HAKKIN EZELİYETİ VE EBEDİYETİ-AN-I DAİM SIRRI
Hakk’ın sağlıklı bilinebilmesi için “ezel-ebed” ve “zaman” kavramlarının iyi bilinmesi gerekir. Bu kavramlar bilinemezse “ kaza ve kader “ ve “taayyün ve hakikat” gerçekleri bilinemez. Ortak bir dilde buluşulamaz. EZEL VE EBED zamanın ve mekanın olmamasıdır. Yani Hakk “lamekan” ve “lazaman” dır. Bu özellikleri ile ezeli ve ebedidir. Ezel ve Ebed’i bir “nokta” da toplamıştır. Besmelenin “Ba” sının altındaki NOKTA lamekan-lazaman EZEL-EBED NOKTAsıdır. Geçmiş, şu an, hal ve gelecek bu noktada dürülüdür. DAİM AN denilen bu noktaya tasavvufta AN-I DAİM adı verilmiştir. “AN” da henüz ZAMAN oluşmamıştır, MEKAN yoktur. LAMEKAN ve LAZAMAN’ı anlatır ve GEÇMİŞ , HAL VE GELECEK TÜMÜYLE AN-I DAİM’de toplanmıştır. “Bismillahirrahmanirrahim” AN-I DAİM’i AÇAR. Ve NOKTADAN zuhur ve DEHR ismiyle ZAMAN oluşur. ZAMAN, NOKTA olan AHADİYETİ ZATININ DEHR ismiyle görünmesidir. DEHR isim olup HAKK’ın bir vechesi bir yüzüdür. TEK HAKİKAT VE HÜVİYET zamana ve mekana yayılarak TAAYYÜN VE SURETE bürünmüştür. NOKTA VE AN-I DAİM’ de dürülü olan zaman batın-evvel halden ahir-zahir olmuştur. “O ilahi hüviyetiyle evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır; ve ilahi hüviyetiyle her şeyi BİLİCİ’dir”(Hadid/3)
AN-I DAİM evvel, ahir, ahir ve batın isimleriyle, Dehr ismiyle zuhura çıkmıştır. Ve AN-I DAİM’de O, HÜVİYETİYLE her şeyi bilicidir. NOKTA; Ahadiyeti Zatı olup Hakk’ın GİZLİ HAZİNE oluşudur. Zati Nefsinde İlmi Zat mertebesinde ve AN-I DAİM SIRRI ile her mevcudun ilmi ana programı olan ayan-ı sabiteler henüz “gizli hazine” hükmünde olup Hakk’ın bilineni ve lataayyün-lamekan ve lazaman hükmündedir. Hakk’ın Zati Nefsinde ve Zat, İlminde MALUM olup, henüz zuhuru yoktur. Gizli hazine olup ZATİ NEFS’in esma ve sıfatları ile oluşturduğu temel programdır. Henüz zuhurları yoktur. EZEL-EBED bu programda Hakk’ın Zati NEFSİN’de dürülmüştür. Nokta’dan, besmelenin altından, besmele ile (Besmele ve billahi-bihi sırrı) zuhur, taayyün dolayısıyla ZAMAN kavramı başlamış olur. Dehr ve ZAMAN, Noktanın ve AN-I DAİM SIRRI ‘nın zuhurudur. Hakk ilmini zuhura çıkarmaktadır.
Bu zuhur ile ZAMAN başladığından geçmiş, hal-an gelecek NOKTA da AN-I DAİM sırrıyla dürülüdür. Zamanın oluşmasıyla her zuhur Hakk’ın batın malumu iken zahir malumu haline geçer. İLİM MALUMA tabidir. Hakk ise hem zahir hem batındır İLMİ ZATIYLA, NEFSİYLE her şeyi bilicidir. EZEL ve EBED, AN-I DAİM üzere geçmiş, hal-şimdiki zaman ve gelecek tüm zamanların Hakk’ça bilinmesi anlamına gelir. Fiiller ve eserler onların izdüşümleri ve suretleri ve taayyünleridir. Nefsinde talep oluşur. Hukuk arz eder. Zamanda zuhura çıkar. An-ı Daim’deki ilim zaman içinde zuhura çıkar. İlim ve Malum Hakk’ın bu sırrında gizlidir. Asır, sene, ay, gün, dün, bugün, gelecek hepsi Hakk’ın ilmindedir. İlim ise maluma tabidir. Malum ise senin ayan-ı sabitendir. Yani senin MANEVİ GENETİK ŞİFRE leridir. Hem “ilim maluma tabidir” hem “maddi ve manevi genetik şifreler” makalelerinde konu genişçe anlatıldı. Manevi genetik şifrelerimizi NUR olup KURAN SIRRI (Cemi esma ve sıfatı CAMİ ZAT) bu şifrelerde “gizli hazine” halindedir. Kuran’da mümin, kafir,Salih, münafık, fasıl vb. vasıflar vardır.İşte manevi şifreleri olan ilahi isim ve sıfatları her ne vasıfla zuhur çıkan, artan,Kuran’ın hangi vasfını talep, temsil ve tafsil ediyorsan o vasıfla zuhur ediyorsun demektir. Bunun talebini nefsinde malum bilgiyle Hakk’a sunan sensin. Hakk’da talebin üzerine fiilerini ve sonuçlarını şehadet aleminde zuhura çıkarmış oluyor. Hakk’ın bilmesi ise cebri olmayıp, kişi işlediklerini yapmakta mecbur değildir.”Kalem kurudu” dedikleri ise Hakk’ın “Adetullah” ve “Sünnetullah” olarak KURAN ve SÜNNET ile sunduğu MALUM bilgidir. MALUM bilgi ise O’nun emir ve nehiyleleridir. İlim maluma tabidir. Bu da kazayı ilahinin KALEMİ’nin taat ve itaat için mükafat, masiyet ve isyan için ukubet yazmasıdır. KALEM KURUDU denilen hakikat, emir ve nehiyler ile belirtilen SÜNNETULLAH ve ADETULLAH ‘tır. Senin ayan-ı sabitene yerleştirilen manevi şifreler olan ilmi isim-sıfat programı bu hakikati bilmekte (KURAN SIRRI). Öz bu sır ve hakikat, amelin ve niyetlerin Hakk’a nefsinden sunduğu ikinci malum bilgi öz ve sözü yani amelin BİR ise, bir başka deyişle batın ve zahirin uyumu ve AHENK içinde ise AHİR’etinde CENNET, değilse cehennem Ebed sırrıda bu. Hakk’ın bunları an-ı daim içinde bilmesi. Asla zorlayıcı bir bilgi değil. Aksine insana seçim hakkı veren (emr-i teklifi) bir ilim. Efendimiz “Kader, kader ile reddolunur” buyurarak bu seçim hakkını bildirilmiştir. ”La ilahe illallah Muhammeden Resulullah” hem gizli hazinenin, hem an-ı damin, hem ayan-ı sabitenin, hem nefsinin anahtarı.
