Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

C.D.24. Ayan-ı Sabite – Nefsi Natıka İlişkisi



AYAN-I SABİTE – NEFSİ NATIKA İLİŞKİSİ



Ayan-ı Sabite, insan dahil alemlerdeki her zerre ve mevcudun Hakk’ın İlmi Zattaki ilmi hakikat programlarıdır. Bu ilmi hakikat programı Hakk’ın Zatında, Zatından Zatına, Zatıyla, Zatça bir düzenlemesidir. Bu düzenleme “İlmi Zat Mertebesi”nde gerçekleşir. İlim Zatı Nefisde dürülü olduğundan Hakkın Zati Nefsindeki İlmi programlarıdır ayan-ı sabite. Kısaca Zati Nefisteki uluhiyet düzenlemeleridir. Ayan-ı sabiteler Zatta, Zatıyla beraber olduğundan ve açığa çıkmadıklarından mahluk değildir. Zatın programları olarak Zatındadır. Bilgisayarı “Zatı Nefis” olarak farzedersek “Windows programı” Hakkın Zatı Nefsindeki İlmi Zat programıdır. Henüz açılmamış halde iken bu programın etkileri olmadığından mahluk değildir. Zatından Zatına, Zatıyla, Zatça düzenlemesidir. Ayan-ı sabiteler “Windows” programındaki henüz suretlenmemiş ve açılmamış “internet adresleri” gibidir. Zatın “Kendinden Kendine” dönen ve henüz zuhura çıkmamış Kendi Zati Nefsindeki programlardır. Açığa çıkan ve çıkacak olan her şeyin programı Zati Nefisdedir. Yani hakk’tadır. İşte “Allah” ismi camisi tüm bu programları da bünyesinde toplanan Zati ismidir Hakk’ın. Bu nedenle bu programlar “Uluhiyetin bir düzenidir” diye belirtilmiştir. Allah ismi tüm ilahi isim ve sıfatları bünyesinde bulundurduğundan ayan-ı sabiteler Hakk’ın ilahi isim ve sıfatlarından Zatın, ilahi isim ve sıfatları ile zuhura çıkmadan önceki konumlarıdır. Ayan-ı sabiteler ilahi isim ve sıfatlar ile “Allah’ın uluhiyetinin” Zattaki programıdır. Allah ise uluhiyetini (ilahlığını) Kur’an ile açığa çıkaracağından ayan-ı sabiteler “Kur’an’ın Zatça” düzenlenmeleridir. Tasavvuf ehli bu nedenle Kur’an’ı “Cemi esma ve sıfatı cami Zat” yani “tüm esma ve sıfatı toplayan Zat” olarak tanımlanmışlardır. İnsanın ayan-ı sabitesi bu nedenle Kur’an ile dürülü olarak programlanmıştır. Bu nedenle kudsi hadiste Allah “İnsan Benim sırrımdır, Ben insanın sırrıyım” buyurmuştur. Diğer tüm mevcutlar Kur’an’dan kendilerinin (nefislerinin) açığa çıkarabileceği istidatları kadar isim ve sıfatlarla düzenlenmiştir. Bu açıdan her mevcud Hakk’ı bilir ve Hakk’ın düzenine uyar ve uluhiyetini Hakkın istediği şekilde zuhura çıkarır. Bu her mevcudun Kur’an’da bahsedildiği tesbihidir. Yani Hakkın kendi programları doğrultusunda uluhiyetini kendilerinde açığa çıkışını biliş ve kabul ediştir. Her ayan-ı sabiteye varlık veren Nefesi Rahman’dır. Yani Zati Nefsin uluhiyetini ilan için onlara Zati Nurundan varlık vermesidir. Bu husus “Nefesi Rahman” makalemizde anlatıldı.

