Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 58. Enel Hakk Sırrı



ENEL HAKK SIRRI



Allah ayeti kerimede şöyle buyurur: “Allah gökleri ve yeri hakk olarak yarattı.”HAKK tecellisi ZAT,sıfat ,isim, ve fiilleri hüviyeti Zatın, Uluhiyeti ile alemlerde zuhurunu ifade etmektedir.” “Şüphesiz bunda iman edenler için bir ayet vardır.” (Ankebut/44) Alemlerin her zerresinde Hakk’ı müşahede edebilmenin anahtarı “eşyanın hakikati”na vakıf olmakla mümkündür. “Enel Hakk” diyen neyi ve hangi mertebede neyi kastetmektedir bilinmesi gerekir. Her mevcudun (göklerdeki ve yerdeki) Allah’ın Zati ilminde bir hakikati mevcuttur. Bu Hakk’ın Zatından Zatına, Zatıyla, Zatça düzenlemesidir. İlmi Zat mertebesindeki bu “ilmi programa” ayan-ı sabite adı verilir. Her mevcudun hakikati bu nedenle Zat-ı Hakk’ın “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” bir izdüşümüdür. Bu nedenle Hakk olup ancak külli değil, O’nun hüviyetini ve nefsini “SINIRLI” ve “KAYITLI” olarak temsil ve tafsil eder. Temsil ve tafsilin kaynağı ilahi isim ve sıfatlardır. Yani ilahi isim ve sıfatlar ayan-ı sabite olarak düzenlenmiştir.Uluhiyetin düzenidir. İnsanın manevi genetik şifresidir. Bundaki bilgiler nefsi natıkaya yansıyarak zuhura çıkarlar. Ayan-ı sabite bu açıdan uluhiyetin ve bir düzenlemesidir. Bu nedenle her mevcud nefsi itibariyle temsil ve tafsil kabiliyeti ve istidadı oranında Hakk’tır. O’ndan olup O’nu tafsil ve temsil eder. Hüviyeti ve nefsi itibariyle O olup, taayünü ve suretleri itibariyle O’ndandır. İsim ve sıfatlar ise Zat-ı Hakk’ın aynı ve Zat-ı Hakk’ın vecheleri olmasa da cüzi olarak hüviyetin ve nefsin Zat-ı Hakk’ın “KAYITLI” ve “SINIRLI” temsil ve tafsilidir. Zat-ı Hakk’ın ilk fark mertebesi olup Ferdiyet-i Zat adını alır. Yani “Zat” mertebesinde mevcud Allah’ın VÜCUDU, NEFSİ VE İLMİYLE mevcuddur. Sıfat mertebesinde de “sınırlı” ve “kayıtlı” olarak O’nu temsil ve tafsil ederler. Zira sıfatlar O’nun birer yüzü olup SIFAT ZATTAN, ZAT SIFATTAN ASLA AYRILMAZ. Sıfatları itibariyle de alemlerdeki her mevcud HAKK  surette halk edilmiştir. Ama kayıtlı ve sınırlı olarak taayyün ve surete bürünerek. Bu nedenle kudsi hadiste şöyle buyurulmuştur: “Halakel Adem ala suretihi” yani “Allah Adem’i (insanı) kendi suretinde halk etti.” Bir başka kudsi hadiste ise “Allah, Adem’i Rahman suretinde halk etti” buyurulmuştur. Yani İNSAN ZAT mertebesinde “KENDİ SURETİNDE” sıfat ve isimler mertebesinde RAHMAN SURETİNDE halk edilmiştir. Mevcudun temsil ve tafsil ettiği isim ve sıfat oranında hem O’ndan hem de O’dur.(HU SIRRI) Zira isim ve sıfat Zat-ı Hakk’ın aynı olup bir vechesi ve yüzüdür. Bu nedenle isimler mertebesinde de her mevcud temsil ve tafsil oranında “KAYITLI” ve “SINIRLI” olarak HAKK surette zuhura çıkarlar. “KAYITLI” ve “SINIRLI” mazharlar ve tecelligahlar olarak O’ndan ve temsil ve tafsil ve tecelli oranında O’dur. Kısaca her mevcud kendi nefs mertebesinde O’ndan olup, tecelli zamanında ve tecelli oranında O’nun hüviyetini ve nefsini temsil ve tafsil eder. (HÜVE SIRRI)

Her mevcud hakikati itibariyle Zat-ı Hakk’ın hüviyeti ve nefsi itibariyle O, taayyünü ve sureti ile O’ndandır. Zat-ı Hakk’ın mazharıdır. Hakikat itibariyle zuhur eden, mazhar ve zuhur BİRdir. Buharın, karın, buzun hüviyeti sudur. Taayyünleri ve suretleri itibariyle farklı isimler almıştır. Buz ile bulaşık yıkanmaz. Yani şehadet aleminde her taayyün ve suret farklı bir hükme ve ilme tabidir. Vücud hüviyet ve nefs itibariyle tek ve bir olup taayyün ve suretler itibariyle mertebeleri ve düzeyleri çoktur. Çokluğun kaynağı isim ve sıfatların çokluğudur. Her ismin hükmü ve zuhuru farklıdır. Bu nedenle mertebelere riayet  şarttır. Mertebeler arası hukuku düzenleyen ilahi yasa şeriat-ı Muhammedidir. Sünnetullah olan AMA-YASA dır

Kişinin ENEL HAKK olması şeriat-ı Muhammedi itibariyle her mertebenin hukukuna ayrı ayrı riayet etmesini gerektirir. Kayıtlı ve sınırlı olması ve ZATIn külli olmaması nedeniyle hem kadrini hem de haddini bilmelidir. Şöyle bir tevhid anlayışı kişiyi tuzaklardan kurtarabilir.

