HACCIN HAKİKATİ
Kur’an “şeair” kavramını hac için kullanmaktadır. Şeair, somboller demektir. Her sembol kendi dışında bir hakikati açıklar ve sembolize ettiğinin ise değeri vardır. Hac yolu, “hayat yolunu” sembolize eder. Hayattaki doğru yolu tarif etmektedir. Haccın amacı yolun sonunu unutmamaktır. Bu açıdan hac mahşerin provasıdır. Hac, terk ile başlar. Hac avantaj değil sorumluluktur. Kur’anın şehadetiyle, hacca tüm insanlık davet edilmektedir.
Kabe, Hakk’ın Mutlak Tevhidini sembolize eder. Kabenin içi amâiyet, kabenin örtüsü amâiyetten Kur’an ile zuhura çıkışı yani uluhiyeti Zatını temsil eder. Bu hakikatlerin müşahedeli bir idrakle yaşanmasını sombolize eder. Kısaca “eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” hakikatinin müşahede edileceğinin müjdesidir Kabe.
Haccın mebrur olduğu, kabul olduğu ise, kişinin nefsini idrak etmesi ve bilmesi, kendinden ölmesi Hakkla dirilmesi ile belli olur. “Ölmeden önce ölünüz” ve “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” hadislerinin yaşanması ile “mebrur hac” hükmünü kazanır. Hacca gitmek başlamaktır, bitirmek değil. Allah’a söz vermektir. Allah’ın hayat yolumuzu da “hac” kılmasını dileriz. Sembollerle ifade edilen hakikatleri yaşamak, hayat yolunda kullanmayı kolaylaştırmasını isteriz.
Hac, “Allah ile” “Allah için” yapılmalıdır. Bu “Bismillah” sırrı ile şehadet aleminden gayb alemine yönelmekle “nefsini” ve “Rabbini” bilme yolculuğudur. Bu nedenle Hac, bütün ibadetleri içinde bulunduran bir farzdır. Hac, Allah’la Allah’a yönelmektir. Allah, Hz. İbrahim (as)’a hitapla “Evimi kendisini tavaf ve secde edenler için temizle” (Hac/26) buyurarak Ev (beyt)i kendisine ait yapmış, insanların kendini idrak için mescit ve ibadethane yapmıştır. Ev kendinin olunca sahibide orada olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle Hac, Allah’ın şehadet aleminde idrak ve müşahede edileceğinin insanlara bir müjdesidir. Hac, Allah’ın Mutlak Zatının birliğini (Ahadiyet), uluhiyet ve Rububiyetinin idrak edilebileceğinin, nefsi natıkanın bu bilinme için insanlara emanet edildiğinin bir ifadesidir. “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisinin müşahedeli, fiili bir yaşamıdır Hac. Allah nefsi natıkayı insanın kalbine koyduğundan, onu idrak edip hakikate ulaşan mümin kulunun kalbini “beytullah” kılmıştır. “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım” buyurarak orada tecellide olduğunu bildirmiştir. Allah Hac’da Kabe ile mümin kulunun kalbini bir araya getirerek “Mümin, müminin aynasıdır” hadisini fiilen yaşatır. Kalbin, Allah’ın tecelli mahalli olduğunun idrakine ulaşır. Haccın tamamında Allah ile, Allah için, Allah’ın tecelli mahalli (tecelligah, mazhar) oluşuyla Hakkın müşahede, bilinme makamına ulaşır. Çünkü Hakkın her şeyi gördüğü, bildiği, duyduğu vs. bilinci en yüksek idrake ulaşır. Şehadetten gayba yolculuğunda, Allah her mertebeyi bildiğinden, nefsindeki her türlü düşünceyi, ilmi, gizliyi, gizlinin gizlisinide bildiğinin bilinciyle ibadetini yerli yerince Hakkça, Hakk’la yapar. Zira nefse, kalbe ait düşüncelerini şeriat-ı Muhammedi vasıflarla süsleyerek Allah’ın ve Resulünün ahlakı ile donanma yoluna çıkmıştır. Bu tüm Hac boyunca değişik mertebelerde, değişik boyutlar kazanır. Özü ise “Allah ile” olduğunun bilincinde olmaktır. Beyt “Allah’ı müşahede” ettiğinin ifadesidir. Namazdaki müşahedenin, zahir olarakta yaşanmasının ifadesidir bu idrak. Bu idrakte olarak haccı yerine getirmek gerekir. “Allah ile” olduğunun bilincinde olmadan yapılan hac ise gafleti içerdiğinden, “Allah ile” değil “Allah’a doğru” tavaf yaparlar. Yani gaybı ile değil, gayba doğru yolculuk halindedirler. Halbuki kabede olmakla kişi, Allah iledir. Kabenin Rabbi ile birlikte, gaybıyla beraber olarak tüm mertebeleri barındıran kalbinde yani nefsi natıkasını O’nunla oluşu, birlikteliğiyle Haccını yerine getirmek gerçek hedeftir. Kabe müşahede edilmiş, O’nun ahadiyeti, uluhiyeti, Rububiyeti ile samediyet vasfıyla O’nunla birliktelik müşahedeli olarak gerçekleşmiştir. Bundan sonraki amaç O’nun Ahadiyetini, Samediyetini, uluhiyetini, Rububiyetini idrak etmektir. Haccın bütün rükünleri bu irfanı elde etmek için kabe gibi temsili, tafsili ifadelerin fiilen yaşanmasıdır. Haccı “Allah ile” “Allah için” yerine getiren kişiye ise Allah vekil olacaktır. Zira kudsi hadiste “Kim Allah için olursa, Allah’da Onun için olur” buyurulmuştur. Kabeyi görünce duanın kabul sırrıda burada yatmaktadır. Kabeyi zahiren görmek, batında ise O’nun Ahadiyetini, Samediyetini, uluhiyetini ve Rububiyetini idrak etmek demektir. Gerçekten bu idrakle yapılan dua Allah’ın Zatına yönelmektir ki, bu duaya icabet ise en hızlı şekilde olacaktır. Zira “Hakk ile” beraberdir. “Nefsi Hakk ile olmakla” Hakkın vasıflarıyla bezenmiştir. Nefsinde ise tecelli eden Hakk olduğundan, tecelliyi murad olan duaya icabet Hakk’ça Hakk’la, Hakk’tan olacaktır ki, bu duaya icabettir. Hacer-i esvedi “Allahuekber” ile selamlamak tevhid tanıklığı ile Allah’ı birlemektir. Her şaytta bu tevhid tanıklığı ile rıza ve sevinç ile Hakka biat etmiş oluruz (Rıdvan biatı).
