafsil oranında “kayıtlı” ve “sınırlı” mazharlar ve tecelligahlar olarak O’ndan ve temsil ve tafsil oranında O’dur.
Kısaca her mevcud kendi mertebesinde O’ndan olup, tecellli zamanında ve tecelli oranında O’nun hüviyetini ve nefsini temsil ve tafsil eder.
Eşyanın hakikati, hüviyeti ve nefsi itibariyle O, taayyünü ve sureti itibariyle O’ndandır. Buharın, karın, buzun hüviyeti sudur. Taayyünleri itibariyle suretleri farklıdır. Buz ile bulaşık yıkanmaz. Yani şehadet aleminde her taayyün farklı bir hükme ve ilme tabidir. VÜCUD HÜVİYET VE NEFS İTİBARİYLE TEK VE BİR OLUP TAAYYÜN VE SURETLER İTİBARİYLE MERTEBELERİ VE DÜZEYLERİ ÇOKTUR. ÇOKLUĞUN KAYNAĞI İSİM VE SIFATLARIN ÇOKLUĞUDUR. MERTEBELERE RİAYET ŞARTTIR. MERTEBELER ARASI HUKUKU DÜZENLEYEN İLAHİ YASA ŞERİATI MUHAMMEDİDİR. ALLAH, TEK VÜCUD (NEFS) HÜVİYETİYLE, alemlerin her zerresinde; Zatıyla kaim ve batın, vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak uluhiyetini sergileyendir. Eşyanın hakikati bilgisi bizi böyle bir tevhid anlayışına götüren anahtardır. Böyle bir tevhid anlayışı “kamil ve mutlak tevhid”e ulaştırır. Mevcudun (eşyanın) taayyünü ve sureti Zat-ı Hakk’ın “Zahir” ismi ile görünmesidir. “Zahir” ismi de Hakk’ın bir vechi ve yüzüdür. Taayyün ve suret dahi O’dur. Mevcudun (eşyanın) batını ve evveli ise mevcudun nefsidir. Hakk Zati nefsinden bir hisse olarak mevcudun nefsini tecelli mahalli kılarak O’nu kendinin izdüşümü kılmıştır. Batını da O’ndan ve O’dur. Ancak yine “KAYITLI” ve “SINIRLI” kılarak ZAT mertebesindeki bu özelliğini şehadet aleminde de devam ettirmiştir. Kendisi MUTLAK ZAT-I HAKK iddiasında bulunmasından, Zatın tüm mertebelerini kendi nefsinde taşır. Hem Zat, hem sıfat, hem esma, hem nefs mertebesinde Zat-ı Hakk’ın “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” bir taayyün suretidir. Bu nedenle MUTLAK ZAT kastedilmeden, tüm mertebelerde kayıtlı ve sınırlı olduğu bilinciyle ENEL HAKK deme selaheyeti vardır. Ancak MUTLAK ZAT kastedilirse, bu söz batıl olur. “Künhü Zatını idrak edemedik” hadisi bu mertebeyi ifade eder.
Eşya ilahi hüviyetiyle O’ndan ve O’dur. “O ilahi hüviyetiyle zahirdir, batındır, evveldir, ahirdir.” (Hadid/3) İnsan hüviyeti ve nefsi itibariyle zatında tüm bu mertebeleri “kayıtlı” ve “sınırlı” olarak taşımak suretiyle, Hakk ve Rahman suretinde halk edilen en kerim varlıktır. Tam temsil ve tafsil yeteneği ancak “insan-ı kamil”e hastır. Diğerleri kendi kabiliyet ve istidatları oranında O’nun hüviyetini temsil ve tafsil edebilirler.
Her şey (mevcud) esma mertebesinde, ilahi isimlerin sıfat mertebesinde ilahi sıfatların ve Zat mertebesinde nefsi natıkasının “KAYITLANMIŞ” ve “SINIRLANMIŞ” olarak HAKK’ın temsili ve tafsili olup, fiilleri itibariyle O’na tabidir. Müşahede farklılıkları ve kesret isimlerin ve sıfatların çokluğundandır.