Bu anahtarı HAKKIYLA kullanırsan hem dünya hem ahretin mamur olur. Ayette “Kim iyilik yaparsa nefsi lehinedir, kim kötülük yaparsa nefsi aleyhinedir. Rabbin kullarına zulmedici değildir.” (Fussilet/46) buyurulmaktadır. Ayrıca “Allah onlara zulmetmedi onlar nefislerine zulmediyorlar” (Ali İmar/117) buyurakta bizlerin emir ve nehiylere uymamız gerektiği hatırlatılmaktadır. Ayrıca “Kim Allah’ın sınırlarını (hududullah) aşarsa nefsine zulmetmiş olur” (Talak/1)
Buyurakta bizleri “sünnetullah” uymamız konusunda uyarmaktadır.”Kelime-i tevhid” bu sırları, emir ve nehiyleri sünnetullahı bize her an hatırlatan temel kavram olmaktadır. AN-I DAİM ve NOKTA SIRRI bunları cem eder. EZEL ve EBED bu noktada O hazinesindeki bilir ve O mutlak hayırdır. O’nda asla şer yoktur. Nasıl ki her İNSAN zahiren aynı ise, batınen hakikatide (HAKİKAT-İ İNSANİYE) tmel olarak İNSANLIK VASFIYLA Ahsen-i takvim olarak halk edilmiştir. Zahirde insan olup şekillenmiş ve özelliklerimiz farklı ise batınen İNSANİYET ‘imiz aynı fakat bizlerdeki hakim olan esmalarımız farklıdır. Bu farklılıklara Rabb-ı has denmiştir tasavvufta. Ancak batınen hakikat-i insaniye. Vasfımız birdir. Hakikat-i insaniye, Hakikat-i Muhammedi’ni taflisidir. Hakkat-i Muhammedi ise HADİ formatlıdır. Hadi üzerine kurgulanmıştır. Şehadet alemindeki imtihan sırrı bizleri sınamaktadır. HADİ üzere elestte verdiğimiz “Evet Rabbimizsin”sözünü yerine getirip getiremeyeceğimiz konusunda sınanmaktayız. İnsan Hakk’ın indinde (AN-I DAİM), Hakk’n nefsinde tertemizdir. Şehadet aleminde “İslam fıtratında” tertemiz doğar. Müslüman geldiği gibi Hakk’a “tertemiz bir nefisle(nefisin zekiyyetin) dönebilmektir. Bu nedenle”Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur” (Şems/9) buyurulmuştur. Hakk’ın AN-I DAİM, NOKTA, EZEL VE EBED SIRRI ile bilmesi cebri olmayıp insana ihtiyar ve seçim hakkı, vermesidir.”Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem” sözü küfürdür. Zira Sünnetullah (Kuran ve Sünnet) ile insana hareket edeceği geniş bir saha bırakılmıştır. Hakk’ın emr-i iradesi “la ilahe illallah “ ile belirtilirken, insana “muhammeden resullullah” sırrıyla bu geniş yetkiler verilmiştir. Bu geniş yetkiler “emr-i teklifi” içindedir. Bir kişiye “niçin okula gidiyorsun, kaderini değiştiremezsin ki; eğer kaderinde öğretmen olmak varsa zaten olacaksın bunun önüne geçemezsin, çalışmasanda öğretmen olursun. Yok eğer kaderinde öğretmen olmak yoksa beyhude yoruluyorsun demek ne kadar abesle iştegal ise, Allah ‘ın insanlara sağladığı geniş imkanlar ve yetkileri kullanmamakta aynı şekilde abesle iştigaldir. Zira “ilim maluma tabidir” Malum bilgi “Sünnetullah” kavramındadır. AN-I DAİM ve NOKTA SIRRI ‘ında ezeliyet ve ebediyet gizlidir. Hakk TEK VÜCUD HÜVİYETİYLE bu noktadan açılarak tüm mertebelerde o mertebelerin vasıf ve özellikleriyle beraberdir ve her mertebeyi bilmekte görmektedir. “nerede olursanız O ilahi hüviyetiyle sizinle beraberdir.” (Hadid/4)