TAVAF
Kabe Allah’ın Ahadiyetinin sembolüdür. İçi âmâiyet kendisi ahadiyet, dışı uluhiyeti, samediyeti ve Rububiyeti temsil eder. Kabe örtüsü (Kur’anla süslü) ise tüm bu fonksiyonları “Muhammeden Resulullah” sırrıyla Kur’an ve İnsan-ı Kamil vasıtasıyla alemlerde yerine getirdiğinin ifadesidir. Hacer-i esved ise Allah’ın alemlere yönelmesinin yani içindeki, gizli hazinesindeki sırların ilk açılma, zuhur mahallidir. Allah’ın eli ve gözü mesabesindedir. Kur’andaki ilk ayet olan besmelenin “bâ”sıındaki noktayı temsil eder. Hacer-i esvedi selamlayan Allah’ı ve O’nun alemlere açılış noktasını selamlamaktadır. Selamlayan kendisi ve diğerleri ise Kur’an ile bütünleşmiş, nefsi natıkasının hakikati olan Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrı makamına yönelmek, kendi hakikatini bilerek, bu hakikatide sahibine teslim edip Müslüman vasfıyla “Allahuekber” diyerek, Hacer-i esved kanalıyla şehadet alemiden tüm mertebeleri içine alarak, gizli hazine olan kabenin içine gayba yönelmektedir. Zuhurda tecelli mahalli olduğunun idrakiyle, gizli hazineden zuhura çıktığının şuuruyla tavafa başlar. İlk karşılaştığı “kabenin kapısı”dır. Kabenin kapısı, gizli hazine olan âmâiyetten alacağı ikram ve ihsanlarla süslenir. Bu ise “Allahuekber” deyişindeki niyet ve ihlas oranındadır. Yani nefsine ve rabbine arif olduğu düzeydedir. Namazda her mertebe “Allahuekber” ile geçilirken, tavafta her mertebe bu kelam ile geçilir. Bu nedenle Hz. Resul (sav) “Tavaf yürüyerek eda edilen namazdır” buyurmuştur. Namazdaki kişi ise “Allah iledir” ve namaz Allah ile kulu arasında ikiye ayrılmıştır. Kula daha önce belirtildiği üzere istediği verilecektir. Bu nedenle tavaf eden, “Allah ile” olduğunun bilincinde olmalıdır. Fatiha ise namazın esasıdır. Fatiha 7 ayettir. Tavafta 7 şafttır. Her şaftta bir ayetin hükmü kişiye ikram edilir. Fatiha Kur’anın özü ve özeti olduğundan, tavaf eden Kur’an ahlakı ile “Allah ile”dir. Yani nefsi natıkası aslı olan “Allah’ın nuruna” ve “Kur’anın sırrına” ulaşmış olacaktır. Namaz tezkiye olduğundan her şaftta nefsin mertebeleri katedilip, nefs tezkiye olacak ve felaha ulaşacaktır. “Nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir” (Şems/9) ayetinin tecellisine mazhar olacaktır.
Tavafta her şaftta “nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmainne, nefsi raziye, nefsi marziyye ve nefsi safiye (zekiye) mertebelerini yani 7 nefis mertebesini katederek asli saf, arınmış haline ulaşacaktır. Allah bu nefs mertebeleri katedilirken gerekli olan Kur’anın ahlaki vasıfları üzerine halk edildiği hale göre tesviye edilmiş olacaktır.
Nefsi tezkiye olan kişiye ise Allah ruhundan nefh ettiğini (üflediğini) bildirmiştir. Nefh edilen ruh ise nefsin Hakkani vasıflarıdır. Bunlar kabede bulunan altı yüzü temsil eden 6 Zati sıfatların (vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, kaim bi nefsihi, muhalefetül lil havadis) tecellisidir. Bu ise nefsi natıkanın temsil ettiği bu sıfatlardan tecelli ile, tecelli oranında hissesini alır. 7 şaft ile tavaf ile nefsine sübuti sıfatları nefh edilir. Bunlar, hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam sıfatlarıdır.
Kabe örtüsü “Ku’ran”ı temsil ettiğinden ve Kur’an ise “Cemi esma ve sıfatı cami Zat” yani “tüm esma ve sıfatları açığa çıkaran Zat” mertebesinden tecelli altında olduğunun idrakidir. “Allah” zat ismi ise tüm bu isim ve sıfatları içerdiğinden, tavafla tüm esma ve sıfatları kulun nefsine nefh edilmiş olur. Yani nefsi hakikatinin Kur’an ile techiz edilmiş olduğunun idrakine varır.
Bu bilinç kulu Allah’ın İlmi Zattaki hakikatine yani ayan-ı sabite bilincine götürür. İlk halkedilişinin halini idrak eder. Nefsi hakikatinin Hakkın ilmi Zattaki (ki Kur’andır) ayan-ı sabite olarak adlandırılan “ilmi hakikatine” kulu ulaştırır. İhramı giymesindeki amaçda bu hale ulaşmaktır. Yani “ayan-ı sabitenin” sureti olarak şehadet aleminde mevcut olduğunun idrakine varmaktır. Tüm taayyün mertebelerindeki bu açığa çıkış Allah’ın “genel vücud nuru tecellisi” olan Nefesi Rahman ile meydana gelir. Bu “nur” tecellisi bütün mertebeleri kapsar. Kul, bu “nur” tecellisinin altında olduğunu ifade için “beyaz ihram”a bürünür. Bu “nur tecellisi” ile nefsine arif olur, bu suretle Rabbine arif olur. Kendini Hakkta, alemide, halkıda Hakk’ta bulur. Bu Hakk’ta halkı müşahededir. Vahdette kesreti müşahededir. Hakkın halk üzerindeki uluhiyetini yani ilahlığını bilmektir. Bu idrakle “lâ ilahe illallah” demektir. Yaşantısı ve ahlakı ile Kur’anın sırrına ulaşmaktır ki, bu da “Muhammeden Resulullah” ın şuuruna varmaktır. Allah’ın kabede temsil ettiği hazinesine ulaşmaktır. Allah kula “Allah’ı bilme” irfanını nefsi natıkasına, kalbine yerleştirerek, hazineden ikram ve ihsanda bulunmasıdır. Bu ise tevhid tanıklığıdır. Kabenin sembolüdür. Tevhidin kalbe hazine olarak konulmasıdır. Bu suretle “Müminin kalbi beytullah, hazinetullah, miratullah ve arşullah’tır” hadisinin sırrına ulaşılır. İlahi isimler ve sıfatlar böyle bir kalbi ziyaret eder ve oradan aleme yayılır. İşte Allah’ın insanlar üzerindeki hakkı kalbi bu hale ulaştırmaktır. Bu ise nefsini hakiki haline Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı makamına ulaştırmakla olur. Bu ise “nefsini bilen Rabbini bilir” hadisinin fiilen yaşanmasıdır. İşte bu “Kabeyi haccetmek Allah’In insanlar üzerindeki hakkıdır” (Ali İmran/97) ayetiyle belirtilir.