Zat-ı İlmi okyanusa benzetecek olursak, bir mevcudun ilmi bu okyanustan alınan bir bölüm suyun buz halidir. Yani kayıtlanmış ve sınırlanmıştır. Zat-ı ilim her şey muhit ve her şeyi kaplamışken, mevcudun ilmi kendi nefsindeki (ilmi çip) ilim kadardır. Örneğin cep telefonunun çipi onu cep telefonu, tevelizyon ilmi çipi onu televizyon, buzdolabının ilmi çipi onu buzdolabı vb. yapar. İlmi çipler ise Zat-ı İlmin kayıtlanmış ve sınırlanmış halleridir. İlim bir sıfat, alim bir isimdir. Her sıfat ve esmayı da bu şekilde kıyaslarsan kendi nefsinin de ve ilmi programın olan ayan-ı sabitenin de “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” Hakk olduğunu idrak edersin. bu vasıflarla kadrini bilirsin fakat MUTLAK ZAT iddiasında bulunarak da haddini aşmazsın. Bu nedenle Hz. Ali (kv): “Kadrini bilene, haddini aşmayana Allah rahmet eylesin” buyurmuşlardır. Böylece tüm eşyanın hakikatini mertebe mertebe idrak eder; hangi yönden Hakk’la aynı hangi yerden Hakk’tan gayri olduğunu idrak edersin. Bu idrak ise seni bilinçli olarak kelime-i tevhide ve şehadete götürerek hakiki müslüman olmanı sağlar.
Eşyanın hakikati olan Zat, sıfat, esmalar İLAHİ NURdur. Eşya (mevcud) bu nedenle hakikatte ALLAH’IN NURunun kesif halidir. Latif hali nur, kesif hali maddedir ve mevcud adını alır. Bu nedenle ayette: “Allah yerin ve göklerin nurudur.” (Nur/35) buyurulmuştur. Allah ismi camisi Zatı ve tüm ilahi isim ve sıfatları toplayıp cem eden Zat ismidir. Alem dediğimiz bu hakikat bir NUR denizi olup nefesi (Nefsi) Rahman tecelllisi ile zuhura çıkmış ve şehadet mertebesinde ilahi isimler ve sıfatlar her mevcudda belirli oranlarda kayıtlı ve sınırlı olarak teşekkül ederek “ZAHİR” ismiyle mevcud (şey) adını almışlardır. “La mevcude illallah” zikri bu manaları açıklar. Bir adım daha öteye gidersek “La şey illa NUR” diyebiliriz. Her şeyin aslı nurdur. Zira ilahi isim ve sıfatlar “İLAHİ NUR”dur. Her biri ayrı ayrı alemi nur kılarlar. Tek zulmet olan ise “Mudill” ismidir. Mudill’den arınmak (tezkiye) bu nedenle gereklidir. İnsanın aslına yani nura ulaşması bu nedenle nefs tezkiyesine bağlıdır. Bir arifibillahın (Zekiye Güren Şamiye (ks)) buyurduğu gibi: Nefsini bilir Hu olursun, Sıfatlarından kurtulur NUR olursun.
“Allah’ım beni nur eyle” diye dua eden Hz. Resul (SAV) bize bu yolu açmıştır.
Özetle; dünyaya gaflet-dalalet-şirk üzere bakarsan KÖR, tevhid ve hakikat-basiret gözüyle bakarsan NUR olur. Bu hakikate ise BİLLAHİ ve Hu Sırrı ile İMAN ve TEVHİD ile ulaşılır. Böylece dünya ve içindeki her şey BİLLAHİ sırrıyla yani ALLAH İLE, ALLAH ‘la beraber; sevilir, yenilir, korkulur sevinilir. ALLAH’la (BİLLAHİ) ALLAH İÇİN (LİLLAHİ) ALLAH’ta (FİLLAHİ) ALLAH yaşanmış olur. Bu ise HAKK’ı Hakkel yakin Müşahededir. Kelime-i Şehadet ile bizden kemal üzere istenen şehadet budur.”Mücahede etmeyen (şirkten kurtulmayan) müşahede bulamaz”
HAKK’ı MÜŞAHEDE YERİ ise İNSAN İÇİN SADECE DÜNYA VE ÇEVRESİ (sema) yani ŞEHADET ALEMİ dir. Bu kesrette Vahdeti Müşahade olup nefse arif olma ve tevhid eğitimi ile HAKKI MÜŞADE gerçekleşebilir.
Bu ise cem ve farkın birlikteliği olup TEVHİD dir. TEVHİD müşahedesidir.
CEM mertebesi; gayb-HAKK-ZAT mertebesi, FARK (KESRET): şehadet-halk-isim-sıfat-fiil mertebesi olup “Hüvellahüllezi la ilahe illa HÜVE Alimul GAYBI ve şehadeti HÜVE rahmannirrahim” (Haşr/23) ayeti bu iki mertebeyi HAKK ve HALK’ı birleştiren HÜVİYET TEVHİDİNİ ifade etmektedir. Hakk’la (vahdet) Halk’ı (Kesret); Halk’la Hakk’ı müşahede etmek MUHAMMEDİ ŞUHUD olup “EŞHEDÜ…” sırrını ifade eder.