HAKİKATİ NEFSE ZULÜM= GÜNAHLAR VE KAYNAĞI = BENLİK ŞİRKİ
Her insanın Allah’ın Zati İlminde bir hakikati mevcuttur. Bu ilmi hakikate AYAN-I SABİTE denir. Hakk’ın NEFSİNDEKİ İLİMdir. Hakikat-i NEFİS, Hakk’ın “Künhü Zat - la taayyün” makamıdır. HAKİKAT-İ NEFS’in bir mertebe zuhur etmesi ZAT-I NEFS’ini Hakikat-i Muhammedi (NEFSİ MUHAMMEDİ) olarak açığa çıkarmasıdır. Hakikati Muhammedi’ni tafsili ise HAKİKAT-İ İNSANİYE (nefsi Natıka zuhuru) olarak adlandırılır. “Hakikat-ı nefs; künhü Zat la taayyünü; Zatı Nefs, Taayyünü Evvel mertebesidir. Her İNSAN, NEFS itibariyle HAKK’IN NEFSİNİN izdüşümüdür. İşte Kuran bu NEFSİN ÖZDEBİR oluşunu “NEFSİN VAHİDETİN “ kavramıyla açıklamıştır. İlgili Makalede ayrıntılı bilgi vardır. Bizim bilmemiz ve hiç unutmamız gereken bilgi; HER İNSAN zahiren hangi nefs mertebesinde olursa olsun, batınen Hakk’ın NEFSİ ve bu Nefiste dürülü olan Allah’ın nurunu ve Kuran’ın sırrını taşıdığı bilgisidir. Bu bilgiye ulaşılması için Efendimiz ; “Nefsine arif olan Rabbine arif olur” buyurmuştur. İşte NEFS İDRAKİ kişiyi her türlü şirk ve günahtan koruyan bilgidir. Hakikatle TEVHİD-İ NEFS (NEFSİN VAHİDETİN) ve şehadet alemindeki nefs mertebelerinin zahiren çeşitli vasıfları ve ahlakı taşıması sırrından DİN hakikati doğmuştur. Bu nedenle” ALLAH İNDİNDE (Zatı İlminde) DİN İSLAMDIR”. Şehadet aleminde bu dinin farklı mertebeleri müşahede edilir.
DİNİN getirdiği bütün emirler ve yasaklar HAKİKAT-İ NEFSİN taşıdığı NUR’u korumak için söz konusudur. “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar” hadisindeki FITRAT, HAKK’ın NURU’dur. Bu nedenle ayette şöyle buyurulur: “Allah iman edenlerin velisidir, onları ZULMETTEN NURA çıkarır. İnkar edenlere (kafirler) gelince onların velisi tagutlardır ki, onları NURDAN zulmete götürür”, Onlar ateş ehlidir. Orada ebedi kalırlar” (BAKARA /257).
İşte fıtrattaki NURU korumak, NEFSİNDEKİ ALLAH’IN NURUNU korumaktır. Her insanın nefsi bilse de bilmese de batınen bu sırrı taşır. Çocuktaki doğumdaki bu NUR çevre etkisiyle Benlik algısı, kesret olgusu ve Hakktan ayrı düşmesi nedeniyle zulmede döner. Kişi müşrik, kafir, münafık vb. vasıf ile NURDAN zulmete doğru yönelir. Ayet bunun nedeninin TAGUT yani BENLİK VEHMİ-ŞİRKİ ve bu şirkden doğan birbirinden farklı zandaki-hayaldeki ilahlardır. İşte İSLAM NURUNU “ nefsinde taşıdığı HAKKI” muhafaza etmek, zulmete dönmemek, zulmete döndüyse tekrar NURA ulaştırmak için DİN, emir ve yasaklar getirmiştir. Emir ve yasakların SON HEDEFİ ise TEVHİD SIRRI’na ulaşmayı sağlamasıdır. Bu nedenle “Kelime-i Tevhid” İSLAMIN şartıdır. Dinin=Emirleri ve Helaller ile yasaklanan günaha hizmet eden fiiller (fuhşiyat) de NUR ‘dan zulmete dönmemek ve NUR’un muhafazası ve gelişmesi içindir. İşte irfan yolu (miraç) = seyr-i süluk ZULMETTEN NURA yolculuk olup özü itibariyle NEFS TEZKİYESİdir. Bu nedenle Hakk şöyle buyuruyor: “Nefsini tezkiye eden felaha (kurtuluşa) erer.” (Şems/9), “Nefsini karanlıklara (zulmete) gören (nefsini tezkiye etmeyen) hüsrandadır.” (Şems/10) .