Kendi ilmi hakikatine “nefesi rahman” yani “nur tecellisi” ile “OL” denmiş ve “Ben sizin Rabbınız değilmiyim” sorusuna “Evet Rabbımızsın” cevabını elestte verirken, hac vasıtasıyla müşahede aleminde de bu sözümüze sadık kalarak Allah’ı Rab olarak ilan edişimizdir. Tüm ibadetlerde de bu hakikati ilan etmek, ahde vefa göstermemiz için Allah’ın nefse arif olmadaki yöntemleridir. Nefs bu yollarla Allah’ı müşahede etmek ve bilmek ister. Hakikatine ulaşmak, nefsin hakkıdır. Allah’ın nefsin üzerindeki hakkında, bu hakikatle Rabbını bilmesidir. Bu suretle namaz nur, hac ise bu hakikate ulaşmakla ifa edilen kulluktur. Böylece ikisi irtibatlı olmuştur. Kul bu suretle nefsinin hakikatine ulaşmış ve onu korumuş olarak Allah’ın hakkını eda etmiş olur. Kudsi hadiste “Büyüklük (kibriya) ridam (örtü), azamet izarımdır (peştamal)” buyurarak nefsin üzerindeki “nur tecellisi” ile ona hakim olduğunu ifade etmektedir. İhram ile kul aynı zamanda O’nun tecellisi ile var olduğunu itirafla bu konularda Hakk’la ortaklık iddia etmediğinin ilanıdır. Bu ise nefsin şirkten arınmasıdır. Tevhide ulaşmaktır. Çünkü her şey O’ndan O’nadır, hatta her şey O’nun “ayn”ıdır. Biz bu birliği bilmek ve ispat etmekle yükümlüyüz. “Sizin ilahınız tek bir ilahtır” (Bakara/163) ve “Muhakkak bil ki “Allah’tan başka ilah yoktur” (Muhammed/19) ayetleri bu idraki anlatır.
Hac ise Mutlak Birliğe ve O’nun uluhiyetini idrak için farz kılınmıştır. O’nun zahir, batın, evvel, ahir olduğunu ve O’nun her şeye alim olduğunun idrakine varmaktır. Kabeye yönelmek ilmi hakikatine (ayan-ı sabite)ye dolayısıyla nefsinin hakikatine yönelmektir. “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisince aynı zamanda hakikatine yönelmedir. Kabeye yöneldiğinde nefsine yönelmiş olursun. Nefsine yöneldiğinde kim olduğunu ve Rabbini öğrenmiş olursun. Bu suretle nefsini, Rabbini, Rabbin indindeki yerini ve değerini ve insanın Hakkın indindeki değerini idrak etmiş olursun. İnsan, suret üzerinde yaratılmış olması nedeniyle Rabbine en yakın kanıttır. Böylece “Allah Ademi kendi suretinde yarattı”, “Allah Ademi Rahman suretinde yarattı” hadislerinin sırrına ulaşırsın. Hakka yakınlığın derecesini ve duanın sırrına ulaşırsın. Hakk bu suretle kulun nefsini terbiye halindedir. Bu nedenle Hz. Resul (sav) “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti” buyurmuştur. Nefsini bilmek ile de “nefsi külle” ulaşarak alemlerde Allah’tan başka bir şey olmadığının idrakine varır. Hakkın mevcudun suretinde o isimle zuhurda olduğunun idrakine ulaşır.
O’nun özüyle bir, suretleri ile çok olduğunun bilincine ulaşır. Hakk ise bu mevcutlarda ve suretlerde devamlı tecelli halindedir. Hac bu hareketliliği ile ve değişkenliği ile Hakkın alemlerdeki devamlı tecellisini yansıtır. Allah’ın tecellisi sürekli ve yakınlığının zorunlu olduğunu idrak eder. “Nerede olursanız O sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetiyle bu hakikati yaşar. Hac ise bu ve buna benzer marifetlere ulaşmaktır. Hakkın ilminden inci, mercan elde etmektir.
İBRAHİM MAKAMINDA NAMAZ
“İbrahim’İn makamını namazgah edininiz” (Bakara/125)
İbrahim makamının özelliği mutlak tevhidin idrak mahalli oluşudur.
İbrahim makamının diğer özelliği, O’nun Hakka teslim (Müslüman) olmasıydı. “Eslemtülirabbilalemin” (Bakara/131) ayetiyle bu gerçekleşmiş olmaktadır. İbrahim makamının diğer özelliği salah (iyilik) ve felah (kurtuluş) makamı oluşudur. Kulun en şerefli makamıdır. Allah’ın seçkin kullarına ihsan ettiği niteliktir.
İbrahim makamının diğer özelliği, Allah’ın dünya hayatındayken ödülünü vermiş olmasıdır. “Benim ücretim Allah’a kalmıştır” (Hud/29) ayetiyle karşılık hem dünya hem ahireti kaplamıştır.
İbrahim makamının bir özelliğide ahde vefadır. Elestte verdiği sözü, şehadet aleminde de yerine getirdiğinin gösterildiği makamdır. Burada namaz ve duada İbrahim (as) ulaştığı bu makamlara ulaşma gerçekleştiğinin bir ifadesidir. Bu makamlara ulaşmak için namaz kılıp, dua edilmelidir.
SAFA ve MERVE
Safadan başlanır. Oraya çıkarak Kabeyi görür yani “Allah ile” olduğu bilincine varır. Kıbleye yönelerek Allah birlenir ve tekbir getirilir. Şöyle denir: “Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’na aittir, hamd O’na aittir. O her şeye kadirdir” böylece tavaf ile elde ettiği bilgiyi idrak ile saya başlamış olur. Bundan sonra Merve’ye gitmek üzere inmiştir. Allah’ın hakkı bakımından halk içinde Rabbine yönelmesidir. “Allah ile” halk içinde Hakk’ça, Kur’an ve Sünnet ile yaşamaktır. Bu yönelme kulluğun hakkına vefa göstermek demektir. Çünkü kul bunu yapmaya kadir olmasaydı yükümlü olmazdı. “Allah bir nefsi yapabileceğiyle yükümlü tutar” (Bakara/286) ayeti bunu açıklar. Zahirde ve batında temizlik ve arınma ile, “Allah ile” halkın arasında Hakkı müşahede etmektir. halkta Hakkı müşahede ve idrak etmektir. Kesrette vahdeti yaşamaktır.
Merveye ulaşmak ise ihsana kavuşmaktır. 7 nitelikle onu donatmaktır.
Safa ve Merve arasında koşmak üç hali kendinde toplar. İnmek, yükselmek ve düz gitmektir. Hakkın ismi ve sıfatlarıyla Allah ile, Allah’a, Allah için fiilde bulunmasıdır. Zira isimler zıtlıklarıda bünyesinde bulundurur. Sıfat ve İsimlerin hakkını vererek halka Hakkı sunmaktır. Bu ise nefsin arınmasından, nefsin hakikatine ulaştıktan sonradır. Zira nefs arınmış ve hakikatine ulaşmış, Kur’anın sırrıyla Kur’an-ı Natık olarak halk içinde Hakkla yaşamaktır.
