İNSANIN HAKKIN İSİM VE SIFATLARINA MAZHAR OLUŞU
Allah şöyle buyuruyor: “Ben gizli bir hazineydim. Bilimekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim. Taki Beni bilsinler”. Böylece Hakkın bilinme sevgisi (hubbi teveccüh) ile insan Hakk’ı Hakk ile tanıdı. Alemlerde Hakk’ı bilebilecek yegane varlıkta insandır. Allah kudsi hadiste şöyle buyuruyor: “Ey Ademoğlu! Seni Kendim için, alemide senin için yarattım”.
İnsanın ilk hakikati ayan-ı sabite olup Hakk’ın Zati ilmindeki ilmi programıdır. İnsanın Zati oluşu bu hakikate dayanır. Zira “ayan-ı sabite” Hakk’ın Zati Nefsindeki ilmi Zatı programıdır. Ayan-ı sabite ise “isim ve sıfatların bir düzenlemesi ve programı”dır. Sonra “Allah Ademe ruhundan nefh etti” (Hicr/28). Nefh edilen ruh Allah’ın isim ve sıfatlarıdır. Zati sıfatları Ruhul Azam, subuti sıfatları ve isimleri Ruhul Kudus olarak adlandırılır. İnsanı, insan yapan işte bu ruhtur. Ruhul Azam sadece insana mahsus, ruhul Kudüs hem insanda hemde alemde yayılan ve her şeye muhit olan ruhtur. Allah Teala kudsi hadiste “Ademi kendi suretimde yarattım” (Halakal Ademe ala suretihi). Buyurarak, insanın ilahi hüviyeti taşıdığını belirtmiştir. İlahi hüviyet ise Zat, sıfat ve isimleri barındırır. “Ademi Rahman suretinde yarattım” kudsi hadisindeki “Rahman” ise sıfat ve isimleri bünyesinde barındırır. Rahman, ilahi isim ve sıfatların “gerçek hüviyetleri” ile zuhurundan ibarettir. Bu nedenle insan Hakk’ın Zati, sıfati ve esma-i tecellilerine mazhar ve tecelligahtır.
İnsanın gerçek hüviyete mazhar olabilmesi için nefsini tezkiye etmesi şarttır. Nefsi marziye ve safiye mertebelerinde insan ancak bu şerefi taşıyabilir. İsim ve sıfatların “gerçek hüviyetleri” ile zuhuru ancak bu nefs mertebesinde söz konusudur. İnsanın ilahi hüviyete mazhar olmasıda, Adem=İNSAN olabilmeside bu mertebelerde sözkonudur. Diğer insanlarda isim ve sıfatların tecellilerine mazhardır ancak mudil karıştığı için gerçek hüviyetiyle mazhar olamamaktadır.
Allah Teala Zatına ait olan isim ve sıfatlarla Zatını izhar etmek istediğinde kendisiyle beraber bir mevcud yoktu. Allah Zatından Zatına Zatıyla Zat için tecelli etti. Bu tecelliden O’ndan O (HÜVE)’na ait olan HÜVE kendisini alem diye adlandırdığı mevcut zuhur etti. İnsan bu zuhurun en keremli varlığı olarak alemde yerini aldı.
“Hem göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini kendinden olarak sizin emrinize amede kıldı” (Casiye/13) ayetiyle alemi insanın kullanımına sundu. Bundan dolayı alemin tamamı Allah’tan olup isim ve sıfatlarının mertebeler ile zuhurundan ibarettir. İnsan hem isim ve sıfatlarının hem de Zatının mazharı oldu. “Ademe bütün isimleri talim etti” (Bakara/31) buyurarak Zatına ait isim ve sıfatları kullanma yetkinliğini insana sundu. Alemdeki çokluk kaynağı isim ve sıfatları oldu. Zatı batında gizli kaldı. İnsanda gizlendi. “Ben insanın sırrıyım, insanda Benim sırrım” buyurarak bu hakikati bildirdi. “O her an bir şe’nde-tecelli’dedir” “(Rahman/29) buyurarak alemde isim ve sıfatları ile devamlı bir oluşu açıkladı. Allah bu mahsus, malum, zahir ve batın alemin hakikati olup, insanda Allah’ın mazharı ve aynasıdır. “Ne var alemde, o var Ademde” buyurularak, insanın tüm isim ve sıfatları vücudunda cem ettiğini açıklamıştır. İnsan bu cemiyeti Hakikat-i Muhammedi’den alır. Kaynağı ise Hakk’tır. Muhammed (sav) mazharların en mükemmeli olup ancak Hakikati Muhammedi ile taayyün eder. İnsan cinsinde bu hakikatin mazharı olmayan hiçbir fert yoktur.