NEFSİ NATİKA (Hakikat-i İnsaniye) TEK VE BİR HAKİKAT olup, işte değişik ahlaki vasıflarla kirlendikçe (küfür, fısk, nifak, şirk vb.) aslından (NUR) uzaklaşır ve zulmete döner. İşte “nefs mertebeleri” nin farklı olmasının nedeni; nefsin taşıdığı vasıf ve ahlaki (hayvani-şeytani-insani) özellikleri farklı olmasındadır: Nefsi emmare, zulmette olan benlik şirkindeki nefstir. En alt düzeyi temsil eder. Nefsi Safiye ise NUR olup en üst nefs mertebesi olup NEFSİ NATİKA’nın HAKİKATİ NEFS olark SIRF NUR olarak zuhurudur.
ADALET, NEFSİN HAKİKATİNİ (Hakikat-i İnsaniye NURU ) korumaktır. ZULÜM, NEFSİN HAKİKATİNİ bilmemek yok saymak onun NURUNU zulmete çevirmektir. Ayette: “Kim Allah’ın sınırlarını (hududullah) aşarsa nefsine zulmetmiş olur” (Talak/1) buyurulur.
HELAL = Nefsi NURA ulaştıran veya NURU koruyan her şeydir. Enaniyetten kurtulmaktır.
HARAM=Nefsin NURUNU kirleten ve NURU zulmete götüren her şeydir.
GÜNAH=NUR ‘u zulmete dönüştüren her şeydir. BENLİK VEHMİ ile ENANİYETTE kalmaktır.
Helaller HADİ zuhurunu, haramlar Mudill zuhurunu talep etmek demektir. Helale meyletmek “Allah’ın rahmetini” fiilen talep ve dua; harama meyletmek ise “Allah’ın gazabını talep etmek” demektir. Zira iradi tercih “insana” aittir. Benlik Vehmi; HARAM, TEVHİD ise HELAL ‘dir. Efendimiz “Vücudundan (varlığından) daha büyük günah olamaz.” buyurmuştur. İşte BENLİK VEHMİ ŞİRK olup “Şirk, en büyük zulümdür.” (Lokman/13). Bu nedenle Hakk ayette şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için mağrifet eder. Ve kim Allah’a şirk koşarsa derin bir dalalettedir.” (NİSA/116)
Dalalet; küfürdür. Yani Hakk’ı ve hakikati örtmektir. Kişi nefsini ve hakikatini bilmediği için Benlik Şirki ve bu şirkten doğan nifak, fısk, riya, zulüm, cehalet vb. nedeniyle başta verdiğimiz BENLİK, benlikteki zannı ilahları (TAGUT) ilah edinerek “HAKİKATİ NEFS” ve “ NEFSİN NURUNU” zulmete götürür. Şeytan (iblis) tagutların reisidir. Bunu belirten ayette: “İblis kibirlendi ve kafirlerden oldu”(Bakara/34) buyurulur. İşte BENLİK ŞİRKİ bütün günahların kaynağıdır. Ayrıntılı bilgi “ŞİRK ve ŞİRK MERTEBELERİ” makalemizde mevcuttur.” Az riya bile şirktir.” buyuran Hz.Resul, şirkten (zulmetten) tevhide (NURA) giden yolda İHLAS’ın temel dayanak olduğunu bildirmektedir. Ayette şeytan şöyle diyor: “İhlaslı kulların müstesna, hepsini dalalete sevk edeceğim.” (HİCR/40-42)
Emirler ve yasaklar, dalalete- şirke düşmemek için yoldaki anahtarlardır. Kilit ise “ NEFSE ARİF “ olmaktır. Tevhid-i Nefs (Hakikati Nefs) sırrına ulaşamayan kişiler “gizli şirk” içindedirler.