Nefesi (Nefsi) Rahman ayan-ı sabitelere varlık verdiğinde, Hakk’ta her mevcuda kendince bilecek bir özellikte kendi Zati Nefsine “ilahi ayna” olarak nefsini verdi. İnsana ise özel olarak “NEFSİ NATIKA” sını armağan etti. Nefsi natıkayı Allah’ın nuru ve Kur’an’ın sırrı ile dürerek, ayan-ı sabiteleri zuhura çıkarabilecek tarzda, taayyün mertebelerinden şehadet alemine beden kalıbıyla nüzul ettirdi. Nüzulundan önce elest denilen hadise ile bu idrak sahibi ve hayy olan cevhere “Ben sizin Rabbınız değilmiyim?” sorusunu yöneltip, “Evet Rabbımızsın” cevaplarına nefislerini şahit tuttu. Bu şehadetin yaşanıp idrak edilmesi için ayan-ı sabitelerindeki hakikatleri (NUR – İLAHİ ESMA – KURAN) açığa çıkarmak ve onlarla ahlaklanmak üzere şehadet alemine indirildi. İşte bu nedenle Allah “Ben Ademi kendi suretimde yarattım” ve “Ben Ademi Rahman suretinde yarattım” buyurmuştur. Nefsi natıkasını, Zati Nefse ilahi ayna olarak vermiş ve nefsinde ilahi isim ve sıfatları yaşayarak “kendinin bilinmesini” murat etmiştir. Bu nedenle “Nefse ve onu düzenleyene yemin ederim ki” buyurmuş ve “Nefsi düzenleyip ona ruhumdan nefh ettiğim (üflediğim) zaman” (Sad/72) ayetiyle bu düzenlemenin ne muhteşem bir şey olduğunu bize ifade etmiştir. İşte nefs, Allah’ın ruhu ve nuru nefh edilecek ayan-ı sabitesindeki, yani programında olan ilahi isim ve sıfatları yani Zati ilahiyi yansıtacak ayna olmuştur. Bu nedenle “kendi suretimde” ve “Rahman suretinde” yarattım diyerek insana muhteşem bir sırrı vermiştir. Kudsi hadiste belirtildiği gibi “Ey Ademoğlu! Seni Kendim için alemleri de senin için yarattım” buyurarak insanın Zatı için ne kadar keremli bir varlık olduğunu belirtmiştir. İlahi isim ve sıfatların suretlerini açığa çıkarmak demek onlarla “ahlaklanmak” demektir. Bu nedenle hadiste “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız ve Peygamber ahlakı ile ahlaklanınız” buyurmuşlardır. Peygamber Efendimiz (sav) in nefsi natıkası Hakka mutlak ilahi ayna olduğundan O’nun ayan-ı sabitesi en mükemmeli insanlık alemine örnek olmuştur. Bu nedenle O, “benim mucizem Kur’andır” ve “Ben gören Hakk’ı görmüştür” buyurmuştur. Ve her insanın hem ayan-ı sabitesi hem nefsi natıkası bu hakikatlerle dürülü olduğundan hadiste “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar” buyurarak bu hakikatlerin yaşanabileceğini ve bunun tüm insanlık için geçerli olduğunu belirtmiştir.

Bu hakikatlere örnek verecek olursak insanın her hücresi kromozomlarında DNA dediğimiz genetik şifreyi taşır. DNA şifrelerini ayan-ı sabiteye benzetirsek, DNA kanalıyla açığa çıkan etkiler ve sonuçlar hücrelerdeki tüm faaliyetlerin kaynağı ve yöneticisidir. Fonksiyonlar bu yönetim ile açığa çıkar. Zatının Zatındaki düzenlenmeleri olan ayan-ı sabiteler, nefsi natıkalarda açığa çıkacak faaliyetleri yöneten denetim merkezleridir. Ayan-ı sabiteler Zatın, Zatındaki düzenlemeleri olduğundan nefsi natıkayı idare edende Zat’tır. Ama tasarrufu ayan-ı sabiteye yani ilahi programa ve nefsin Hakka verdiği malum bilgi üzerindendir. İşte kaza ve kader konusu burayla çok ilgilidir. Kaza ve kaderi ortaya çıkışında hem insanın nefsi mertebesinin rolünün hem İlahi Zatın rolünün açıklanabileceği konudur. Mutlak ve Muallak kaderin açıklanmasıda bu konu ile yakından ilgilidir. Çok geniş olduğundan sadece değinerek geçtik. Bu konuyla yine DNA üzerinden örnek vererek devam edersek;

İnsan nefsiyle DNA’sına devamlı “malum bilgi” göndermektedir. Beslenmesi, sigara ve içki içmesi, yaşam tarzı, öfkeleri, sevinçleri, konuşması üzerinden DNA sına mesaj vermektedir. Olumlu veya olumsuz. Bu DNA ya yani her hücreye ulaşan malum bilgidir. Tasavvuf ve ilme göre “İlim maluma tabidir”. Sonuçlar malum bilgi üzerinden değerlendirilip, neticeleri de o bilgiye göre oluşacaktır. Örneğin sigara içen bir birey DNA sına bu malum bilgiyi gönderecektir. DNA’da bu malum bilgi üzerinden kendini düzenleyecek, bir süre kendini koruduktan sonra sınır aşıldığında hastalıklar (KOAH, kanser) açığa çıkacaktır. Verilen malum bilgi ile ilimde olan bir şey açığa çıkacaktır. İlim, sigara içenlerde böyle hastalıkların çok sıklıkla, içmeyenlere göre, ortaya çıktığını belirtmektedir. Bugün DNA’ların her türlü dış ve iç etkenlerle değiştiğini ilim bildirmektedir. Biz insanlarda stres faktörü olarak bu bulgunun farkındalığını yaşamaktayız. İşte bizde nefsimizdeki malum bilgilerle (ilim-ahlak, tecrübe, yaşantı vb.) ayan-ı sabitelerimize yani Zata böyle malum bilgiler vermekteyiz. Yani ayan-ı sabitelerimizden açığa çıkacak olan ilahi isim ve sıfat tercihi ve Kur’an’ın ilgili bölümlerinin açığa çıkış tercihlerini Hakka nefsimizdeki bilgilerle vermekteyiz. Bu hakikati ehlullah; “Suyun rengi kabının rengidir” diye belirtmiştir. Nefsimizdeki malum bilgi üzerinden Allah bizi değerlendirmekte ve bu bilgiye göre bize tecelli etmektedir. Biz ne kadar “Kur’an ahlakı” ile yaşarsak ahiret tercihimizi bugünden oluşturmaktayız.

