BEZM-İ ELEST (ELEST MECLİSİ) –KALU BELA- MİSAK VE AHDIMIZ
Bezm-i Elest Farsça” Sohbet Meclisi” anlamına gelen” Bezm” sözcüğüyle, Arapça’da” ben değilmiyim” anlamındaki bir fiil olan” elestü” den oluşan” bezm-i elest” terkibi; ARAF/172 ayetinde geçen” Ben sizin Rabbınız değilmiyim” hitabının yapıldığı ve” bela/EVET” cevabının verildiği MECLİS anlamında kullanılmaktadır.
Bu” sohbet meclisi” İLMİ ZAT mertebesini ZATTAKİ İLK FARK mertebesinde olan FERDİYETİ ZAT mertebesinde AYAN-I SABİTE olarak İLMİN FARK VE KESRET halinde zuhur etmiştir.
Ayan-ı Sabiteler Hakk’ın ZATINDA, ZATIYLA(BİLLAHİ SIRRIYLA) ZATÇA düzenlemeleridir. Her bir ayan-ı sabite. Hakikat-i İnsaniye’nin manevi genetik şifreleri olup İLMİ ZAT (ZATİ NEFS teki İLİM) mertebesinden aldığı ZATİ İSİMLER VE SIFATLARIN ŞİFRELİ DÜZENLEMESİDİR. 99 Esma üzerine programlanmış olup HADİ dominant bir düzenlemedir. 99 esma içinde” Mudill” yoktur. 99 Esmayı ihsa eden cennete girer hadisindeki İLAHİ CENNETİN, ZAT CENNETİNİ bu mertebe temsil eder. Burada her bir ayan-ı sabite Ahadiyati Zat mertebesinde olup henüz zuhur olmadığından her bir ayan-ı sabite” NOKTA” temsilidir. Muhyiddin-i Arabi’nin” BEN BİR NOKTAYIM” Hz.Ali’nin” B nin altındaki NOKTA BENİM” buyurdukları makam burasıdır.
Bu mertebede HAKK kendini BEN diye tanımlar. Kuranda ‘da bu mertebe” İNNEHU” olarak” VAVSIZ HU” olarak temsil edilmektedir. ZATTAKİ ilk zuhur olan Hakikat-i Muhammedi yani taayyünü evvel öz, hakikat-i insaniye ise ayan-ı sabitelerin tafsil ve fark mertebesidir. Fakat yine ZAT mertebesindedir. Her bir ayan-ı sabite 99 ismin düzenlenmesi olup” cemi esma sıfatı CAMİ ALLAH” isminin temsilidir. Bu nedenle” ayan-ı sabite ULUHİYETİN düzenidir” denilmiştir. Bu nedenle her birerlerimizin ayan-ı sabite halinde iken ZAT mertebesindeki makamımız” BİLLAH” sırrı halinde NOKTA, B, ALLAH ve HU ismi ile birlikte temsil ve tafsil halindedir. KISACA ayan-ı sabite iken BİLLAHİ SIRRI ile HAKK’ta HAKK İLE BERABER (Bİ) Hayy ve Kayyum durumundayız.” Allahu la ilahe illa HÜVEL hayyul kayyum” (Bakara/255-Ayetel kürsi başı) İşte ilk ZATİ FARK olan ayan-ı sabite. Kuranda” HÜVE” lafıyla temsil edilmektedir.” Hüvel hayyül kayyüm” , “ Hüvel semiul basir”, “ Hüvel azüzül hakim” vb ifade bizim HÜVE (İLAHİ HÜVİYET) den aldığımız ilahi isimleri ve sıfatları temsil ve tafsil etmektedir. VAV burada ZATİ NEFSİN izdüşümü olan NEFSİ NATİKA ‘larımızı temsil etmekte olup, bu nefs ZAT mertebesinde NEFSİ SAFİYE olup MUTLAK TEVHİD (HANİF) üzere proglanmıştır. Bu nedenle kudsi hadiste” Ben bütün kullarımı HANİF olarak halk ettim.” Buyurulmaktadır. Aynı zamanda Efendimiz” Kadere iman, tevhid nizamıdır” buyurarak bize geniş ufuk açmış ve” Kader, kader ile reddolunur” hadisiyle de ayan-ı sabitelerimizdeki her isim ve sıfatı kullanarak bir kaderden diğerine yol alabilme hürriyetimize de ışık tutmuştur.