Her insanda bu hakikatin zuhuru ve batın olma durumu vardır. Her insanın yetkinliği ve eksikliği bu hakikati zuhura çıkardığı orandadır. Mutlaka her kamil insanda bu hakikat kemal ile zuhur eder. Hz. Muhammed (sav) en yüce mükemmellik için seçilmiştir. Bu mertebeye O’ndan başkası ulaşamaz. O’ndan gelen feyz ile bu hakikatte yol alınır. “Allah’ın ilk yarattığı nur, nefs, ruh, akul” O’nunkilerdir. Diğer insanlar O’ndan alırlar. İnsan bütünün parçayı cem etmesi gibi Zatıyla bunları cem eder. Çünkü O, alemin hakikatlerinden her hakikatin suretiyle suretlenmiş cem ve vücud mertebesi olan İNSAN’dır. İnsanın zahir ile zahir, batın ile batın, ulvi ile ulvi, sufli ile sufli olma hükmünün alemin kısımlarına sırayeti dolayısıyla mutlak varlık olması da bundandır. Hilafete hak kazanmasıda bundadır ve üzerine halife olduğu şeylerin ona secde etmeside bu hakikatten kaynaklanır. Alemde var olan her şey fark mertebelerinden bir mertebedir. İNSAN ise CEM VE VÜCUD MERTEBESİdir. Hakk-ı Mahluk’un Zatından meydana gelmiş “cem ve vücud mertebesi” olduğunda Allah insanın hakikati olmasından dolayı ilahi isimler ve sıfatlar ile vasıflandı. Kudsi Hadiste belirtildiği gibi; “Allah’ın kendisine yakın olan kulunun kendisiyle işittiği kulağı, gördüğü gözü, kavradığı eli, yürüdüğü ayağı olması vb.” durumu bundan dolayıdır. Bir başka hadiste de Allah’ın “Ben o kul olana değin …” dediği rivayet edilir. Bütün bunlar insanın ilahi sıfat ve isimlerinden üzerinde bulunduğu şeyin hakikatine işarettir.
Alemdeki her şe’n ancak Hayy ismine sıfat olmasını iktiza etti. Hayat ise ancak Zata aittir. ilim sıfatı ise şu üç sıfatın varlığı ile mükemmel olur: hayat, kudret ve irade. Kudret sıfatıda şu üç sıfat olmadan mükemmel olmaz: hayat, irade, ilim. İrade sıfatıda şu üç sıfat olmadan mükemmel olmaz: ilim, kudret ve hayat. Hayat sıfatıda şu üç sıfat olmadan eksik kalır: ilim, irade, kudret. Bu dört sıfat (hayat, ilim, irade, kudret) ilahi isimlerin anaları ve kaynağıdır. Nefsi isimler sadece bu dört sıfattır. Sem ve Basar sıfatları İLİM sıfatının altındadır. Kelam sıfatı ise Kudret sıfatının hükmü altındadır. Tüm ilahi isimlerde bu dört sıfatın hükmü altındadır. Bilinmelidir ki insan Allah’ın Zatından yaratıldığında ilahi yetkinliklerinin hakikati tabilik ve fer’ilik yoluyla değilde ASIL olma yönünden ZAT ve MERTEBE bakımından ona ait oldu. Bundan dolayı insan Zat ile ilahi zatın, hüviyeti ile ilahi hüviyetin, vahidiyeti ile ilahi vahidiyetin mukabilidir.
İlahi Zati ait yetkinlik sıfatlarından kendisinde bulunan sıfatlar ve isimler ile uluhiyetin mukabilidir. Kendi nefsi sıfatları ile ilahi nefsi sıfatların mukabilidir; hayatıyla hayat sıfatının, ilmiyle ilim sıfatının, kudretiyle kudret sıfatının, iradesiyle irade sıfatının, sem ile sem sıfatının, basarıyla basar sıfatının, kemaliyle kemal sıfatının mukabilidir. Bunların tamamı mülk ve Zat mertebesi üzeredir. İnsanın ruhu ve bu ruhun malumatındaki yayılışı Hakk’ın ruhuna ve bu ruhun hayatının mevcudatta yayılışına benzer. İnsanın aklı ilahi ilime benzer. İnsanın musavvire gücü ilahi iradeye benzer. Himmeti ise ilahi kudrete benzer.
Mertebeleri bakımından malumatını görmesi ilahi görme sıfatının benzeridir. İşte birlik bakımından malumatını işitmesini yani idrak etmesini Hakk’ın işitme sıfatına benzer. İnsanın muhayyilesinde bulunan ve var olması istenen bir suretin var edilmesini Allah’ın “Ol” kelimesine benzer. Bunların var olması zatında yerleşmiş “Hakk ile” olur. Bu nedenle Hakk hakikati üzere senin zatında, zatınla olur. Bilinmelidir ki, insani hakikat (hakikat-i insaniye) ilahi Zattır. Allah’ın kullarına kendisini tanıttığı kemal sıfatları ve halka bildirmeyip kendi katında tuttuğu kemal sıfatlar, bunların tamamı “insani hakikate” aittir.
O halde onu “Allah” ismiyle kendinde (nefsinde) kendinden talep et. Taki müsemmayı bulasın. İsmin bir mahalde oluşu müsemma, ismin gerçek hüviyetiyle o mahalden zuhuru ise tesmiyedir. Ahlakı oluşturan müsemma ve tesmiye olunuşudur. Bunun marifeti sende gerçekleştiğinde, sonra tanıdığın bulduğun, bulduğunla istediğin şeyde o isimle tasarrufta bulunursun. İstidadın oranında kemale ulaşırsın. İstidat seni kemale ulaştırandır. İnsandaki istidat ve kabiliyet aynadaki cila ve aynanın karşısında bulunma gibidir. İnsan Allah’ı bilmede en şerefli varlıktır. Kudsi Hadiste: “Beni göğüm ve yerim kuşatmadı. Ancak mümin kulumun kalbi Beni kuşattı” buyurulmuştur. İnsan bu nedenle alemin temeli ve kalbidir. Bu nedenle alem insanın emrine amade kılınmıştır. “Müminin kalbi arşullah, beytullah, hazinetullah, miratullah” buyurulurken bu hakikatler anlatılır.