Bu nedenle hadiste “99 esmayı ihsa etmeyen Cennete giremez” buyurmuşlardır. 99 esma ile özetlenen ayan-ı sabitemizde dürülü olan ilahi isim ve sıfatlardır. Nefsi natıkamızın bu ilahi isim ve sıfatlarla ahlaklanarak şehadet aleminden ahiret alemine gitmemiz istenir. Ayan-ı sabitemizde batın-evvel olarak bu 99 esma ile özetlenen ilahi isim ve sıfatlar dürülüdür. İşte zahir ve ahirimiz olan dünyada bunları yaşayarak ilahi hüviyetin aynası olarak evvel-ahir-zahir ve batınımızı bütünleştirerek ahirete gitmemiz istenmektedir. Hz. Mevlanın “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” cümlesindeki bir hakikat de budur.

Zira Allah ilahi hüviyetiyle zahirdir, batındır, evveldir, ahirdir. Kendi suretinde yarattığı insandan da bu özellikleri birleştirmesini istemektedir.

Nasıl ki DNA her hücrede vardır ve her hücrenin faaliyetlerini yürütür. Kendi hücresindeki faaliyetleri yürütürken Kendi faaliyetleri dışındaki genel faaliyet bilgileri DNA’larda dürülü iken zamanı gelince açığa çıkmaktadır, insanda da ilahi isimler böyle genel ve özel hallerde zamanı gelince açığa çıkarlar. Bu Allah’ın Dehr ismiyle ilahi isim ve sıfatları yaşamayı zamana yaymasından ibarettir. Ayan-ı sabitemiz ise bu hakikatleri bir bütün olarak taşımaktadır.

Bugün bilinen bir hakikate dikkat çekmek istiyorum. Bilgisayar programı 1 ve 0 tabanlı yani ikili bir sistem üzerine kuruludur. DNA programı ise dörtlü bir sistem üzerine kuruludur. Batınımız ise 99 esma ile özetlenen sonsuz bir programın sahibidir.

Ahiret aleminde batın halimiz, zahire; zahir halimiz batına dönecektir. Yani bizi ahiret alemin de en az 99 tabanlı bir zahir program beklemektedir. Bugün için bunun hayali bile mümkün değildir. Ancak mükemmelliği üzerinde vurgu yapmak için belirtilmiştir. İşte kişi nefsi natıkasını ne kadar tezkiye ederse ve kendisinden çıkardığı ilahi isim ve sıfatlar ne kadar çok olursa ahretteki yaşamı o kadar muhteşem olacaktır. Ya da tersi. Nefsi natıkamızı, ayan-ı sabitemize ulaştırırsak yani Zati programa ulaşırsak Zatında yerimizi almış oluruz. Hem de daha bugünden. “Ölmeden önce ölünüz” hadisi ve “İlim ile diri olan ebedi ölmez” hadisi bu gerçekleri anlatır. Tasavvuf ehli böyle hali “Künhü Zat Cenneti” olarak adlandırmış ve yaşamın amacının “geldiği gibi gitmek” olduğu vurgulamıştır. İslam fıtratında doğup, İslam olarak ölmek olduğunu vurgulamışlardır. Bunu belirten ayeti kerimede “Sakın ha ölmeyin, ancak Müslüman olarak ölün” (Bakara/132) diye vurgulanmıştır.

Nefsi natıka aslı nur ve Kur’an sırrı olduğundan, onu asli haline ve batın olan haline döndürmek ancak tevhid ve nefs mertebelerinin eğitimi ile olabilir. Nefs tezkiyesi ve mücahedesi bu yolda anahtardır. Bu yolda rehberler ise arifibillahlardır. Zira onlar bu yolu gidiş-dönüş olarak yaşayıp Hakk’ın halifesi, Resul’ün varisleri olmuşlardır. Kişinin kendi hakikatine ulaşmanın yolu budur. Ayan-ı sabite ile Zat aleminden nefsi natıkanın şehadet alemine iniş yolunu (nüzul) takip ederek; şehadet aleminde nefsi ile yeniden Zat alemine ulaşma (uruç) yoludur. Aslına ulaşmaktır. Kişinin miracını tamamlayarak “kelime-i şehadeti” idrakle söyleyerek Müslüman olma yolculuğudur. Bu da ancak “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinin idrakle yaşanması ile mümkündür. Peygamber ve varisleri bu yolculuğun rehberleridir.



önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi24
Bugün Toplam382
Toplam Ziyaret888174
Hava Durumu
Saat
Takvim