İşte her birerlerimiz ayan-ı sabite mertebesinde ZAT ile (Hüviyet beraberliği) hayy, kayyum (Nefsiyle kaim- Kaim binefsihi), ve idrak sahibi olduğumuzdan; Hakk AHADİYETİ ZATINDAN, FERDİYETİ ZAT mertebesine” Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?” hitabını yaptı. He birerlerimiz Hüviyet beraberliği içinde hayy ve idrak sahibi olduğumuzdan” Evet Rabbimizinsin” cevabını verdik. Burada RAB kelimesinin kullanılmasının iki nedeni vardır. Ayan-ı sabiteler uluhiyetin ( ALLAH) isminin temsili olup, ayan-ı sabitedeki herbir isimde Rububiyetin (RAB) temsilidir. Zira her nefsi natika isimlerin tecelli mahalli olduğundan ve uluhiyetin nefse yönelik tecellisini RAB ismiyle temsil edildiğinden RAB ismi kullanılarak RUBUBİYET mertebesine dikkatimiz çekilmiştir. Sahabenin Efendimize sorduğu” Hiçbir şey yaratılmadan önce Rabbimiz nerede idi” sorusuna; Efendimiz” Rabbimiz AMA ‘da idi” buyurarak, Ahadiyeti ZAT mertebesine işaret etmiştir.
İkinci neden ARAF/172 de Elest hitabında” eşhedühüm ala enfüsihim” (Nefisleri üzerine şahid oldular) ifadesidir. Her birerlerimiz ZATİ NEFS’in izdüşümü olan” nefsi natika” larımızı ve ondaki Hakkani vasıflara şahid olduk Kelime-i Şehadetteki EŞHEDÜ bu sırrı anlatır Nefislerimiz ŞAHİD tutularak” imtihan sırrı” gereği ZAT mertebesinde BİLLAHİ sırrına nefislerimizde şahit tutularak, nefislerimiz ile şehadet alemine gönderildik. Elest Mertebesinde bu sözü (MİSAK-AHD) verdiğimiz Kuran bize şu ayetlerle hatırlatıyor.
“ O (Huve) sizden kesin bir söz (misak) almıştı.” (Hadid/8)
“Bana vermiş olduğunuz sözünüzde (AHD) durun ki Bende size vermiş olduğum sözümde (ahd) durayım” (Bakara/40)
“Onlar ki (müminler) Allah ‘ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri sözü (misak) bozmazlar” (RAD/20)
Bir elest meclisinde bu söz (misak-ahd)verdiğimiz BİLLAHİ VE HU SIRRI ile İMAN edip aleminde de bizden istenen, nefislerimizin şahit tutulduğu bu sözü yerine getirmemiz ve yine BİLLAHİ VE HU SIRRI İLE İMAN etmemizdir.” Ey iman edenler, ameni billahi” NİSA/46 ayeti bu sırrı anlatır .” Ey iman edenler” derken elestle MÜMİN olduğumuz hatırlatılır.
Ve şehadet aleminde de” BİLLAHİ SIRRI” ile iman edip MÜMİN olmamız istenmekte ve elest meclisi hatırlatılmaktadır.
“Onlar (fasıklar)
İşte fasık- kafir vb vasıflar kişinin elest meclisinde verdiği sözü (misak-ahd) örtüp mümin vasfını kaybedip ilgili vasfını kazanandır. Bu nedenle” Allah onlara zulmetmedi, onlar nefisleriyle ŞAHİD tutuldukları sözlerine sadık kalmadıklarından ayette nefislerine zulmedip” ZALİM olduklarını belirtmektedirler.
KURAN, Elest Meclisinde verdikleri sözü tutup şehadet aleminde de BİLLAHİ sırrıyla iman edenleri şöyle tanımlıyor:
“Onların aralarında hüküm vermesi için Allah ve Resulüne davet edildikleri zaman müminlerin sözü” İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK” demeleridir. Ve işte onlar felaha erenlerdir” (NUR/51)
Allah ‘a davet ayan-ı sabitedeki uluhiyet ve Rububiyete davet (ZATİ NEFS) , Resule davet, Hakikat-i Muhammedi (Nefsi Muhammedi) ve H.İNSANİYE ‘ye (nefis natika) davettir. Bu nedenle” nefsine arif olan Rabbine arif olur” buyurulmuştur.
Zira elest meclisinde ŞAHİD TUTULAN NEFSİ NATİKAMIZ’dır. Nefsi natika, ayan-ı sabitenin zahiridir. Ayette” İŞİTTİK” derken nefsin elest de sözü ve Hakk’ın hitabı kastedilmekte,” İTAAT ETTİK” lafzi ile şehadet aleminde bu sözü verirken bize sunulan TEVHİD HAKİKATİNİ yerine getirdik; denmektedir. Bunun delili EZAN-I MUHAMMEDİ ‘dir. Ezan-ı Muahmmedi’nin Allahüekber (4) Eşhedü en la ilahe illallah (2) ve” EŞHEDÜ enne Muhammeden Resullullah (2) bölümleri bize elestte verdiğmiz sözü hatırlatmakta ve eşhedü ile nefislerimizin şahit olduğu belirtilmektedir. Kelime-i Şehadetin sırrıda buraya dayanır. Ezan-ı Muhammedi ‘nin rüya ile tespitinde bu sırra dayanır. Zira Efendimiz” Sadık rüya vahiydir” buyurmuştur.