Gizli şirkteki kişiler, her insanı, insanlık vasfıyla değerlendiremeyen; ayırıcı-bölücü-kayırmacı davranışları ile hem kendi nefsine hem diğerlerinin nefsine zulmedendir. “Hakikat-i Nefs” sırrına ulaşan kişi ise Her insanı ÖZDE-BİR, mertebe olarak farklı olarak değerlendirir. O’nun insanlığına değer vererek, mertebesine göre muamele eden İNSANDIR. “Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Üstünlük TAKVA dadır” buyuran efendimiz bu hakikati anlatır. Yunus Emre’de “72 millete BİR gözle bakmayan, halka müderris olsa, hakikatte asidir.” buyurarak HAKİKAT- NEFS sırrına işaret etmektedir. İşte TEVHİD-İ NEFS(NEFSİN VAHİDETİN) hakikatine ulaşamayan kişi kamil manada HÜVİYET-İ, ULUHİYETİ, RAHMANİYETİ, RUBUBİYETİ ZATI tasdik edememiş demektir. İşte kişinin benliği her an kendisiyle beraber olduğundan, nefsini bilmeyen kişi BENLİĞİYLE YAPTIĞI HER FİİL ile ŞİRKE düşer. NEFSİNE ZULMETMİŞ OLUR. Mudill tecellisini talep ile Celal tecellisini talep ve davet etmiş demektir. Günahlara düşmenin temel nedeni BENLİK ŞİRKİ olup nedeni “nefse arif ve Rabbe arif” olmamaktır. Çözümü ise “NEFSE İRFANİYET” ve “TEVHİD İRFANI” edinmek için irfan yoluna yani “zulmetten NURA” doğru yola çıkmaktır. 32 ve 54 FARZ yoldaki anahtarlardır. KİLİT nefs irfanıdır. İlgili makaleden ayrıntılar Batıni manalar açısından alınabilir.
Hedef belirttiğimiz gibi NEFS TEZKİYESİdir. Efendimiz “Allahım nefsime takvasını ver, onu tezkiye et, Sen nefsimin Mevlası ve velisisin” duasıyla bize yol göstermektedir. Emirler ve yasaklara uyum; HADİ tecellisini, UYMAMA Mudill tecellisini fiilen taleptir. İradi bir tercihtir. Bu hususu Kuran şöyle açıklıyor: “Kim iyilik (Salih amel) yaparsa NEFSİ LEHİNE dir, Kim kötülük yaparsa NEFSİ ALEYHİNEdir.Rabbın kullarına zulmedici değildir” (Fussilet/46) . Bunları bilip emre uymayan veya tersini yapan Hakkı, ayetlerini ve peygamber ve kitaplarını fiilen yalanlayan hatta alay eden konumundadır. Mesela rüşvetin ve ihaleye fesat karıştırmanın ve adam kayırmanın yasaklandığını bile bile bunu yapanlar ve buna aracılık edenler ve sebep olanlar bu konumdadır HAKK İNDİNDE. Alllah,peygamber kitap, ayet deselerde tevbe edip, nefislere zulümden kaynaklanan kul haklarını ödemeden ve bu tip zulümlerden kaynaklanan günahlardan vazgeçmedikçe Hakikati Nefse zulüm nedeniyle küfür ve şirk içindedirler.
NEFS tek bir HAKİKAT olduğundan yapılan her iş, hayır ve şer, kişinin nefsine “bumerang” gibi döner. Nefsini NURA veya ZULMETE götüren kişinin kendisidir. Ehlulllah bu hakikati: “Hiç kuluna zulmeder mi HUDA ‘sı” Kulun çektiği kendi cezası” dizeleriyle açıklamıştır. Ayetle de “İman edip şükrederseniz, Allah size neden azap etsin” (NİSA/147) buyurulur. Efendimiz günahlar ve benlik şirki ile İMANIN zedelendiğini bildiğinden bize şöyle buyuruyor: “İmanınızı “la ilahe illallah” sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz.” Yani İMANIN kemali için bizi TEVHİD’e davet etmektedir. Bu sırrı Hakk Teala “Ey iman edenler! Billahi sırrı ile iman edin.” (NİSA/136) ayetiyle kurtuluş yolunu bize göstermektedir. “BİLLAHİ SIRRI İLE İMAN” makalemizde ayrıntılar mevcuttur. Zira Hadiste “ İman nerede olursanız olun Allah’ın seninle olduğunu bilmendir.” buyuruluyor. Bütün günahların ve şirkin kaynağı “ böyle bir İMAN İDRAKİ” olmayışından kaynaklanır. Efendimiz “Ümmetim için en korktuğum şey iman zayıflığıdır” buyurarak bu sırra işaret etmektedir.
