SÜNNETULLAH = İLİM MALUMA TABİDİR = İLİŞKİSİ
İlim Zati Nefsin “aynı”dır. İlim Hakk’ın sıfatı olup tüm sıfat ve esmaların kaynağıdır. Kudret, iradeye; irade ilme; ilim ise maluma tabidir. Hakkın Zati Nefsindeki ilmine ZATİ İLİM ve bu mertebeye de İLMİ ZAT MERTEBESİ adı verilir. Zati ilimdeki her mevcudun “ilmi hakikati”ne “ayan-ı sabite” adı verilir. Ayan-ı sabite, ilmi hakikat olarak Hakk’ın isim ve sıfatlarını içerir. İlmi Zat mertebesi “VÜCUD” olup, her ayan-ı sabitede “mevcud” olarak zuhura çıkar. Yani şehadet alemindeki her mevcut kendi mertebesinden Vücud’un, İlmi Zat’ın ve Zat’ın “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” bir suretidir. Her mevcud kendindeki ilim kadar ve o ölçüde esma ve sıfatları taşımaktadır. İnsanın hakikati (hakikat-i insaniye) ise tüm ilahi isim ve sıfatların kompleksidir. Hepsini zuhura çıkarabilecek kapasitede batıni hüviyetinde tüm isimleri ve sıfatları taşımaktadır. Bu nedenle alemdeki en kemalli ve yetkin kereme sahip varlık insandır. İnsanın ve her mevcudun temsil ettiği “İlm-i hakikati” onun “malum”unu teşkil eder: Her mevcud, tabiidir ki, insanda Allah’ın Zati ilmine tabiidir.
Alemdeki her mevcudu içten ve dıştan kuşatan ilim o şeyin hakikatidir. İlim ise her şeye muhittir. Allah’ın aleme koyduğu her ilahi-zahiri ve batını kanun O’nun ilmidir. Yer çekimi kanunu, fiziksel, kimyasal ve matematiksel her kanun ve denklem O’nun ilminden olup, bizler için şehadet aleminde “malum” bilgi olarak tezahür eder. Bu malum bilgi, Zati İlmin mevcudları ve aleme koyduğu ilahi sınırlar olup O’nun ilmine tabiidir. Her malum şehadet aleminde anahtar rolü oynar. Örneklendirecek olursak, bir ev sahibi olan insan için, o evin tapusu “malum”dur. Yürürlükteki kanunlar bu malum bilgiye yani tapudaki bilgileri esas alır. Kişinin ev sahibi olduğunu ispatlaması için “tapu bilgileri”ne ihtiyacı vardır. Bir besinin içindeki vitamin, mineral, protein , yağ ve karbonhidrat oranları malum bilgidir. Bunların oranları ve vücutta kullanım yerleri de tıp ilmine ait bilgilerdir. Kişiden alınan kan değerleri ölçülerek, kişinin sağlık durumu hakkında “malum” elde edilir. Tıp “ilmi” malum bilgiyi kullanarak, o kişinin şeker, tansiyon, kolesterol vb. hastası olup olmadığına hükmeder. Yani “ilim maluma tabi” olmuş olur. Kişi bu öneklerle hayatında bir çok malum bilgisinin, o konudaki “ilme” tabi olduğunu anlayabilir.
Gerek zahiri (maddi), gerek batıni (manevi) her ilim, Zati İlmin açığa çıkmış halidir. Yeni keşfedilenler ve keşfedilecek olanlarda Zati İlmin şubeleri olur. Keşfedilenler alem ve insan için “malum bilgi” olup her biri Zati İlme ulaşmak için anahtar rolü oynar. Zahirdeki her ilim için bu gerçek üzerinden yeni keşiflere ve ufuklara doğru yol alınır. İşte tüm “Zati İlmin” alemdeki “malum” açılımları ve ilahi kanunları “Sünnetullah” olarak adlandırılır. Sünnetullah ile hayat kesintisiz ve belirli kurallara göre yönetilir. Güneş her gün hesaplanan saatte doğar ve batar. İnsan bu bilgiler (malum) yani Sünnetullaha riayet ederek gelişmeleri ve keşifleri yapmaktadır.