Ezan-ı Muhammedi’nin ikinci bölümü olan Hayiye ales-salah (2) Hayye alel felah (2) kısmı şehadet aleminde bizi Fatiha sırrı (billahi ve hu sırrı ile) HAYAT NAMAZIMIZI kılmaya ve nefsimizi tezkiye ederek felaha davet etmektedir. "Nefsini tezkiye eden felaha erer” ( Şems/9) işte nefislerimiz verdiği söze ve şehadete sadık kalabilmeleri için nefslerin şehadet aleminde ŞİRK’ten tezkiye edilerek BİLLAHİ ve HU sırrı ile İMANA davet edilir.
Ezan-ı Muhammed’in üçüncü bölümü ise =Allahu Ekber (2) La ilahe illallah imtihan sırrını geçip İŞİTTİK-İTAAT ETTİK diyenlerin ulaştıkları MUTLAK TEVHİD SIRRINA işaret etmektedir. Lafızların dört kez tekrarı ( zahir- batın – evvel- ahir;) sırrı gereği, iki kere tekrarı (zahir-batın) sırrı gereğidir. Son kez” LA İLAHE İLLALLAH” ın TEK söylenmesi VAHDETİ VÜCUD ŞUHUDU gereğidir ki. O’ndan başka bir şeyin kalmamasıdır. Kudsi hadiste” La ilahe illallah” benim kelamımdır. İşte BEN O’yum” buyurarak bu sırra işaret etmektedir. Efendimiz’de” Allah var idi, başka bir şey yok idi” buyurarak ve” Hz.Ali’de” şu anda da öyledir” buyurarak bizi MUTLAK TEVHİD’e davet etmişlerdir: Ezan-ı Muhammedi bu nedenle Üç seferi (seferler faslı) anlatır. Birinci sefer HAKK’ın İNDİNDEKİ (ZATINDAKİ) halimiz; ikinci sefer dünyadan tekrar Hakk’a sefer; üçüncü sefer (Hakk’tan halka sefer.
İrfan sahibi bu yollardan geçerek, başlangıcını ve dönüş yerini bilmiş, nefsine ve rabbine arif olmuştur. Bu nefsini bilmesi, kendinin nereden gelip, nereye gittiğini idrak etmesidir. Bu sırada şu üç seferden geçmiştir:
Burada seferin manası, manevi yolculuk anlamındadır ve bu yolculuğa hakikat nazarıyla bakıldığında, sonsuz olarak görülür. Ancak anlatılacak bu üç sefer hepsini toplamıştır. Kişi bu üç seferi tamamladığında nefsine ve rabbine arif, kamil ve mükemmel olur.
BİRİNCİ SEFER
Malum olaki, her insanın Zat-i İlahide bir hakikati vardır. Bu da ilmi Zattaki ayan-ı sabitesidir. Hakk Teala o hakikatin, his ve şehadet alemine gelmesini ve zuhurunu dilediğinde, ilk şeklini akl-ı külde çizer, ki orası ilahi ilimdir, ilahi aynadır. O hakikat Hakkın dilediği kadar orada kalıp terbiye olduktan sonra, vücud tecellisi ile nefsi külliye, oradan arşa, kürsiye geçer; oradan semaları tabaka tabaka geçer ve aya gelir. Buradan ateş küresine, hava küresine, suya ve toprağa geçer. Daha sonra maden, nebat, hayvan, melek, cin ve insana gelir.
Mertebe-i insana gelinceye kadar nefs-i natıka geçtiği yerlerin her birinde hayli güçlüklerle karşılaşır. Kah yükselir, kah alçalır, türlü fitne ve kötü ahlaklar insana gelip karar kıldığında yarım daire tamam olur. Nefsi natıka bu sırada aslından perdelenmiştir, değişik vasıflarla vasıflanmıştır.
Nitekim Kur’anı Kerimde bu duruma şu ayetle işaret olunur:
“ İnsanı en güzel şekilde halk ettik sonra aşağıların aşağısına reddettik” (Tin/4)
İşte insana gelinceye kadar devam eden bu sefere birinci sefer denir. Eğer kişi, bu mertebede kalır, mertebe-i insanın, kendinin başlangıcına ve sonuna arif olmazsa, ceme eremezse, bu hale” cemden önce fark” denir.
“Cemsiz fark şirktir” ifadesiyle anlatılmak istenen daire burasıdır.
“Sürüye benzerler belkide onlar daha şaşkındırlar” (Araf/179) denilen haldir.
Aslına erip hakikatini bilemiyenler yukarıdaki ayeti kerimede belirtilen şaşkınlık içinde sürüler gibi haşrolurlar.
İKİNCİ SEFER
Bu sefere terbiye ve müşahede seferide denir. Nefs-i natıka aslı halinden perdelenip, çeşitli ahlak ve vasıflarla yeryüzünde beden kalıbıyla zuhura çıkmıştır. İşte kitabımızın da konusu olan nefs-i emmareden yola çıkarak, nefsin hakikatine, aslına yol almak ile yapılan terbiye ve müşahede seferidir.