Zira günahlar “FİİLEN AYETLERİN YALANLANMASI” demektir. Bu ise iman lafının sadece DİLDE olduğunun delilidir. Yani iman zayıflığıdır. Zira Efendimiz; “İman dil ile ikrar; kalp ile tasdik; uzuvlar ile amel etmektir” buyuruyor. “FİİLER İLE AYETLERİN YALANLANMASI” imanın kalp ile tasdik edilmediğinin delilidir. Zira Efendimiz bu sırrı şu hadiste açıklamaktadır: “Vücutta bir organ vardır. O iyi olursa, bütün vücud iyi olur. O kötü olursa bütün vücud kötü olur. O organ kalptir.” İşte kalpte tasdik varsa, fiiller iyi ; tasdik yoksa kötü olur; bunun göstergesi de FİİLLERİNİZ dir. Kalp, nefsi natikanın merkezidir. Nefsi natika NUR olursa, bütün vücud NUR olup fiiller iyi olur. Nefsi natıka ZULMET olursa, bütün vücut zulmet olur. Kötü fiiller (günah) zuhur eder.
Bu zulmet ise NEFSE ZULMÜN neticesidir. Benlik Şirki ile kişi kendi nefsine ve Hakikati NEFSE zulmetmiş olur. Günahlar şahsını ilgilendiriyorsa KENDİ NEFSİNE, kişileri ve toplumu ilgilendiriyorsa hem kendi nefsine, hem ilgili kişilerin “nefsine zulmetmiş” olur. KUL ve KAMU HAKKI’nın sırrı budur. Zira bu zulüm şirktir. “Allah şirki affetmez.” Çözüm yolu: TEVBE ve HAKLARIN ödenmesidir. Adem (as) bize şu ayetle yol gösteriyor: “Rabbimiz nefislerimize zulmettik ve eğer Sen bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (ARAF/23)
Tevbe, zulmetten nura dönme yoludur. Diğer yolu ise Efendimiz şu hadisle açıklıyor: “Amentü BİLLAHİ SÜMMESTAKİM” Billahi sırrı ile iman edin ve “Sıratım Müstekim” üzere olun. Bir diğer yol ise diğer NEFİSlere, NEFS BİRLİĞİ İDRAKİ ile hizmet etmektir. “HAKİKATİ İNSANİYE” idraki ile tüm nefisleri ÖZDEBİR görebilmek ve mertebelerine göre muamele etmek İslamın temelidir. Zira belirttiğimiz gibi kişinin yaptığı iyilik ve kötülük KENDİ NEFSİNE dir. Bu nedenle Efendimiz şu hadislerle bu sırrı açmıştır.
“Biriniz kendisi için sevdiği şeyi, kardeşi içinde sevmedikçe, TAM İMAN etmiş olmaz.”, “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır”, “Sabır imanın yarısı, kesin kez irfanla inanmak tümüdür”, “Kardeşinin maddi veya manevi bir sıkıntısını çözen, hac ve umre sevabı alır”,
Ayetlerle de HAKK bu sırrı bize şöyle bildiriyor: “Zerre kadar hayır işleyen karşılığını görür. Zerre kadar şer işleyen karşılığını görür” (Zilzal/7-8).
Hedef zahir ve batını kemale ulaştırıp TEVHİD EHLİ olmaktır. Bunun yolu ise NEFS TEZKİYESİ ile NEFSİ NUR kılmaktır. Her Cuma hutbesinde okunan şu ayet bu yolu bize emrediyor: “Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği ve akrabalara yardım etmeyi emreder. Fuhşiyattan, kötülüklerden, şirk ve inkardan ve dalaletten sizi yasaklar. Umulur ki siz tezekkür edersiniz.” (Nahl/90)
Mudill’den (zulmet), Hadi (NUR) tecellisine bizi davet etmektedir. “Tezekkür” ifadesi ile bizi fillerimizle bunu göstermeye doğrulamaya davet ediyor. AYETLERİ FİİLEN YALANLAMAYI YASAKLIYOR. Ayetleri fiilen yalanların, dillerinde Allah olması onları ateşten korumaz. Zira dalalette ve şirktedir. Kuran fiilen Hakk’ı yalanlayıp, sözde “Allah-Kuran” ile ayetlerden bahsedenler için şu ifadeyi kullanıyor: “Kitap yüklü Eşek” Bu nedenle Ehlullah şöyle bir kurtuluş reçetesi veriyor: NEFSİN RİYAZATI AKLA TABİ OLMASIDIR. AKLIN RİYAZATI KİTABA TABİ OLMASIDIR. TEZKİYE, İLAHİ İSİM VE SIFATLARIN MUDİLL ETKİSİNDEN KURTARILMASIDIR. AHLAK VE TAKVADA BUDUR. “Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Üstünlük TAKVADADIR.” Ve “Arabın, arab olmayana, arab olmayanın, araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük TAKVADADIR” ve “Hepimiz Adem’in çocuklarısınız” hadislerinde şu sırlar gizlidir.”