TELBİYE
Allah insanı Hacca davet etmiş, kulda telbiye ile O’na olumlu cevap vermektedir. Hacdaki telbiye namazdaki tekbire benzer. Telbiye ile Hakka yönelinir. Zatıyla, sıfatıyla, esmasıyla, fiiliyle O’na yönelmektir. “Beni zikredin, bende sizi zikredeyim” ayetinin yaşama geçirilmesidir. Bizim zikrimizde Biz ve O vardır. O’nun zikrinde, sadece O vardır. Bu nedenle O’nun zikri en büyüktür. Telbiye ile O’na buyur demek kulluk gereğidir. O’nun tecelli edip kulun kendini, nefsini bilmesi Hakkın ayetlerinden sayılır. Böylelikle Hakk kulun nefsine delil olur. Telbiye sünnet olduğundan, Peygamber gibi telbiye getirirken Hakk kuluna Peygambere tecelli ettiği gibi tecelli eder. Allah’ı bilmek ise tecelli kaynaklıdır. Allah bu tecelli ile “Ben kulumun görmesi, duyması, konuşması olurum” hakikatine ulaşır. Zira Hakk kulunu zikretmektedir. Telbiye aynı zamanda bu duaya karşılık vermektir. Dua ise hacdaki bütün fiillerle ilgilidir. Hakk kuluna bu nispetleri açığa çıkaracak şekilde tecelli etmektedir. Zira hacda kul, Allah’ın misafiridir. Misafire ise ikram edilir. Kul bu suretle kulluğunu pekiştirir. Rablığı ise yüceltir. Arifler ise her durumda, her yerde, her an telbiye eder gibidir. Onlar sürekli Hakkın çağrısını duyarlar ve kendilerini çağırdığı şeye göre nefslerindeki çağrıya Hakkça uyarlar. Bu şekilde bir halden bir hale intikal ederler.
ARAFAT
Allah ile, Allah için nefsine arif, Rabbine arif olmak makamıdır. Nefsinin ve alemlerdeki her nefsin Hakkın tecelli mahalli oluşunun idrakine varmaktır. Nefs-i külliye ulaşmaktır. Halkı ve Hakkı Mutlak Birlikte ve Ahadiyetül Cem mertebesinde birlemektir. İlahi hüviyetiyle Allah’ın Zahir ismiyle halk Batın olarak Hakk olarak müşahede etmek, Ahadiyetin bu iki itibarı birleştirdiğinin ve tüm nefslere tecellinin bu Cem makamından yapıldığının idrakine varmaktır. Zira ayette “O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır, O her şeyi bilicidir” (Hadid/3) buyurulmaktadır. Arafat mescittir ve kulluk mescididir. Nefsinden ve nefislerde tecelli edici olan Hakkı müşahededir. Tecelliye hakkıyla riayet ederek O’na kulluk etmektir. kulluğunu idrak etmektir. “Abduhu” mertebesine ulaşmaktır. Cem vasıtasıyla O’nunla olmaktır. Kul nefsini bilerek, hakikatini bilerek O’na teslim etmekle Müslüman olmuş, batını olarak O’na secde etmiştir. Mescidin hakkını eda etmiştir. Cemaatle olduğundan adeta Cuma namazı hükmündedir. Cem vasfı ile namazlarını birleştirerek bu makamın hakkını verir ve zahiri ile de secde eder. Bütün itibarları ile O’na kulluk etmiş ve bu kulluğu irfan vasıtasıyla oluşmuştur. “Abduhu” olarak O’nun uluhiyetine ve hüviyet gaybına secde ve kulluk etmektedir. Allah’da tecellisi ile kul ile birliktedir. Böylece namaz hükmüde gerçekleşmiş olmaktadır. Çünkü “mutlak tevhide” ulaşılmıştır. Fark ve Cem makamını bu “mutlak tevhidle” Ahadiyet-i Cem mertebesinde birleştirmiştir. Tüm mertebeleri ile Rabbine arif olmuştur. Bu tevhid açısından Peygamber Efendimiz (sav): “Hac arafattır” buyurmuştur. Zira Hakikati İlahiye tüm mertebelerden tevhid edilmiş olmaktadır. Bu yolla Allah’ı bilmek “Mutlak Birliğin” niteliğidir. Arafat baştan sona zikir ve rahmettir. Bu nedenle mutlak tevhide ulaştığından Hz. Resul (sav) için “Peygamber her halinde zikrederdi” buyurmuştur Hz. Aişe (ra). Zira O, nefsini ve Rabbini ve Mutlak Tevhidi en kemalli şekilde bilendir. Bu ise namazdır. “Daim namaz” hükmüne ulaşmaktır. Zatıyla, sıfatıyla, esmasıyla, fiiliyle “Mutlak Tevhide” ulaşmaktır. Bu nedenle “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı” (Enfal/17) ayeti bu makama aittir. Zira O, her an, heryerde Allah ile olup, Allah’ın tecelligahıdır. Bu nedenle O, tevhidi ve uluhiyeti bilmemizi istedi. Arafat sırf rahmet olduğundan, arife günü genel ve kapsayıcı mağfiret ve bağışlama günüdür. Zira nefsin hakikatini idrak yeridir. “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir” (Şems/9) ayetiyle kul için bu sırf rahmettir.
MÜZDELİFE
Cemden sonra nefsi hakikatiyle, Kur’anın sırrıyla farka geliştir. Şeriat-ı Muhammedi hükümlerinin açığa çıktığı yerdir. Vahdette kesreti, kesrette vahdeti birleştirerek, Ahadiyetül-kesret makamında bulunmaktır. Her şeye hakkını Hakkça verme makamıdır. Bu makam “Ey Muhammed deki; Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah’da sizi sevsin” (Ali İmran/31) ve “Sizin için Allah’ın peygamberinde en güzel örnek vardır” (Ahzab/21) ayetleriyle Hz. Resul’e (sav) uyma makamıdır. Kesret aleminde nasıl yaşanacağını, Kesrette vahdet yaşamını özetleyen ayetlerdir. Akşam ve yatsı namazını cem ederek ilim-marifet; muhabbet, aşk ve Kur’an makamını birleştirmiştir. Sabah namazını “sıdk” vasfıyla kılarak yaşamına adeta yeniden başlamıştır. Müzdelife bu nedenlerle “yakınlık” makamıdır. Allah ile, Allah için marifetle halkta yaşamaktır. “Şah damarınızdan yakınım” (Kaf/16) ayetinin sırrıyla kesrette vahdetle bulunmaktır.
TAŞ ATMA
Büyük şeytan, orta şeytan, küçük şeytan taşlamış olarak ifade edilen hadise; kulları nefsine ilişen düşüncelerdir. 3 mertebe oluşu şu açıdandır. Hakk Zatı, sıfatları, isimleri ile üç mertebededir. Fiiller ise bu üç mertebeden kulda zuhura çıkar. Taş atmak fark ve kesret alemine dönen kulun nefsine ilişen, zati, sıfatları, isimlerinin hakikatinden kulu uzaklaştıran şeytani evham ve düşünceleri nefsinden uzak tutacağının mücadelesinin temsilidir. Kul fiil merci olduğundan, fiillerinde Şeriat-ı Muhammediye aykırı düşünceleri nefsinden uzak tutmaktadır. Kuldan çıkan fiilleri “salih amel” hükmüne çevirmektir. Bu nedenle kul taşları atarken “Bismillahi Allahuekber” der. Bismillah her hayrın başıdır. Allah ile, yani zatının, sıfatlarının, isimlerinin ve fiillerinin gerçek hakikatleri ile açığa çıkmasını gözeterek, nefsinde bunlara ilişkin oluşan şeytani fikirleri ile mücadele eder ve o fikirleri nefsinden uzaklaştırır. Zira artık, sıfatları ve isimleri ile “hu” (hüviyet gaybının) tecellisinin en büyük olduğunun idrakiyle, bütün bunları “abduhu” olarak nefsinden açığa çıkarır. Fiillerini yaparken Şeriat-ı ve Sünneti Muhammediyeyi esas almış olur. Bu idrakle güvene ulaşır. Her türlü kir, şirk, pislikten nefsi arınmış olarak muhafaza ve müdafa edilmiş olur.