İnsanın nefsi natıkası, Rabbin tecelli mahallidir. İnsan gerek zahiri gerek batıni ilmi nefsinde taşır. Yani nefsi natıkasının taşıdığı her türlü bilgi ve vasıf-ahlak Allah için “malum” bilgidir. Allah’ın kişiyle muamelesinde nefsindeki bu malum bilgi üzerinden yürütülür. Allah’ın “batıni Zati İlmi”de Kuran ve hadislerle açıklanmış olup bu hususlar da “batıni Sünnetullah” ve “batıni kanunlardır.” Kişinin nefsi natıkasında taşıdığı ilim, ahlaki vasıflar, sabır, tevekkül, mücahede, kibir, ucub, tevazu, niyet, dua, vb. vasıflar Allah’ın Zatına sunduğu “malum” bilgilerdir. Kişi nefsindeki bu vasıflar ile Hakk’tan fiili ve kavli ve hatta istidadi olarak tecelliyi talep etmektedir. Hakk’ın nefse tecellisi de bu malum bilgi üzerinden olur. Bu “Rububiyet” vasfıyla nefse “RAB” tecellisi olup Hakk’ın kişi kendine çekecek şekilde gerçekleşir. Nefsteki malum bilgiye göre bu tecelli Celali ve Cemali olabilir. Bu ise imtihan sırrındandır. Nefsteki “malum” bilgi, Zati İlme yani Kuran ve Hadise uygun özellik taşırsa, Cemal, aksi özellikler taşırsa “Celali” olmaktadır. Her iki tecellide de Hakk’ın hedefi kişiye Kendini bildirmesidir. Zira amaç, Hakk’ı bilmektir. Nefsteki malum bilgi Hakk’ın ilmine (Zati İlim) uygun ise, tecellisi Cemali olarak, uygun değilse Rububiyeti Celali olarak gerçekleşmektedir genellikle. Bu ise Rububiyetin ve Uluhiyetin sırrıdır. Zira Hakk’ın şehadet aleminde bilinmesi murad edilmiş olup, Kelime-i Tevhid’in müşahedeli olarak yaşanması için bu tecelliler nefiste gerçekleşmektedir. Bu nedenle “Tecelli meclaya tabidir” buyurulmuştur. Mecla (AYNA) nefsindir.
Nefisteki malum bilginin daha üst mertebesi fiili ve kavli hali ve istidadi olarak nefsimizde taşıdığımız bilgidir. Kavli olarak Ya Rezzak derken, fiili olarak çalışmamız vasıtasıyla istidadımızda olan rızk bize Hakk tarafından sunulacaktır. İstidadımız ise Zati İlimdeki kendi ilmi hakikatimiz olan “ayan-ı sabitemiz”de gizlidir. Hakk ayan-ı sabitemizi, Kendi ilahi isim ve sıfatlarını bizlere vererek her insanı kerim bir varlık kılmıştır. Elestte her birerlerimiz “Evet Rabbimizsin” diyebildiğimiz için ayan-ı sabitemiz “Hadi” dominant-baskın olarak halkedilmiştir. Ancak Elestte “işittiğimiz” bu hakikate, şehadet aleminde “itaat” edip etmeyeceğimiz imtihan sırrı olarak bizlere sunulmuştur. “Muhammedenresulullah” sırrı ile Kuran ve Hadisler (Efendimizin hakikati) “malum” bilgi olarak kullanılarak “La ilahe illallah” sırrına ulaşılır. Malum, bizi ilme ulaştıran ve Zata kavuşturan hakikat olmuş olur. Bu suretle kelime-i şehadeti bu alemde idrakla söylemiş oluruz.