Bu seferde bir mürşid-i kamilin ilmine yapışıp aklı küle uçmak şeklinde manevi bir yolculuk yapmak gerekir. Buna” Hakikat-i Muhammediye ulaşmak” da denir.
Pirlerin himmeti ve gayreti ile Hakikat-i Muhammediye’ye vasıl olması gerekir. Ki burası vuslatı hastır.
Birinci seferin sonuna yani sureti insana gelinceye kadar, geçtiği her mertebeden renk, ahlak ve sıfat almakla” sürüler” derekesine inmişti.
İşte bu mertebede bir mürşid-i kamile ihtiyaç vardır. Bir mürşid-i kamil bulunursa, söylediklerine tabi olup itaat etmekle kötü ahlakların hepsini terk edip, evvelki hali gibi temiz ve renksiz olur. Ve böyle olmadıkça aklı küle dönmek mümkün olmaz.
Ehlullah katında yetişkinlik, salik için büluğa yani akli küle erip, reşid olmakla olur. Velayet mertebesi de budur. Salik akli küle vasıl olunca, büluğa ermiş ve yetişmiş olur. Bu hale Hakikat-ı Muhammediye derler.
Hadis şerifte” Allah önce aklımı ve nefsimi halketti” buyrulurki işte bu haldir.
Salik bu makamda” renksiz” olur ve” vahdet” i bulur. Bu makamda salikin aklı” aklı kül”, nefsi” nefsi kül” ruhuda” ruhu mukaddes” olur.
Bu makama” farktan sonra cem” yani farklar görmenin tek görmeye dönüşmesi denir.
Allah’da, Allah’la seyr makamıdır: Salik bu makamda kalır, ileriye geçmeğe çalışmazsa kemale eremez, irşad edemez. Hakk’ta kalır, halka dönemez.
Fenafillah yani Allah’da yok olma denilen bu makamı dahi bırakıp geçmek ve terakki ederek bekabillah denilen Allah’la baki olmak mertebesine ermek gerekir.
ÜÇÜNCÜ SEFER
Bu üçüncü sefer” Seyr-i anillah” yani” Allah’dan sefer” dir ve "Bakabillah” dır. Cemden sonra farka gelmedir. İrşad için, cem mertebesinden manevi bir inişle fark alemine gelip, beşeriyet örtüsüyle örtünüp halk arasına karışmaktır.
Nitekim Hz. Resul (SAV) un ağzından Kur’anda şöyle buyrulur:
“Ben sizin gibi beşerim” (Kehf/110)
Bu makamda yemek, içmek, uyumak, dünyevi hakikatlerle yaşamak vardır. Ancak ne ifrat ne tefrit olmalıdır; tam istikamet ve itidale riayet edilir.
Bu mertebeye eren adalet, iffet, istikamet üzere olup şeriat hükümlerine de tamamen bağlıdır. Ancak farzların dışında türlü türlü namaz ve oruçlarla da kayıtlanmaz.
Hem kesret aleminde hemde vahdet aleminde” salatü daimun” yani daima namaz içinde olup; zahiri halkla, batını Hakk’ladır. Bu zatı anlamak gayet zordur. Halk zahirde kimin ibadeti, zühdü takvası çoksa onu büyük görüp, kemal ehli zanneder. Halbuki kamilin kemali ise bu zahir duygu gözü ile görünmez. O kemali görmek için Hakkani bir göz gerekir. Kamil olanı ancak kamil olan görür ve bilir. Bu daire” Cemden sonra fark” halidir. Hz. Ali (kv) şöyle buyurmuştur:” Cem hasıl olmadan farkta kalış şirktir. Cemde kalıp farka gelmeyiş zındıklık… Cem ile farkın beraberliği ise tevhiddir.”
Anlatılan bu üç sefer bunun manasıdır.
Kamilin bu makama inişi terakki ve yükseliştir. Bu makama gelince nefsine, Rabbine ve rütbesine arif olur.
Yüce Allah (cc) alemlerin halkediliş amacını şöyle açıklıyor:” Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim. Taki Beni bilsinler”
Allah’ı bilebilecek varlık olarakta insanı zuhura getirerek;” Ey Adem oğlu! Seni kendim için alemleri senin için yarattım” diyerek insanın kendi indindeki yerini açıklamıştır. Peygamber Efendimiz (SAV);” Nefsini bilen Rabbını bilir” buyurarak Allah’ı bilme yolunu bizlere açık tutmuştur.
İnsanın ilahi hakikati olan nefs-i natıka ilahi tevhid hakikatinden, Zati ilimden mertebe mertebe şehadet alemine indirildiğinde, çokluk unsurları ile perdelenir. Nefs tezkiyesi süreci kemale erdiğinde insan ile Allah arasındaki nefsi münasebet bilkuvveden bilfiil hale gelir. İlahi nefs ilahi tecellileri yansıtan Hakk’ın aynası haline ulaşır.