TRAŞ
Hakk hakkında daha önceki düşüncelerinin, zanlarının ve cehaletinin uzaklaştırılmasıdır. Yerine gelen yeni saçların, yeni bilgiyle yerini değiştirmesidir. Bilgisizliğin yerini, ilim ve marifetin almasıdır.
KURBAN KESME
Nefsini hakka teslim edip, tecellisine rıza göstereceğinin ifadesidir. Müslümanlığının ifadesidir. Zira kurban Hakka teslimiyetin göstergesidir.
VEDA TAVAFI
Haccın tüm gereklerini yerine getiren kişi, veda tavafı için Hakkı ziyaret eder. Bu hal tıpkı elestte verdiği “Evet Rabbımızsın” cevabını nefsinde yaşamasıdır. Nefsi zahirde de, evveli olan ayan-ı sabitesi üzerine saf, arı ve duru halini almıştır. “Evet Rabbımızsın” cevabı ile müşahede alemine gönderilişini hatırlar. Veda tavafı “evvel-batın” halinden “zahir-ahir” haline dönüşü temsil eder. Veda tavafı ile insan, nefsini ve Rabbını bilmiş olarak halkın arasına “ilahi hüviyeti” ile katılır. Adem olmuş, Hakkın halifesi ünvanını kazanarak, nefsi ilahi tecellilere ayna vasfını kazanmıştır. Onda tecelli eden Hakk olduğundan dışı şeriat-ı Muhammedi, içi Hakikat-i Muhammedi vasıflarıyla Halka rahmet olmuş olurlar.
Allah ile, vahdet-kesret birliği içinde kula yasakladığı şeyleri serbest bırakarak tasarruf izini vererek Hacer-i Esvedi selam vererek (O’nun gözetiminde) Kur’an ile yaşanacağının ifadesidir. Kur’an nefsi natıkanın makamıdır, aslıdır. En kemalli nefs-i natıka Hz. Peygamber’in (sav) nefsidir. Bu nedenle her insanın batınında Peygamberden bir payı vardır. Bu ise insanın batınında olan surettir. Yani her insanın batınında Peygamberden bir pay vardır. Peygamber, her nefste o şahsın kendisi hakkındaki inanca göre bulunur. Dua ve salavatla bu kanaldan Hakka ulaşır. Bu ise “umre yapan şefaatime ulaşır” hakikatine ulaşmaktır. Umre “hakikati muhammedide cemalullahı seyr”dir. Hac “Hakikati ilahiyede cemalullah ve celalullahı seyr”dir. Bu iki hakikatte insanda kalbinde nefsi natıka ile dürülmüştür. Bu nedenle Allah, “Ey Ademoğlu! Seni kendim için, alemleride senin için yarattım” hitabını yaparak, insanın kendi indindeki yerini belirtmiştir. Zira her insanın nefsi natıkasının hakikati ilahiyeden ve hakikati Muhammedi’den payı vardır. Nefsi natıka aslından ne kadar uzaklaşırsa, perdelenirse bu hakikatlerden uzaklaşır. Aslına ulaştıkça Allah’ın nurunu, Kur’anın sırrını yansıtır ve Kur’an-ı Natık olur. Bu hakikate binaen “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” buyurulmuştur. Kul bu hakikatleri nefsinde yaşayarak, ve nefsini Allah’a teslim ederek ilahi fiillerin nefsinden açığa çıktığı bir mahaldir. Allah ile insana yapılan iyi veya kötü fiil bir yönden Allah’a (tecelli ve kudret ile) ve bir yönden kesb nedeniyle kula nispet edilir. Nefsi natıkanın hakikati ilahiyeyi taşımasıyla insana yapılan her iyilik hac, hakikati muhammediyi taşımasıyla umre hükmünü taşır. Bu idrak, niyet ve ihlasla salih amel Allah’a ulaşır. Bu hakikat ise şu hadisle açılmıştır: “Din kardeşinin maddi ve manevi ihtiyacını gideren kişi hac ve umre sevabı alır” bu işte “Halka Hakkça hizmet Hakk’a hizmettir” kelamının açılımıdır.
Veda tavafı, halkta Hakkı, Hakkta halkı müşahede edip hepsini bir bilmektir. Vahdette kesreti ve kesrette vahdeti BİR bilerek hac boyunca tahsil ettiği eğitimleri nefsine talim ettirerek yaşadığı yere “Hakk’la” dönmesidir. Allah’ın halifesi olduğunun idrakiyle halkın arasına dönmesidir. Halife vasıflarıyla yaşamasıdır. Hac ve irfan yolu ile elde ettiği ilimleri ve yaşantıyı halkın arasında halka sunması ve uygulamaya sokmasıdır. Halkında nefsi natıkasının aslının Allah’ın nurundan ve Kur’anın sırrından olduğunun idrakiyle, her kişiye kendi mertebesinden ilmi aktarmasıdır. “İnsanlara akılları düzeyinde hitap ediniz” hadisini yaşamına almasıdır.
Herkesin nefsinin aslının ve hakikatinin aynı olduğunun bilinciyle insanlara faydalı olmaktır. “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır” hadisini yaşamına alarak insanlarda dürülü olan “hakikati ilahiye” ve “hakikati Muhammediye”ye yönelmesidir. Bu hakikatlerin insanda olduğunu idrak ettiren hadiste şöyle buyurulmuştur: “Bir din kardeşinin maddi ve manevi ihtiyacını karşılayan hac ve umre sevabı alır”.
İnsanlardaki “hakikati ilahiye” dikkate alınarak hac, “hakikati Muhammedi” dikkat alınarak umre sevabı alınır.
“Bir insanın haccetmesi kırk cihad etme, haccını ifa eden bir insanın bir mücahedesi kırk hac değerindedir” hadisi ışığında bakıldığında; hacdan sonra nefs mücahedesi ve tezkiyesinin devamı murad edilmiş ve büyük müjdeler verilmiştir.
İnsanların bu değerini Hz. Mevlana şöyle açıklamıştır: “Mümin önce mimarı Allah olan kalbinin etrafını tavaf ederek orayı kötülüklerden temizlemelidir. Sonra ilk mimarı Hz. Adem (as) olan kabeyi tavaf etmelidir”
İnsanların kalbi her an Allah’ın tecellileri ile ziyaret edilmektedir. Bu nedenle Allah’ın nazargahı olan kalpteki nefsi natıka tezkiye edilmelidir. Her insanın aslıda böyle olduğudan, insanların kalbini Hakkça kazanmak kabeyi batıni olarak ziyaret etmek demektir. Zahiri hacca kendini hazırlamaktır.
