ENEL HAKK SIRRI
Allah ayeti kerimede şöyle buyurur: “Allah gökleri ve yeri hakk olarak yarattı.”HAKK tecellisi ZAT,sıfat ,isim, ve fiilleri hüviyeti Zatın, Uluhiyeti ile alemlerde zuhurunu ifade etmektedir.” “Şüphesiz bunda iman edenler için bir ayet vardır.” (Ankebut/44) Alemlerin her zerresinde Hakk’ı müşahede edebilmenin anahtarı “eşyanın hakikati”na vakıf olmakla mümkündür. “Enel Hakk” diyen neyi ve hangi mertebede neyi kastetmektedir bilinmesi gerekir. Her mevcudun (göklerdeki ve yerdeki) Allah’ın Zati ilminde bir hakikati mevcuttur. Bu Hakk’ın Zatından Zatına, Zatıyla, Zatça düzenlemesidir. İlmi Zat mertebesindeki bu “ilmi programa” ayan-ı sabite adı verilir. Her mevcudun hakikati bu nedenle Zat-ı Hakk’ın “kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” bir izdüşümüdür. Bu nedenle Hakk olup ancak külli değil, O’nun hüviyetini ve nefsini “SINIRLI” ve “KAYITLI” olarak temsil ve tafsil eder. Temsil ve tafsilin kaynağı ilahi isim ve sıfatlardır. Yani ilahi isim ve sıfatlar ayan-ı sabite olarak düzenlenmiştir.Uluhiyetin düzenidir. İnsanın manevi genetik şifresidir. Bundaki bilgiler nefsi natıkaya yansıyarak zuhura çıkarlar. Ayan-ı sabite bu açıdan uluhiyetin ve bir düzenlemesidir. Bu nedenle her mevcud nefsi itibariyle temsil ve tafsil kabiliyeti ve istidadı oranında Hakk’tır. O’ndan olup O’nu tafsil ve temsil eder. Hüviyeti ve nefsi itibariyle O olup, taayünü ve suretleri itibariyle O’ndandır. İsim ve sıfatlar ise Zat-ı Hakk’ın aynı ve Zat-ı Hakk’ın vecheleri olmasa da cüzi olarak hüviyetin ve nefsin Zat-ı Hakk’ın “KAYITLI” ve “SINIRLI” temsil ve tafsilidir. Zat-ı Hakk’ın ilk fark mertebesi olup Ferdiyet-i Zat adını alır. Yani “Zat” mertebesinde mevcud Allah’ın VÜCUDU, NEFSİ VE İLMİYLE mevcuddur. Sıfat mertebesinde de “sınırlı” ve “kayıtlı” olarak O’nu temsil ve tafsil ederler. Zira sıfatlar O’nun birer yüzü olup SIFAT ZATTAN, ZAT SIFATTAN ASLA AYRILMAZ. Sıfatları itibariyle de alemlerdeki her mevcud HAKK surette halk edilmiştir. Ama kayıtlı ve sınırlı olarak taayyün ve surete bürünerek. Bu nedenle kudsi hadiste şöyle buyurulmuştur: “Halakel Adem ala suretihi” yani “Allah Adem’i (insanı) kendi suretinde halk etti.” Bir başka kudsi hadiste ise “Allah, Adem’i Rahman suretinde halk etti” buyurulmuştur. Yani İNSAN ZAT mertebesinde “KENDİ SURETİNDE” sıfat ve isimler mertebesinde RAHMAN SURETİNDE halk edilmiştir. Mevcudun temsil ve tafsil ettiği isim ve sıfat oranında hem O’ndan hem de O’dur.(HU SIRRI) Zira isim ve sıfat Zat-ı Hakk’ın aynı olup bir vechesi ve yüzüdür. Bu nedenle isimler mertebesinde de her mevcud temsil ve tafsil oranında “KAYITLI” ve “SINIRLI” olarak HAKK surette zuhura çıkarlar. “KAYITLI” ve “SINIRLI” mazharlar ve tecelligahlar olarak O’ndan ve temsil ve tafsil ve tecelli oranında O’dur. Kısaca her mevcud kendi nefs mertebesinde O’ndan olup, tecelli zamanında ve tecelli oranında O’nun hüviyetini ve nefsini temsil ve tafsil eder. (HÜVE SIRRI)
Her mevcud hakikati itibariyle Zat-ı Hakk’ın hüviyeti ve nefsi itibariyle O, taayyünü ve sureti ile O’ndandır. Zat-ı Hakk’ın mazharıdır. Hakikat itibariyle zuhur eden, mazhar ve zuhur BİRdir. Buharın, karın, buzun hüviyeti sudur. Taayyünleri ve suretleri itibariyle farklı isimler almıştır. Buz ile bulaşık yıkanmaz. Yani şehadet aleminde her taayyün ve suret farklı bir hükme ve ilme tabidir. Vücud hüviyet ve nefs itibariyle tek ve bir olup taayyün ve suretler itibariyle mertebeleri ve düzeyleri çoktur. Çokluğun kaynağı isim ve sıfatların çokluğudur. Her ismin hükmü ve zuhuru farklıdır. Bu nedenle mertebelere riayet şarttır. Mertebeler arası hukuku düzenleyen ilahi yasa şeriat-ı Muhammedidir. Sünnetullah olan AMA-YASA dır
Kişinin ENEL HAKK olması şeriat-ı Muhammedi itibariyle her mertebenin hukukuna ayrı ayrı riayet etmesini gerektirir. Kayıtlı ve sınırlı olması ve ZATIn külli olmaması nedeniyle hem kadrini hem de haddini bilmelidir. Şöyle bir tevhid anlayışı kişiyi tuzaklardan kurtarabilir.
ALLAH, TEK VÜCUD (NEFS) hüviyetiyle, alemlerin her zerresinde, Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak uluhiyetini (her zerrede) sergileyendir. Enel Hakk diyen kişi bu ilimle dediyse, söylediği Hakk, söyleyen Hakk’tır. Bu idrakin dışında kendini ZAT yerine koyan ise haddini aşan tevhid hakikatine arif olmayan bir noksan insandır. Kamil tevhid anlayışı kişileri bu tip vartalardan koruyan iksirdir.