Tüm nefsler, elestte” Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?” soru ve” Evet Rabbımızsın” cevaplarına şahid tutulmuştur. Tüm nefisler bu verdikleri sözü şehadet aleminde de uygulayıp, şu Allah kelamını söylemek için zuhurdadırlar:
“LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH”
Bu kitap, nefsin miracı olan tasavvufi irfan yolunu ve bu tevhid sözünü müşahedeli bir idrakle söyleyebilmenin mertebelerini açıklamaktadır.
Bütün bunları bize hatırlatan ayette ise;” Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini ve "İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK” dediğiniz zaman,onunla sizi bağladığı MİSAKINIZI hatırlayın. Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah kalplerde olanı en iyi bilendir” (MAİDE/7)
Kalpten kasıt nefsi natika’dır. Zira nefsi natikanın merkez kalptir. Nokta-i süveyda ve” müminin kalbi beytullah” sırrı budur.Bu nedenle KALP İLE TASDİK, ve AMEL İLE göstermektir. Zira tasdik eden kalp (NEFS) TEN” Salih Amel” zuhura çıkar (İTAAT ETTİK)
Şehadet aleminde sözünden (MİSAK-AHD) dönenler için Hakk şöyle buyuruyor:
“Onlar (kalu belada) Allah’a verdikleri sözlerinden (misaklarından) sonra ahidlerini bozarlar (sözlerinden dönerler)” (Bakara/27)
“Yol gösterilenlerden (HADU) öyleleri vardır ki, kelimelerin konuldukları yerleri tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dini yererek” İŞİTTİK ve İSYAN ETTİK” derler. İşit, işitmez olası ahmak (raina) derler. Halbuki onlar” işittik ve itaat ettik” deyip dinle ve bize bak deselerdi, bu kendileri için daha iyi ve hayırlı olurdu. Fakat Allah küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler” (NİSA/46)
Ayette geçen HADU kelimesi, meallerle” Yahudiler” diye tercüme edilse de, aslı kendisine” HAK yol gösterilen yolcu” anlamındadır. HUDA ise yol gösterendir. Elestte verdikleri sözün hatırlatılması için, kendisine kitap ve resül gönderilen her insanı temsil etmektedir. Zaten ayetin devamı bu manayı tasdik etmektedir. Ayetin sonunda” KÜFÜRLERİ (Hakk’ı ve hakikati örtüklerinden) nedeniyle lanetlenmişlerdir. Hakk Kuran’ında şöyle buyurarak bizi uyarıyor: “ Ey Ademoğulları !” Şeytana ibadet etmeyin” diye size ahd vermedim mi?” (YASİN/60)
Kısaca, Elestteki sözümüz içinde şeytana (Mudill) uymayacağımız konusunda ALLAH ile sözleşmemiz var. Ahde vefa ve Ahde riayet ELEST MİSAK’ına uymaktır. Allah kudsi hadiste: Ben bütün kullarımı HANİF (tevhid ehli) olarak yarattım. Sonra şeytan onları dinlerinden çıkardı. Bana şirk koşmalarını emretti. İşte bu nedenle ANA PROGRAMIMIZ (Manevi genetik şifremiz= ayanı sabite) HADİ üzeredir. TEVHİD PROGRAMLIDIR. Onu bozan bizzat kendimiziz” Allah kullarına zulmetmez”.” Kullar nefislerine zulmederler”.
Bu konu KADER SIRRINI anlamada çok önemlidir. Zira kaderim böyle imiş diyerek Hakk’a iftira atılamaz ve suç isnad edilemez. Efendimiz’in şu iki hadisi bize ışık tutmalıdır.” Kadere iman, tevhid nizamıdır” (La ilahe illallah Muhammeden Resullulah sırrı) ve” Kader, kader ile reddolunur” Muhammeden Resullullah sırrı)
AHDİ BOZMAK HARAMDIR. KEFARETLE KALKMAZ AHDİ BOZAN SORUMLUDUR.
Elest sözünü anlatan ayette:
Ben sizin Rabbiniz değilmiyim” sorusuna, onlarda” Evet” buna şahidiz, dediler. Nefislerinizi şahit tuttuk. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktur demeyesiniz” ARAF/172
İşte misaka uyup uymamamızın neticesinde (İMTİHAN SIRRI) kıyamet günü hesap vereceğimiz hatırlatılıyor. Nefislerin ŞAHİD olması nedeniyle ve” Her nefis ölümü tadıp” ahiret boyutuna geçtiğinde perde-gaflet kalktığında BU MİSAK nefislerin şahitliğİnde zuhur edecektir. İsmi üstünde NEFSİ NATİKA KONUŞAN-İDRAK EDEN NEFİS. Hakk nefsiyle ŞAHİD.” ŞAHİD olarak Allah yeter”
“Nefsinle yazdığın kitabı oku” denildiğinde bu sözde zuhurdadır.