Nefsin mertebelerine uygun esmaların zikriyle nefs tezkiyesi gerçekleşir. Bu yolla miraca çıkılarak her mertebede Hakka kurbiyet kazanıp Hakkla beraber olunur. Hac yolculuğunda bir bakıma budur. Abdülkadir Geylani Hazretleri (ks) “Sırrul esrar” eserinde “Haccın hakikati”ni bu şekilde açıklamıştır. Her esma zikrinin Hac ve irfan yolunun bir mertebesi ile ilişkili olduğunu bildirmiştir. Oniki esmanın nefs mertebelerine göre telkinle zikrinin “manevi-batıni hac yolculuğu” olduğunu belirtmiştir. Nefs tezkiyesinin bu yolla gerçekleşerek insanın kendi hakikatine ulaştığını ve “Allah ile” beraberliğinin “billahi” sırrıyla gerçekleştiğini vurgulamıştır.
Hacdaki sembollerin hakikatlerini kısaca belirtelim:
Haccın niyeti: Allah için olmada sabit kararlı olmaktır.
İhram giyinmek: Mahlukatı müşahedeyi terk, Allah ile olma yoluna girmek, Ahadiyeti zatı murat etmek, Hakkın ilmi Zatındaki ayan-ı sabitesi gibi saf haline gelmek.
Dikişli elbiseyi terk: Nefs-i natıkasına sonradan arz olan kötü sıfatlardan soyunmak, güzelliğe (nefsinin hakiki, ilahi sıfatlarla) bürünmek.
Başı traş etmek: nefse arız olan sıfatları, benliğin baş olma sevda ve arzusundan kurtulup, ilahi isim ve sıfatlarla ortaya çıktığını idrak etmek.
Tırnak kesmeyi bırakmak: nefsini ilahi tecellilere bırakmak, fiillerin Hakk’tan zuhura çıktığını müşahede etmek.
Güzel koku sürünmeyi terk: İlahi isim ve sıfatların kaynağı Mutlak Zata yönelmek.
Kadınla cinsi münasebeti terk: Vücudda tasarrufu terk, her türlü fiili Hakka bırakmak, tecelliye razı olmak.
Sürme çekmeyi bırakmak: Ahadiyet hüviyetinde sırf zata, gizli hazineye yönelmek.
Mikat: Kalbi hazırlamak.
Mekke: İlahi Zat mertebesine, Ahadiyeti Zata girmektir.
Kabe: İçi gizli hazine ve ahadiyet ve samediyete yönelmek ve uluhiyet ile rububiyet tecellilerini müşahede etmek.
Hacer-i Esved: İnsani hakikatten (nefsi natıka) ibaret olup, zatın sır noktası ve besmelenin noktasına yönelmektir. O’nunla zuhura çıkışın idrakidir.
Tavaf: Allahu Tealanın Kur’anına uyarak, insanın hüviyeti, aslı, menşei (ayan-ı sabite) itibariyle müşahede yerinin idrak olunmasıdır. Yedi oluşu (1) Fatiha (2) Yedi sıfat (3) Yedi nefs mertebesi. Tavafla nefse sonradan arız olan sıfatlardan ve vasıflardan kurtulup, ilahi sıfatlarla hallenmektir. Bu sıfatlarla donanan kişi ise şu hadisle müşerref olur: “Ben onun işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dili, yürüyen ayağı olurum”.
Tavafın arkasından kılınan namaz: Ahadiyetin zuhuru ile O’nun hayat ve kayyumiyeti ile yine O’na, gizli hazineye yönelmektir. “Künhü Zata” ubudettir. İlahi hüviyetiyle kul mertebesinden Mutlak Zata yönelmektir. Makamı İbrahimde kılınışı; İlahi isim ve sıfatları giyinerek (Hullet makamı) O’nunla O’na yönelmektir. Makamı İbrahim kabenin kapısının yüzünde olduğundan “Allahuekber” ile kapının adeta açılarak “gizli hazineye”, “amâ”ya, “Künhü Zatta” ulaşmak ve kendini adeta oradan gizli hazineden zuhura çıktığını idrakle tüm taayyün mertebelerini kendinde bulmaktır. Bu vasıflarla kendini bulan ise Hakkın halifesi olarak, Hakkla Hakka ubudet halindedir. Zira O’nda Allah’ın tecellisinden başka bir şey yoktur.
Zemzem: Gizli hazineden Hakikat-i İlahiye ve Hakikati Muhammedi ilimlerini almak.
Safa: Halka nispet edilen sıfatlardan soyunmaya işaret.
Merve: İlahi isim ve sıfatlardan kana kana içmeye işarettir.
Traş: İlahi, ruhi riyazetle Kur’ana uymaktır. Kur’anla tahakkuk etmektir.
Bıyıkları kısaltmak: Sıratı müstekimde olmak. Hakk ve halk mertebelerini bünyesinde cem etmek.
İhramdan çıkış: Halka açılmak, sıdk makamıyla onların mertebelerine inerek halkla olmak.
Arafat: Allah’ın marifet mertebesinden ibarettir.
Arafatta iki bayrak dikilmesi: Cemal ve Celal sıfatlarından ibarettir.
Müzdelife: Makamın yükselmesinden ibarettir.
Meşar-i Haram: Şeriatı Muhammedi, Sünneti Muhammediye riayetten ibarettir.
Mina: Kurbet makamı ehli zatlar için, murad edilenlere kavuşmaktan ibarettir.
Şeytan taşlama: İlahi isim ve sıfatlara ve Hakka ait yanlış fikir ve düşünceleri kalbinden uzaklaştırılmasına, yok edilmesine, ilahi marifet bilgileri ile onların üstesinden gelinmesi.
İfaza tavafı: İlahi feyzin devamı ve daim ileriye gitmek için Allah’ın Zatına yönelmek. Kesilmeyen bir feyze ulaşmak. Sonsuz, nihayetsiz tecellilerinden talepte bulunmak.
Kurban: Kurbiyeti ve kayıtsız şartsız teslimiyeti temsil eder.
Veda Tavafı: Hal ile, Allah’tan hidayet bulmaya işarettir. Bu hidayet Hakk Teala’nın sırrını, hak edenlere emanet eylemesinden ibarettir. Halife olarak onu halkın arasına iadesinden ibarettir.
İrfan yolu, Hac ve namaz, miraç yoluna girmek ve Hakka doğru sefere çıkmaktır. Allah kudsi hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Sefere çıknız; sıhhate erer, ganimet bulunursunuz”. Burada belirtilen sefer, nefsani karanlıktan, nura olan yolculuktır. Nefsi aslı olan “Nur”a ve “Kur’an”a doğru ilerlemektir. Sıhhat ise, bu vasıflarla yani Kur’an ahlakı ile ahlaklanmaktır. Ganimet ise beka olup, Allah’ın isim ve sıfatlarının hakikatiyle tecelli mahalli olmak ve Kur’an-ı Natık halini yaşamaktır. Risale-i Gavsiyede belirtilen hakiki namazın “O namazki içinde Benden başkasının kalmadığı, kılanın onda kaybolduğu namazdır” olarak tarif edilen hakikate ulaşmaktır. Bu “fena” halidir. Bu hale eren nefsi natıkasını Hakka teslim ederek Müslüman olur. Hakkın böyle bir nefse tecelliside “beka” üzerine olur. Ganimet budur. Allah’ın boyasıyla boyanıp, Kur’an-ı Natık olarak yaşayıp, fiili Kur’an ve temsili Kur’an olmaktır. Allah kudsi hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Mümin Allahu Tealanın nimetlerine bir konuktur”.