ADEM ‘den kasıt Hakikat-ı İnsaniye ve Hakikati NEFS’tir. Kimsenin kimseye, arab-arab olmayan, ile kastedelen de BU HAKİKATTİR. Üstünlük TAKVA olarak belirtilmiş olup bu da NEFS MERTEBELERİ ARALARINDAKİ ahlak-tevhid idraki ve müşahedesi farklılıklarını ifade etmektedir.
TAKVA MERTEBELERİNİN belirtecek olursak:
1.Emir ve yasaklara riayet: Tevhid-i Efal
2.Nefsin taşıdığı ilahi isim ve sıfatları Mudill etkisinden tezkiye ile NUR vasfına çevirmek:
Tevhid-i Esma ve Tevhid-i Sıfat
3.Nefsine arif olmak-Tevhid-i Zat
4.Uluhiyet Tevhidi sırrına ulaşmak
5.TEVHİD-İ NEFS hakikatine vakıf olarak BENLİK VEHMİ-ŞİRKİNDEN ihlasla kurtulmak.
6.Hüviyet Tevhidi idrakine ulaşmak(Vahdeti Şuhud)
7.Halkı ve Hakkı TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE İDRAK= VAHDETİ VÜCUD
8.Tüm bu mertebeleri NEFSİNDE MÜŞAHEDE ederek, CEM (vahdet) ve FARK (kesret) ile TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE, HAKK’I ve mertebelerini “Muhammedi Şuhud” ile basiret gözü (NUR-I HU) ile görmek=VAHDETİ VÜCUD ŞUHUDU
TAKVA YOLU MİRAÇ; MİRAÇ TEVHİDDİR. MİRAÇ, İRFAN YOLU olup, Nefsi irfan ve Tevhid hakikatine ulaşma yoludur:
Efendimiz bu yolu bize şu hadislerle işaret etmektedir: “Alimin günahı bir günahtır. Cahilin ki iki günahtır. Alim günaha düşmesi ile azap olunur. Cahil ise hem günaha düştüğü, hem de öğrenmediği için azap olunur”, “İlim öğrenmek kadın ve erkek her Müslümana farzdır”, “İlim talep etmek ibadettir”, “Akıllı nefsini hesaba çeken, ölümden sonrası için güzel hareketlerde bulunandır. Aciz, nefsini kötü arzularına tabi kılıp Allah’a hiçbir şey yapmadan kuru kuruya güvenen kişidir”, “İlim talep etmek, Allah katında, namaz, oruç, hac ve Allah yolunda savaşmaktan efdaldır”, “Kuran hidayetle ve ilimle ve ilimde idrakle okunduğu zaman tam okunmuş sayılır”, “Kim Allah’a itaat ederse, Allah’ı zikretmiş olur. Namazı, orucu, Kuran okuması az olsa bile. Kim Allah’a asi olursa O’nu anmamış olur. Namazı, orucu ve Kuran okuması çok olsa bile”, “Kim kendisini fuhşiyattan ve münkerden alıkoymayan, doğruya yöneltmeyen bir namaz kılarsa bu onu Allah’a yaklaştırması şöyle dursun; O’ndan daha da uzaklaştırır”, “La ilahe illallah” dünya çıkarlarını, dinleri üzerine tercih etmedikleri müddetçe, kulları Allah’ın gazabından korur. Dünya çıkarlarını dinleri üzerine tercih edip “ la ilahe illallah” denirse, bu kendilerine geri çevrilir ve Allah “Yalan söylüyorsun” der.