Misaka isyan edenlerin durumunu Allah şöyle özetliyor;
“Gördün mü o kimseyi ki KENDİ HEVASINI İLAH edinmiş ve onu Allah bu bilgi (şirk) üzerine şaşırtmış (dalalete şevketmiş=Mudill) ve gözü üzerine bir perde kılmış. Artık ona Allah ‘tan başka kim hidayet edebilir? Hala düşünmez misiniz? (CASİYE/23)
“Hevasını ilah edinenin gördün mü? (Furkan/43) işte temel neden Elestteki TEVHİD ÜZERE verdiğimiz SÖZE sadık kalmamak, BENLİK ŞİRKİne düşerek Hakk’tan uzaklaşmak suretiyle gözümüzün kör, kulağımızın sağır, kalplerimizin taşlaşmasıdır. ŞİRK’ten kurtulmak şarttır. Zira” Şirk en büyük zülüm olup, dalalet ve küfrün temelidir. Nefs tezkiyesi şirkten arınmaktır. Bunun için nefse arif olmak ve tevhid eğitimi almak FARZ dır.
“İlim öğrenmek kadın erkek her Müslümana farzdır” Zira her insan elestteki sözü ile Allah İNDİNDE (ZATTA) MÜMİN VE MÜSLÜMAN’dır.
“Allah indinde din İslamdır” ayeti bu hakikati anlatır. Yeryüzündeki her peygamber ve kitap İslam’ın o mertebeden temsil ve tafsilidir.
Bu yoldan çıkanları Allah şöyle belirtiyor:
“Tur’u üstünüze dikerek sizden MİSAK almıştık . Size verdiğimiz şeyi kuvvetle alın ve işitin demiştik. Onlar” işittik ve isyan ettik“ dediler. Küfürleri sebebiyle buzağı (sevgisi) onların kalplerine sindirilmişti. De ki: Eğer siz mümin kimseler iseniz, imanınızın onunla size emrettiği şey ne kötüdür” (BAKARA/93)
Tur’dan kasıt elestte şahid olan NEFSİ NATİKA’dır. İşte buzağı sevgisinden kasıt emmare nefis mertebesinde Hevasını İLAH edinenlerdir. Hevasını ilah edinip ŞİRK üzerine yaşayıp iman ehli olduklarını zannedenler. Ayetin sonunda uyarılarak TEVHİD hakikatine davet edilmektedir.
“ALLAH İNDİNDE DİNİ İSLAM” olup islami her mertebenin her kitap ve peygamberin tasdiki içinde her insan hakikati üzere misakta bulunmuştur. Bunu ifade eden ayette şöyle buyuruluyor:
“Hani, Allah peygamberlerden” And olsun size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elimizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde ona mutlaka İMAN edeceksiniz ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz” diye MİSAK aldığı zaman” İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi) ve bu ağır AHDİMİ üzerinize aldınız mı? diye buyurdu. (Onlarda): İkrar (kabul) ettik” dediler. (Allah Teala): Öyleyse şahit olun ve BEN sizinle beraber şahitlerdenim buyurdu” (Ali-İmran/81)
İşte bu misak sırrı nedeniyle Efendimiz miraçtan önce tüm peygamberlere İMAM olup namaz kıldırmış ve miraçta her peygamberin mertebesinden geçerek HAKKA VUSLAT ile MUHAMMEDİYET MERTEBESİNİ tescil ederek TEK İSLAM DİNİNİ KEMALE ulaştırmıştır.
Elest Bezmi bize” imtihan sırrı” nı hatırlatan İMTİHAN SIRRI ‘nı bize açıklayan, dünya hayatının hem imtihan hem tevhid müşahedesinin gerçekleştiği bir mekan olduğu ve ELEST ‘te BİLLAHİ ve HU SIRRI İLE MÜMİN VE MÜSLÜMAN oluş hakikatinin dünyada da EŞHEDÜ… hakikati ile yaşamak gerektiğini anlatır. Tüm ibadetler bu sırrı bize hatırlatan İLAHİ ARAÇLARDIR, YÖNTEMLERDİR.” Namaz müminin miracıdır” sırrı ile TEVHİD- MİRAÇ ilişkisi, billahi ve HU sırrı hatırlatılır. Kade ‘de tehiyatta” eşhedü….” ile bu hakikati yaşarız.” Namaz nurdur” sırrı ile elestte bizdeki nura sefer yaparız.
Oruç; BİLLAHİ VE HU SIRRI ile HER AN, HER YERDE bizi gören, duyan, bilen ALLAH anlayışı yerleşir. Hem nefsimizde hem alemde bu sırrı müşahede ederiz.
HAC, üç seferi bize yaşatır. Bulunduğumuz yerden HAKK’a sefer (KABE’ye) yapar ve KABE NOKTASINDA ve HÜVİYETİ ZATIYLA billahi VE HU SIRRI İLE MÜMİN VE MÜSLÜMAN olduğumuz Elest Meclisini Hac’da yaşarız. Bu sırlarla HAC’dan döndüğümüzde yaşayarak” İTAAT ETTİK” hakikatini yaşamış oluruz.
