Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

T.İ. 56. Beni Zikredenin Celisiyim - Hadisi Kudsisi



“BENİ ZİKREDENİN CELİSİYİM” HADİSİ KUDSİSİ



Zikir Hakk ile beraberliktir. Zikir esnasında zikreden, zikredilen ve zikir BİR olur. Hüviyet beraberliği içine girilir. Hakk “Ben, beni zikredenin celisiyim” buyurarak lamekandan mekana tenezzül etmektedir. Eğer kişi Hakk’ı sadece dili ile zikrediyorsa, Hakk o kişiyle sadece dilinde bulunarak o kişiyi şereflendirmektedir. Eğer hem dili hem kalbi ile zikrediyorsa, Hakk her iki şekilde de onunla beraberliğini sürdürür. Hem dilinde hem kalbinde “celis= oturan” O olur. Kalp zikri, sırra, hafaya, ahfaya ve nefsi natıka zihnine ulaştığında tüm vücud O’nunla hüviyet beraberliğini yaşar. Nefsi natıka zihninde ise hem kişinin kendi vücudunda hem de alemde Hakk ile irtibat ile hüviyet beraberliğini yaşar. Zira nefsi natıka hem bedende hem alemde söz sahibidir. Zira Hakk’ın nefsidir. Hakk ise alemlere mühittir. Nefs tezkiyesi ile bu mertebeler kat edildikçe Hakk’ın hüviyet beraberliğinin mertebeleri de farklılaşmış olur. Kuantum fiziği ve holostik düşüncenin bugün henüz ulaşamadığı ve önümüzdeki çağda keşfadeceği sır ve dayandıkları temel TEK NEFS VE NUR HAKİKATİ olacak ve NUR ÇAĞI başlayacaktır.

Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor:

“Allahü Teala şöyle buyurdu: - Bir kime bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Bir kimse Bana bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bir kimse Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim.”Bilmek gerekir ki, karış, arşın, kulaç, gelmek, koşup yürümek; bütün bunlar yapma şeylerdir, temsili ve tahayyüli manalardır, hakiki değillerdir. Böyle buyurmakla Allahü Teala kula kat kat sevap vereceğini, ona ameli miktarınca iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor. Kaldı ki burada yakınlık manevidir; maddi değil. Bir yere de bağlı değildir. Burada Hakkın yakınlığı kulun yakınlığından önce gelir. Halbuki zatına yakınlık, muvaffakiyet işi, Allah’tan Allah’adır. Bu bir önceliktir, ama buradaki önceliği bir başka yoldan almak icab eder. Bilhassa amele mükafat verme yönünden. Hatırda tutulmalı ki amel mükafattan önce gelir. En hayırlı amel nefsini, kendini ve Rabbini bilmektir. HŞ Bilesin ki Hakka yakınlığın beş mertebesi vardır. Şöyle ki:

Nefsin yakınlığı, Kalbin yakınlığı, Sırrın yakınlığı, Ruhun yakınlığı, Bir de Hakkın ahadiyet yakınlığı. Bilhassa ahadiyet yakınlığı bütün mertebeleri kendinde toplar. Şimdi, yukarıda toplu sayılan yakınlık mertebelerinin tafsiline geçelim. Şöyle ki: Nefsin yakınlığı: Bu onun itaat ve ibadet görevlerini yapmasına bağlıdır. Bu makamda Hakkın kuluna yakınlığı merhametidir, şefkatidir. Kalbin yakınlığı: Kulun kalbi ve içten amellere dalmasına bağlıdır. Bu ise pek kolay değildir. Dünya ehlinden kopmak icab eder. Bu makamda Hakkın kuluna yakınlığına gelince, ilim, hikmet ve ilham çeşidinden şeyleri kuluna vermesidir; ona bağlanmasıdır. Sırrın yakınlığı: Bu da onun hakiki keşiflere dalmasına bağlıdır. Hakiki tecelli ile hasıl olur. Asıl tecelli de, Hakkın yakınlığı da budur. Ruhun yakınlığı: Bu mertebeyi de kısmen kalbin kısmen de sırrın yakınlığı gibi bilmekte bir mahzur yoktur. Hakkın ahadiyet yakınlığı: Daha önce de anlatıldığı gibi, sözü edilen bütün mertebeleri özünde toplar. Bu mertebe, kul için tam bir yokluk mertebesidir, ne varsa özünde toplar. Hakkın zat, sıfat, bir de efal tecellilerinin temiz, şeksiz, aydınlık tenzihleri altında. Bu hal için de kul, zat, sıfat ve fiil olarak tam, külli ve tek birliğe doğru yol alıp kendinden geçer, fena bulur.Bu kudsi makamda Hakkın kula yakınlığına gelince şöyle anlatabiliriz: “Onu, kendi bekası ile baki kılar... Kayyumiyet sıfatı ile kaim kılar... Hayatı ile ona hayat verir... Kudreti ile onu kudrete erdirir... İradesi ile onu dilek sahibi eyler... Kelamı ile konuşturur.” Hasılı onu bütün, esma ve sıfatını özünde bulunan yapar. Hulasa, Zati ile, Zatı için ve Zatında zahir olur: yani o kul... Şimdi, bu Hadisi Şerife bir başka manada şerh yapmak icab edecek. Yüce Allah adeta şöyle buyurmaktadır. “Her kim bana, yani külli, toplayıcı olan huzuruma, ruhani, yani batıni, cismani, yani zahiri vasıf taşıyan bütün duyguları ile yaklaşırsa: İşte böyle birine bütün esma ve sıfatlarımla tecelli ederim. Hem lutfa ait olan cemal sıfatları ile hem de celal tarafında bulunan kahır sıfatları ile, yani bazı duyguları ile bana yaklaşırsa buna da bazı esma ve sıfatlarım ile tecelli ederim. Bu da ancak onun yaptığına kat kat sevap vermek sureti ile olur. Mesela birden yedi yüze kadar veya daha fazla.”Veren Allah’tır.