ALLAH, TEK VÜCUD (NEFS) hüviyetiyle, alemlerin her zerresinde, Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak uluhiyetini (her zerrede) sergileyendir. Enel Hakk diyen kişi bu ilimle dediyse, söylediği Hakk, söyleyen Hakk’tır. Bu idrakin dışında kendini ZAT yerine koyan ise haddini aşan tevhid hakikatine arif olmayan bir noksan insandır. Kamil tevhid anlayışı kişileri bu tip vartalardan koruyan iksirdir.

Akla şöyle bir soru gelebilir. Mevcudun taayyünü ve sureti neyi temsil ve tafsil eder? Taayyün ve suret Zat-ı Hakk’ın “Zahir” ismi ile görünmesidir. “Zahir” ismi de Hakk’ın vechi ve taayyünüdür. Taayyün ve suret dahi O’dur. Enel Hakk diyen bu bilgiye de sahip olmalı. İlahi hüviyeti zahir ve batın temsil ve tafsil ettiği bilgisi de bu hakikatin içindedir. Kudsi hadiste şöyle buyurulur: “Kulun nafilelerle bana yaklaşırsa onu severim. Ben kulumu sevince onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli olurum. Benimle görür, Benimle duyar, Benimle söyler, Benimle tutar.” Kul bu hale geldiğinde nefsini bilir ve nefsinde fani “Hakk ile baki” olur. Abduhu sırrı, enel Hakk sırrı ve bekabillah sırrı budur. Bu ise Zat-ı hakk muhabbeti ve irfanı  ile gerçekleşir. Kul ilahi isim ve sıfatlarla tahakkuk eder. Efendimiz bu hakikati “Beni gören Hakk’ı görür” hadisiyle, Yunus Emre de “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” diyerek açmıştır. Enel Hakk sırrını bu sözlerle açmışlardır. Mevcudların ve insanın batını ve evveli ise O’nun nefsidir. Hakk Zati Nefsinden bir hisse olarak mevcudun nefsini tecelli mahalli kılarak O’nu kendinin izdüşümü kılmıştır. Bilinmesini anahtar olarak vermiştir. Batını da O’ndan ve O’dur. O’nun hüviyetini ve nefsini taşır. (La vücuda illa Hu, La veche illa Hu). Ancak yine “KAYITLI” ve “SINIRLI” kılarak ZAT MERTEBESİNDEKİ bu özelliğini şehadet aleminde de devam ettirmiştir. Kendi mutlak ZAT-I HAKK iddiasında bulunmadan, Zatın tüm mertebelerini nefsinde taşır. Hem Zat, hem sıfat, hem esma, hem nefs mertebesinde Zat-ı Hakk’ın “KAYITLANMIŞ” ve “SINIRLANMIŞ” bir taayyün suretidir. Bu nedenle MUTLAK ZAT (AHADİYETİ ZAT) kastedilmeden, tüm merteberlerde kayıtlı ve sınırlı olduğu idrakiyle ENEL HAKK deme selahiyeti vardır insan-ı kamilin. Bu Hakk sözdür. Ancak MUTLAK ZAT kastedilirse bu söz batıl olur. Ağaçtan “İnni enallah” (Taha/14) diyen Hakk, insanda da bu idrakle Enel Hakk sözünü Hakk olarak söylemeye muktedirdir. İrfaniyet kemalinde ENE’ye yani BEN’e yer yoktur. Kemal söz HAKK demektir. Eneyi Hakk’ta fani kılmak, HAKK ile BAKİ olduğunu idrak ile yaşamaktır.ENE’Yİ HÜVE kılan bu sözün sahibidir. Efendimiz bu hakikati: “Allah var idi, başka bir şey yok idi, buyurarak ifade etmiş ve Hz. Ali (kv) “Şu anda da böyledir” buyurmuşlardır. Ayrıca “alemleri HAKK olarak yarattık” ayeti de bu sırrı açıklamaktadır. Bu nedenle kemal “ene” demeden HAKK’ı ifade etmektir. Zat-ı İlmi okyanusa benzetecek olursak, bir mevcudun ilmi bu okyanustan alınan bir bölüm suyun buz halidir. Yani kayıtlanmış ve sınırlanmıştır. Zat-ı ilim her şey muhit ve her şeyi kaplamışken, mevcudun ilmi kendi nefsindeki (ilmi çip) ilim kadardır. Örneğin cep telefonunun çipi onu cep telefonu, televizyon ilmi çipi onu televizyon, buzdolabının ilmi çipi onu buzdolabı vb. yapar. İlmi çipler ise Zat-ı İlmin kayıtlanmış ve sınırlanmış halleridir. İlim bir sıfat, alim bir isimdir. Her sıfat ve esmayı da bu şekilde kıyaslarsan kendi nefsinin de ve ilmi programın olan ayan-ı sabitenin “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” Hakk olduğunu idrak edersin. bu vasıflarla kadrini bilirsin fakat MUTLAK ZAT iddiasında bulunarak da haddini aşmazsın. Bu nedenle Hz. Ali (kv): “Kadrini bilene, haddini aşmayana Allah rahmet eylesin” buyurmuşlardır. Böylece tüm eşyanın hakikatini mertebe mertebe idrak eder; hangi yönden Hakk’la aynı, hangi yerden Hakk’tan gayri olduğunu idrak edersin. Bu idrak ise seni bilinçli olarak kelime-i tevhide ve şehadete götürerek hakiki müslüman olmanı sağlar. Eşyanın hakikati irfanı bu sırra ulaştırır.



önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi28
Bugün Toplam316
Toplam Ziyaret888108
Hava Durumu
Saat
Takvim