ZEKAT ile hem maddi hem manevi NEFS tezkiyesi gerçekleştirerek. FELAH’a (kurtuluşa) imza atarız. İbadetlerimiz bizi kelime-i tevhid ve kelime-i şehadeti yaşamak ve yaşatmaya götüren araçlardır. NOKTA, B İ ALLAH VE HU SIRRI İLE İMAN (İMAN-I BİLLAH VE İMAN-I HU) VE MUTLAK TEVHİD (Hüviyet, Uluhiyet, Rububiyet Tevhidi birlikteliği) TEMEL HEDEFTİR.
Hakk’ın” imtihan sırrı” bu hedefe ulaşmak için “İHLAS SINAVI” dır. İmtihan sırrını açıklayan ayetlerde:
“Sizin hanginizin en güzel amel yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O (HÜVE)’dur” (Mülk/2)
Ayette HÜVE sırrına işaret edilmekte ve önce ölüme işaret edilmektedir. Bu elestteki sözden sonra” billahi sırrından” uzağa düşmenin” manen ölüm” olmasındandır. Bu ölümden kurtulup tekrar HAYAT bulmanın sırrı ise BİLLAHİ VE HU SIRRI ile İMAN yoluyladır. Efendimiz bu hakikati” ilim ve hayy (diri) olan ebeden ölmez” diyerek ifade etmiştir.
“Çaresiz biz sizi, biraz korku, biraz açlık, birazda mallardan, nefislerinizle ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele” (Bakara/155)
İmtihan sırrını hedefi bizi Uluhiyet ve Rububiyetin hakikatine ulaşmaktır. Uluhiyet ALLAH ismi ile temsil edilir. ALLAH ismi CAMİ olup” zıt isimler dahil tam ilahi isim ve sıfatları CAMİ ZAT” makamı olarak Uluhiyeti temsil eder. Kısacası uluhiyet ZITLARI CEM eder. Celal ve Cemali birlikte tasdik eden uluhiyeti tasdik eder. Bunun için Rububiyet tasdiki nefiste gerçekleşir. Her ilahi ismin nefste tecellisi ile (kabz-bast; celal-cemal; kahır-lütuf; muizzz-müzill; nafi- dar) zıtlarla nefs RAB tecellisi ile uluhiyete ulaştırılır. “99 Esmayı ihsa eden cennete girer” yani ALLAH ismi şemsiyesi içine girerek uluhiyeti tasdik edip BİLLAHİ sırrına ulaşır.” La ilahe illallah” sırrı nefste tahakkuk eder ve uluhiyet yaşanarak müşahede ederek tasdik edilir. EŞHEDÜ SIRRI budur.
“Mallarınız ve nefsleriniz hususunda siz mutlak imtihan olunacaksınız” (Ali İman /186) ayeti bize imtihan sırrını açıklar.
“Onlar biz. Bazen nimetlerle, bazen de musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki Hakk’a dönerler diye” (ARAF /168). Ayette nimet-musibet ikilisi ile zıtlarla Hakk’a vuslat hedeflenmektedir.
Rububiyet yolu ile Uluhiyete ulaşmak hedefi sunulmaktadır. Bunu açıklayan kudsi hadiste:
“Kazama rıza göstermeyen, nimetime şükretmeyen ve belama sabretmeyen başka RAB arasın” BULURSA !
“Her nefs ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilik deneyeceğiz. Hepinizde sonunda bize” döndürüleceksiniz (Enbiya/35)
Bu ayette de “kötülük-iyilik” belirtilerek nefislerde zıt isimlerle tecelli ile RAB ismiyle deneneceğimizi belirtilmiştir. Efendimiz bu hakikati ifade ederken: “Beni Rabbimi terbiye etti, ne güzel terbiye etti” buyurarak bize geniş ufuklar açmış olup sabır-şükür ilişkisini bize rububiyet idaki için şart olduğunu belirterek” imanın yarısı sabır, yarısı şükürdür” buyurarak zıt isimlerle tecellide nefsi hakimiyetimizin nasıl olacağı konusunda ışık tutmuştur. HEDEF NEFS’te BİLLAHİ VE HU SIRRI İMANI tesis etmektir. Zira her NEFS ölümü tadacak ve bulunduğu hal üzere haşr olacaktır.
“İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece “İMAN ETTİK” demeleriyle bırakılıvericeklerini sandılar?” (Ankebut/2)
İman ettik demenin yetmediği, kalp ile tasdik (eşhedü ala enfüsihüm sırrı) ve uzuvlarla amel etme suretiyle İMANIN TEZAHÜRÜ gereklidir. (İTAAT ETTİK SIRRI) Özü-Sözü BİR, Sözü –Fiili birbirinin tasdik eden sıddık ( Ahdine sadık) tasdik etmeyen ise yalancı ve zalim (Ahdini yalanlayan ve nefsini zulmeden) olmaktadır.