Kul, Hakk’a yaklaştıkça ve nefsini tezkiye ettikçe, Hakk ile olan beraberliğinin niteliği ve niceliği artar. Sadece halk ile olan Hakk’ı sadece “ZAHİR” olarak zikreder. Kemal ise hem zahir hem batın olarak O’nu zikretmektir. Yani hem halk ile hem Hakk ile beraberliğin tevhid anlayışıyla sürdürülmesi ile kamil manada Hakk zikredilir. (Daim namaz makalesi). Şu kudsi hadis bize ışık tutar:

Resulullah (SAV) Efendimiz Allah-ü Teala’dan naklen anlatıyor: “Allahü Teala şöyle buyurdu:

- Yaklaşanlar, kendilerine farz kıldığım ibadetlerin edasında olduğu kadar hiç bir şeyde yaklaşamazlar... Gerçekten, bir kul Bana nafilelerle de yaklaşır. Böylece Bana yaklaşanı severim. Sevince de kulağı olurum, eli olurum, dili olurum. Böyle ki oldum, Benimle işitir... Benimle görür... Benimle konuşur... Benimle tutar... Benimle yürür...” Bu da Kudsi bir Hadisi Şeriftir. Bilhassa Hakka yakınlığa işaret edilmektedir. Biz de bu yoldan manaya gireceğiz. Bilesin ki Allahü Teala’ya yakınlık iki kısımda mutalaa edilir. Birincisi farzların edası sureti ile olur. Bu yaklaşmaya verilen isim budur. Bunun, meczub olan salikin yolu ile ilgisi vardır. Bir başka isim daha verilir ki şöyledir: Zati fena halini içeren bir mahbubun yolu... Böyle bir yola giren, Hakkın kulağı olur... gözü olur... Nasıl ki namazda “Allah hamd edeni işitti” denir. İşiten kimdir?... Söyleyen kuldur ama? Bu mana, müessirle esere geçişe bir delildir. İkincisi nafileler ile olan yakınlıktır. Burası, meczub salik ile ilgili bir yoldur. Sonra, sıfatlarda fena bulmayı gerektiren, sevenin yolu olaraktan da ad verilir. Nasıl ki başta “Onun kulağı olurum...” buyurdu... Ki bu durum eserden müessire istidlal sayılır. Burada şöyle bir soru sorabilirsin: “Gözün ve kulağın O oluşu, yukarıda da anlatıldığı gibi, sonradan yapılma bir şey değildir... Zatidir... Kadimdir. Durum böyle iken , O’nun oluşunu mahabbete bağlamaktaki mana nedir?” Bu sözüne, umumiyetle “ evet” diyebilirim. Ama dikkati başka bir yönde toplamak icab eder. Dikkat edilirse bu hükmün zuhuru salikin farzları eda ve nafile ibadet yakınlığı ile tahakkuk ve tahalluk edişinden sonra oluyor. Salik, nefsin perdeleri ile perdelidir. Farz ve nafilelerin edasında tahakkuk edince nefsin karanlığından çıkar; ruhun ve kalbin geniş ve aydınlık sahasına girer. İşte bundan sonradır ki kul, Hakkı eşyanın aynı olarak müşahede eder. Sonra sadık kulun bütün duyguları olduğunu da müşahede eder. Şu da bir gerçektir ki, Hak, kulun suretinin ve dış yüzünün manasıdır. Kul ise, Hakkın manasına ve batıni cephesine bir surettir. Ahadiyet cihetine bakınca zahir batının aynıdır. Batın da zahirin aynıdır. Zahir ve batın, Hakkın zatına ve şanına nisbetle bir suret gibidir. Tıpkı yarımın, üçte birin, dörtte birin, beşte birin, bir sayısına bağlanışı gibidir. Asıl Kayyum odur... Bilhassa akıl, sayı itibarı olan şanlarda. Yani tecelli ve zuhurlarda. Bu manayı anla. Mutlak hakkı bul.