Tasavvufi manada mümin kul cüz-i iradesini Allah’ın iradesine teslim edendir. Kur’an ve Sünnete göre teslimiyetini Allah’ın istediği yöne yöneltir. En büyük nimet ise Kur’andır. Bu vasıftaki mümin kulu Allahu Teala Zatından, sıfat ve isimleri makamına geçirdiği zaman, Allah’ın arzusuna tabi olur. İsim ve sıfatları hakikatleri ile zuhura çıkarır. Onun nefsani heva ve hevesleri olmaz. Çünkü onun kendisine mal edeceği iradesi kalmamıştır. Hadisin zahiri anlamında zaten çok açıktır. Allah her durumda ona nimetlerini hazırlamış, onu dünyada misafir etmiştir. Onu ziyaret etmektedir. Namazda bu hal en üst düzeydedir.
Başka bir kudis hadiste ise şöyle buyurulmaktadır:
“Ziyaretin hayırlısı, ziyaret edilenin yok olmasıdır”
Hayy olan Hakkın nüzul (iniş) ile kulunu ziyaret etmesindeki hayır, mümin kula tecellisindeki bereket, gerek tecelli gerekse nüzul anında o kulun yok olmasındadır. Yani nefsini Hakka teslim ederek, O’nun tecellisine hakkıyla riayet etmesindedir. Yüce Rabb hayat ve ilim tecellisini alemlere yaymıştır. Bu durum Zattan cem kaynağından gelip bütün eşyayı sarmasından ibarettir. Bu manadan hareketle, Hak Teala, sevgili bir kulun ziyaretini dilediği zaman, Zatının cem alemi olan ahadiyeti Zat makamından tenezzül ederek, kul mertebesine iner. Kulda “beka” vasfıyla tecelli eder. Ve böyle bir gelişle arada yabancı kılmaz. Ortada sadece O kalır. Kişi namazda Allah’ın misafiridir. Hakkladır. Hakk onu ziyaret eder. Kul namazda nefsini “fena” haliyle hakka teslim eder. Hakkın bu nefse tecelliside “beka” üzerine olur. Rasale-i Gavsiyede belirtilen özellikle kul kaybolur. Namazda sırf O kalır.
Kul, namaz dışında halkla olduğunda da Hakk’ladır. Allah’ın nimetlerine konuktur. Hakk ev sahibidir. Kişiyi zatı, sıfatları ve isimleri ile ziyaret etmektedir. Kişi Kur’an ve Sünnet ise bunların hakkını vererek misafirlik adabına uyar. Hakkta onu bu vasıflarla süsleyerek ona beka verir.
Hacda da kişi Hakkın misafiridir. Hacda Hakk’ta halkı, halkta Hakkı müşahede edip bu iki itibari BİR olarak idrak eder. Hac bir ömür boyu ve ahiret boyutunda da Allah’ın nimetlerine konuk olduğunun idrakiyle yaşanmasıdır. Kişi hacdaki yaşantısında olduğu gibi O’nu ziyaret eden Hakkın kullarına riayetle, ziyaret edenin hukukunu tanımış O’nunla birlikte konuk olarak hayatını sürdürmüştür.
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin, Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara/153) ayetinde belirtildiği üzere sabır ve namaz her an, her halde, her durumda O’nunla olmaktır. Rahmeti içinde yüzmektir. Böyle bir durumda da Hakk en bereketli ve en güzel şekilde kuluna tecelli edecektir. Hacda bu vasıfların hepsi mevcuttur.
Şeriat-ı Muhammedi’yi açıklayan hadisinde Hz. Resul (sav) şöyle buyurmuştur. “Şeriat sözlerim, tarikat fiilerim, marifet tavırlarım, hakikat sırlarımdır”. Şeriat-ı Muhammedi zahir ve batın hükümlerin toplamıdır. Allah ise “O (Hüve) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır, O (hüve) her şeyi bilicidir” (Hadid/3).
Hac, seferler faslı denilen sonsuz manevi yolculuktaki üç seferi bünyesinde taşıyan ibadettir. Kabe’de yapılan ilk tavaf, kişinin zatını temsil eden Zatı ilimdeki hakikati (ayan-ı sabite) ile O’nda Zati, sıfati ve isimleri ile NURU ve Kur’anın sırrını almasını temsil eder. Bu birinci seferdir. Bu tevhid sırrı ile “tevhidin babası” Hz. İbrahim (as) makamında namaz kılar. Bu namaz hem nefslerin “Evet Rabbımızsın” cevaplarını hem de dünyaya “İslam fıtratında doğumu” temsil eder. Kişinin dünyaya gelişi” hayat namazına” yani ikinci sefere başlangıcıdır. Bu sırra binaen tevhid özü olan Ezan-ı Muhammedi çocukların kulaklarına okunur ve hayat namazı başlar. Hayat namazı Veda Tavafına kadar devam eder. Bu namazdan murad “Nefse ve Rabbe arif” olmaktır. Tevhid makamında namazdan sonra tanımlanan yöntemlerle kişi bu irfana ulaşır. Halkla Hakkı yaşar.
Veda tavafı ile Hakk’la Hakk’tan halkın arasına “halife” ve “vekil” olarak döner. Bu ise üçüncü seferdir. Halkın içinde halka Hakkı sunar talipleri davet eder. Bu üç sefer bir ömür boyunca devam eder. Bu nedenle Hacc ömürde bir kez farzdır. Bu sırları Hz. Resul şu hadisi ile açmıştır: “Haccetmemiş bir kişi için hacc 40 cihad hükmündedir. Hacceden bir kişi için bir cihad 40 Hacc hükmündedir”.
İşte bu sır ve hakikate binaen manevi yolculuğa çıkanda manen hac yolculuğunda bu seferleri yaşar. Nefs mücahedesi ve tezkiyesi ile Haccını manende tamamlamış olur. Zaten en kemallisi zahir ve batın haccı beraber götürebilmektir. Mebrur Hacc’da budur. İlahi hüviyet (Hakikati İlahiye) hem zahir, hem batın, hem evvel, hem ahir yönleriyle tanınmış olur. Bu hal ise en kemalli oluşumdur. “Nefsine arif olan Rabbine arif olur” hadisinin yaşanarak hal olması. Mutlak Tevhide ulaşılmasıdır. Hac ibadetinin farziyetide bu noktada gerçekleşir. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebesinde Hakikat-i İlahiye’ye ve hakikati Muhammediye’ye ulaşmaktır ki, ana gayede budur.
Her birey Allah yolunun kendi nefsinde yaşayarak miraca ulaşacaktır. Hac, Namaz ve diğer ibadetlerimizi zahir ve batın hükümleri ile yerine getirmemiz sünnete uymada en önemli faktördür. Böyle bir davranış namaz, hac ve irfan yolu ile miraca, nura ve Allah’ı müşahedeye götürecektir. Yaşanıp tadılması niyazıyla…
Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.
“Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kına azabennar”
“Rabbi zidni ilma”
“Rabbi yessir ve lâ tuassir Rabbi temim bil hayr”
Abdurrahman Efe, 29 Mayıs 2013
ŞİİRLER
HACCIN SIRLARI KASİDESİ
Niyet ettim haccımı — Terkeyledim akdımı
Akıd dünya işleri — Kasdım ziyaret zatını
Lebbeyk lebbeyk ilâhi — İcabet ettim davetini
Kainatın maliki — Yok şerikin ilâhi
Gaslettim zahirimi — Emrazı kalbten batınımı
Çıkardım şöhret libasını — Lâbis oldum ihramı
Terk eyledim fena efali sıfatı — Oldum mevta misali
Dahil oldum Mekke'yi bir hâl geldi zatımı
Sonra girdim Kâbe'yi — Lebbeyk dedim ilâhi
İşittim hem kelâmını — Oldum Musa misali
Tavaf ettim yediyi aldım yedi sıfatı
Musafaha ettim haceri esvedi — Takbil ettim yedini
Zahir oldu cemali — Halilullah misali
Tavaf ettim safayı — Sayeyledim merveyi
Hervele ettim üçünü — Sükûnetle dördünü
Çıktım arafat dağını — Kıldım öğle ve ikindiyi
Durdum anda vakfeyi — Lebbeyk dedim ilâhi
Açıldı levhü mahfuzu — Gördüm anda yazıyı
Geldim müzdelife mescidini — Kıldım akşam yatsıyı
Uyumadım anda sabahı — Kıldım sabah namazı
Oldum fena fillâhi gördüm nuru Muhammedi
Sonra geldim minayı — Oldum bakabillâhı
Kestim ruhu hayvanı — Kuvvet buldu sultanı
Taşladım anda cehlimi — Aldım ilmi ledünni
Sonra geldim kabeyi ziyaret ettim tavafı
Keşfoldu hakayıkı anda aldım beratı
Tavaf ettim veda-ı — Çevrildim alemi kevni
Tekmil oldu miracı — Resulûllah misali
Visali'nin Hıccını kabul eyle ilâhi
Böylece hic edenleri hiccil beyttir delili
ESRAR-I HAC KASİDESİ
Bismillahirrahmanirrahim
VE LİLLAHİ ALANNASİ HACCÜL BEYT buyurdu zâtullah
Mü'min isen eyle eda seyi ile fevtetme rızaullah
Hâbib-i Ekrem feth-i Mekke ile Zilhiccede eyledi edâullah
Âdem, Havva birleşerek Arafat'ta ziyaretle bekâbillah
Enbiya, Evliya böyle geçti vuslat-ı İlâhî ile fenâfillah
Şeyh-i Ekber Şibliye, esrar-ı Hac ile tekrarı eda billah
Evvel niyeti hâlis ile firka-i dalâliyeden sakın maazallah
İhram ile efali sıfat zatından soyun hübbüü fillah
Gusül ile nefsi, ruh akıl ve kalbini tathir eyle masiveallah
Mescid-i Harama dahil ol muharremettan tövbeyle muhabbetullah
Beytullah nurunu Beyti mamura ittisaline temaşa eyle nurullah
Lebbeyk Allahümme lebbeyk ile sevabını işit kelamla zatullah
Hacerül esveti musafaha takbil ile cezbe ile yedinde zahir yedüllâh
Yedi tavaf meleklerle arz-ı sema refi ile müşahedetullah
Makamı İbrahim de imanın olsun namazında iktida halilullah
Safaya çık amel günü ve maneviye musaffa ol sakiullah
Merve ile sekînet bul kulubu bâtının olsun müştakullah
Traş ile hırsı temahtuli emelin kes azan kıl zukrullah
Beynes sefa vel merva her vele nefsi natika ruh ile cemalullah
Mescid-i müzdelifede varından geçip zuhur etsün kelamullah
Minede nefsini kurbanla bulasın hakiki bekâbillah
Şeytana cehlini taşlayıp, doğsun ledüni ilmi tevhidullah
Tavaf-ı ziyaretle Rabb-ı İzzetten giyesin ihsan ile libasullah
Tavaf-a veda ile kemâlat-ı insaniye ile olasın evliyaullah
İhramdan çıkıp bir dahi hayvaniyyete tenezzül eylemeyip
Ravzai ile müdahere ziyareti ile hakikati Muhammediye miratında
daima seyrübillah
Aşık Ruhi sen dahi seyreyle ihvanlarla Hac eyleyip bulasın veçhullah
Şeyhim Sıtkı Visali, bekliyorlar livaülhamdde intizarla yârenleri
Allah, Allah ile her nefeste durmayalım şeş cihette bulalım bekâullah
AŞK MAKAMI
Aşk makamı âlidir, aşk kadim ezelidir
Aşk sözünü söyleyen, cümle kudret dilidir
Diyen o, işiten o, gösteren o
Her sözü söyleyen o, suret can menzilidir
Suret söz kanda buldu, söz sahibi kaçan oldu
Surete kendi geldi, dil hikmetin yoludur
Bu bizim işretimiz, oldur bu lezzetimiz
İçip esridiğimiz, aşk şerbeti gölüdür
Yunus sözünde yalan, görmedi mümin olan
Ömrün zulmete salan, marifet yoksuludur
Yunus Emre (ks)
HELÂL KILDI MÂŞUKA ÂŞIK KENDİ KANINI
Helâl kıldı mâşuka âşık kendi kanını,
Mâşuk nakşından okur aşk eri Kur’anını.
Yârdan ayrı olunca asılıp ölmek yeğdir,
Âşık kendi bırakır boynuna urganını.
Yunus Emre (ks)
Yetmiş kişi idik geldik bu yola
Yalın kılıncı alınarak ele
Mevla’m iman nasip etse bir kula
Kudretten okunur anın Yasin’i
Pir Sultan Abdal (ks)
Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüste Mekkede Hacda değil
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez uçta değildir
Hacı Bektaşi Veli (ks)
Bir gez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil
Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise
Bir gez hayr ettin ise, birine bin az değil
Erden sana nazar ola, için dışın nur ola
Beli kurtulmuştan ola, şol kişi kim gammaz değil
Er odur alçak dura, ayak odur yola vara
Göz odur ki Hakk'ı göre, gündüz gören göz değil
Yunus Emre'm sözün satar, söze bal ü yağ katar
Altmış bin sarrafa satar, yükü gevherdir koz değil
Yunus Emre (ks)
El gönüldür gönlü tutup eli ko
Sevgi suyu ile var sen seni yu
Başla kalbin cümle şey'i sür çıkar
Pir sevgisiyle kalb olsun dolu
Kalb evi pir sevgisiyle olucak
Her neye baksan cemâl olur kamu
Pir sevgisi dürür Hak doğru yol
Ana râcidir hakikat remz-i hû
Pirle bir olsun gözün piri gözet
Görüne gözüne her dem nûr-ı hû
Şeş cihetden gönlünü pak edicek
Bî-cihetle yâr olursun mû-be-mû
Gaybiyâ gel ma'rifetle fâni ol
Külli şey'in halik illâ veche hû
Hz. Sunullah Gaybi (ks)