Bu sırrı anlatan ayette:
“ANDOLSUN Kİ biz onlardan öncekilerde imtihandan geçirmişizdir. Ellestte Allah doğruları ortaya çıkaracak, yalancılarıda mutlaka ortaya koyacaktır” (ANKEBUT/3)
Bizim geçmişten ibret almamız için Kuran kıssaları ile bize yol göstermektedir. Mesela İbrahim (as) ‘in kurban kıssası budur.
“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandı” (Saffat/106)
Kurandaki tüm peygamber- kavim kısasları imtihan sırrının bir-birkaç yönünü bize açıklar.
“And olsun ki, biz içinizden cihad edenlerle, sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar (TAKİ BİLELİM) ve yaptıklarınızla ilgili haberleri açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeeğiz” ( MUHAMMED/31)
Ayetteki” TAKİ BİLELİM” hakikati bizim İHLAS SINAVIMIZ olup, ihlas sırrına ulaşıncaya kadar bu sınavın devam edeceğine işarettir. Zira hadiste belirtildiği gibi” Az riya bile ŞİRKTİR” Bu nedenle imtihan TEVHİD SIRRI na ve İHLASLI TEVHİD İDRAKİNE kadar devam eder.
Efendimiz” Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar. Sonra onu annesi, babası (çevresi) Hristiyan, müşrik vb. yapar” buyur.
Allah indinde din İSLAM olup, islam fitratı NUR dur. Nefsi natika bu nuru taşır. Ulvi – tevhidi vasıflar NURU ziyadeşleştirir. Şeytani-şirki vasıflar NURU zulmete çevirir. Bu iki özellik insan nefsinde dürülüdür.
Kuranda bunu belirten ayetlerde
“Kişinin iyiliği (salih ameli) nefsi lehinedir. Kişinin kötülüğü nefsi aleyhinedir. Rabbın kullarına zulmedici değildir” (Fussilet/46)
Nefs lehinde yapılan salih ameller NEFSİ nurlandırır yani tezkiye eder. Kötü ameller ve şirk ise onu zulmete, karanlığa ve cehalete sürükler. Ayetle belirtildiği üzere:
“Allah onlara zulmetmedi. Onlar nefislerine zulmediyorlar” (Ali İmran/117)
“Kim salih amel yaparsa nefsi lehinedir. Kim kötülük yaparsa nefsi aleyhinedir. Sonra RABBİNİZE döndürüleceksiniz” (Casiye/15)
Ayetin sonunda belirtildiği üzere kim NEFSİ İLE NE KAZANMIŞSA HAKKIN HUZURUNA O ŞEKİLDE GİDECEKTİR. Bunu anlatan ayetlerde:
“Nefse ve sevva (dizayn eden-seviyelendiren) edene and olsun. Sonra nefse fücurunu ve takvasını ilham etti. (İMTİHAN SIRRI) (Şems/7-8) Devamında:
“Kim nefsini tezkiye etmişse (zekkaha) FELAHA ermiştir. Kim nefsini tezkiye etmemişse (zulmette bırakmışsa) hüsrana uğramıştır; ( şems/9-10)
AYRICA ALLAH, miraçta resulüne direkt sunduğu "Ameneresülü” ayetinin sonunda:
“Allah HİÇ BİR NEFSE gücünün yeteceğinden öte-fazla yük yüklemez (onu gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz)” BAKARA/286
İşte bu ve bunun benzeri ayetler İSLAMIN ve İslamın temeli olan TEVHİD HAKİKATİNİN HER NEFİSE kolaylaştırdığını ve herkesin TEVHİD SIRRI ile donatıldığını belirtir. KADER konusunda bu ayet, Hakk’a iftira atmanında önüne geçer. Kudsi Hadiste de belirtildiği üzere:
“Ben bütün kullarımı HANİF (TEVHİD EHLİ) olarak halk ettim. Sonra şeytan onları dinlerinden uzaklaştırdı ve; Bana şirk koşmalarını emretti” buyurarak KADER SIRRINA VE İMTİHAN SIRRINA ışık tutmaktadır.
“Kadere iman, tevhid nizamıdır” ve “Kader, kader ile reddolunur” hadisleriyle bize büyük ufuklar açmaktadır. Daha önceki kader ile ilgili makalelerde bu konulara ve tevhid ile ilişkilerine değinildiğinden kısaca belirtmek istedk Temel Hedef” Amentü” de belirtildiği gibi BİHİ, BİLLAHİ VE HU SIRRI İLE TEVHİD-İ İMAN vasfına kısaca VAHDETİ VÜCUD ŞUHUDİ İMANINA ulaşmaktır. TEVHİDDEN, DİN DOĞMUŞ VE İSLAM DİNİ ZUHUR etmiştir. Her peygamber kavminin anlayışı üzere bu dinin kendi mertebelerinden tebliğini yapmıştır. Hadisle belirtildiği üzere” Her peygamber” la ilahe illallah” sözünü tebliğ etmiştir.”