Zira ayette Hakk şöyle buyuruyor: “Beni zikredin, Ben de sizi zikredeyim” Kul hangi mertebeden Hakk ile irtibat koruyorsa, Hakk’ın kul ile irtibatı da o mertebeden ve o anlayışa göre gerçekleşir. İnsan-ı Kamil’in anlayışı ve zikri tam olduğundan Hakk ile irtibat kamil manada gerçekleşir. Kudsi hadiste bu kamil zikir ve alemlere muhit oluşu ifade edilmektedir.

Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor: “Allahü Teala şöyle buyurdu:

- Tam ihlasla ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ şehadetini yapanlar olmasaydı Cehennemi dünya ehline musallat ederdim. Eğer bana ibadet edenler olmasaydı. Bana asi gelenlere bir anlık dahi mühlet vermezdim.” Bilesin ki, her kamil kişinin şehadeti, ya da her kamil kişinin ibadeti umumi bir manada kaim olur. Yani tek tek herkese şamil olur. Zira herşeyde vücud birdir. Böyle bir Vahdaniyet şehadeti ise tard ve uzaklık ateşinin dünya ehline gelmesini önler. Sebebine gelince, Vahdaniyet şehadetinin nuru bütün bu görünenlerde bulunan mutlak varlıkta geçerlidir. Ve bütün taayyünatın onda nasibi vardır. Yani bu mukayyet şehadetin nurundan, buradaki mukayyet şehadet, mukayyet olarak taayyün eden varlıkla ilgilidir. İşte her kamil zatın ibadetini yukarıda anlatılan mana çeşidinden görmek gerekir. Bu manaya işaret olarak Resulullah (SAV) efendimiz şöyle buyurdu: “Yeryüzünde ‘ Allah Allah...”diyen baki kaldıkça kıyamet kopmaz.” Bu Hadis-i Şerifte kutb’a mutlak varlığı bilen Gavs’a işaret edilmektedir. Zira her taayyün halini alan varlıkta taayyün eden odur. Sonra her şehadete, şehadet eden yine odur. Her ibadete ibadet eden yine odur. Şimdi bu Hadisi şerifin esas manası üzerinde duralım. Allahü teala adeta şöyle buyurmaktadır: “Mutlak varlıkta tahakkuk eden İnsan-ı Kamil olmasaydı - ki bu İnsan-ı Kamil yeryüzünde Allah’ın bir halifesidir, cem ve icmal yönünden hakiki şehadettir - dünya ehline tecelli ederdim.” Burada dünya ehlinden murad, emmare nefis ile hilekar hevadır. Bir de kandırıcı beşeri ve tabii kuvvetlere işaret edilmektedir. Bu tecelli ise kahır ve gazap cehennemi suretinde olabilir. “ Böyle onları tamamen öldürürdüm: yok ederdim.” Yukarıda anlatıldığı gibi, “bilhassa tefrik ve tafsil yönünden hakiki kulluğu bilen Kamil İnsan olmasaydı nefis ve heva yönünden bana asi geleni bırakmazdım.” Yukarıda anlatılan manalara şu Ayeti Kerimeler de ayrıca işaret etmektedir: “Eğer Allah insan ların bir kısmı ile diğer bir kısmını def etmeseydi yeryüzü bozulurdu.” (Bakara Suresi/251). “Ve Eğer Allah insanları yaptıkları hatalara göre hesaba çekecek olsaydı yeryüzünde hiçbir canlı varlık kalmazdı.” (Fatır Suresi/-45).

Kısaca, “ Kim Allah için olursa, Allah da onun için olur” Allah vaadinden dönmez. Allah önceliği ve Hakk’a ulaşmaya kula vermiştir. Kudsi Hadis’te şöyle buyuruyor: “Bana itaat edene itaat ediciyim.” İtaatın ilk adımı ise O’nu zikr ve hatırlamaktır. Hakka teveccühtür zikir. O’na itaattir. Hakk’ta “Ben, Beni zikredenin celisiyim” buyurarak, Kendini zikredenle beraber olduğunu ilan etmektedir. Bu hakikati idrak edip yaşayabilenlere ne mutlu. Efendimiz bu hakikati ifade ederken “İman nerede olursan ol Allah ile olduğunu bilmendir” buyurarak bu hakikatin açılımını yapmaktadır.




önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler


Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam388
Toplam Ziyaret888180
Hava Durumu
Saat
Takvim