ŞEHİD İSMİ ve YAŞANTISI
Her şeyi bilen ve gören. Her yerde hazır ve nazır. Her şeyi anında gören, her şeye şahit olan. Cenab-ı Hak buyuruyor: "Doğrusu Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır." (Hac, 17), "Şahit olarak da Allah yeter." (Nisa/79).
Kur'an-ı kerim'de 20 yerde geçmektedir. Her şeye şahit olan, kendisinden hiçbir şey saklanamayan, hiçbir şeyi unutmayandır.
Kim ne yaparsa, ne zaman yaparsa, nasıl yaparsa Allah onu yaparken görüyor. Müslüman bütün hayatı boyunca ve bilhassa namazda Allah'ı görüyor gibi olmalıdır. Her ne kadar Allah'ı göremiyorsa da Allah onu görmektedir.
Allah ezeli ve ebedidir. Mutlak olan tek varlıktır. Zamana ve mekana bağımlı değildir. Bu nedenle geçmiş ve gelecek kavramları Allah katında birdir. Allah geçmişte olan bütün olayları da gelecekte olacak olanları da bilir. Kainatın ilk yaratıldığı andan itibaren, yok olacağı kıyamet gününe kadarki son ana kadar herşeye şahit olandır. Yaşanan her olayı, yapılan her konuşmayı bilir. Allah katında gizli olan hiçbir şey yoktur. O'nun için gündüzün aydınlığı da gecenin karanlığı da birdir. Cahil olan insan gece karanlığının günahlarını gizleyeceğine, hiç kimse tarafından görülmeyeceğine ve bilinmeyeceğine inanır. Oysa Allah insana her an, her yerde şahittir. Tek başınayken de milyarlarca insanın arasındayken de insanın durumu Allah katında aynıdır. Allah tüm insanların her an, her saniye kalplerindeki niyete, akıllarından geçen her düşünceye şahit olandır. Dünyada insanların yaşadıkları her olaya şahit olan Allah hesap gününde onlara yapmakta olduklarının tam karşılığını, eksiksizce verecektir. Allah'ın kendisini görmeyeceğini, konuşmalarını duymayacağını zannedenler ve gizli günahlarının karşılarına hiçbir zaman çıkmayacağını düşünenler, kıyamet gününde ne kadar yanıldıklarını anlayacaklardır. Zira Allah bir insanın doğduğu andan son nefesini verdiği ölüm anına kadar yaşadığı her olaya tüm ayrıntıları ile şahit olmuştur. "Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, herşeye şahid olandır.
Kul, görünen ve görünmeyen bütün hareketlerinin Allah'ın ilmi tarafından kuşatıldığını ve her türlü davranışı sırasında O'nun ilminin hazır olduğunu bildiği zaman, bu, o kula, Allah'ın hoşuna gitmeyen her türlü fikir ve düşüncelere karşı bir iç murakebe yaptırmasını gerektirir. Dış dünyasını da, Allah'ın hoşuna gitmeyecek her türlü söz ve davranıştan korur. Böylece ihsan makamında Allah'a ibadet etmeye başlar ve Allah'ı sanki görüyormuş gibi ibadet eder. Her ne kadar o, Allah'ı göremese de Allah onu görür.
Eş-Şehid, şehadet aleminin mazharları ile taayyün eden ve kendisinin taayyününe kendisi ile şahid olandır. Bu yüzden O, şahid, meşhud ve şehadettir. Bu yüzden de bütün varlık O’nun şahidi ve meşhududur. Hz. İsa “Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şahid olmuş idim. Vakta ki Beni aldın, onların üzerinde murakıb ancak Sen oldun ve Sen her şey üzerine tamamıyla şahidsin” “(Maide/117) sözü ile O’nun kendi hüviyetiyle aynı olduğuna işaret etmiştir. Bu isim fiillerin isimlerindendir. Bu ismin sıfatı ise şahadettir. Şahadet, Hakk’a ait veya halka ait mazharların tamamiyle gerçekleşen ilahi zuhurdan ibarettir. Bu ise bütün nisbetleri, halleri, Hakk’ın vasıflarına ulaşan ve halkın vasıflarına ulaşan şe’neleri kabul etmekle olur. Öyle ise şahadet taayyün ve zuhur, gayb perdelenmek ve batın olmaktır. Allah Teala kendisinden bahsederek “Gayb ve şahadeti bilen …” (Enam/73) buyurmuştur.
İlahi gayb Allah’ın Ahadiyetidir. Ahadiyyet ise kesretin varlığı ile değişmeyen kesretin künhüdür. İlahi şahadet ise zuhur ve taayyüne ait çokluktur. Bu çokluğun isim ve sıfatların çokluğu olması ile mahlukatın hakikati olan eserlerin çokluğu olması durumu birdir. Birincisi Ahadiyetül-cem ve Ahadiyetül-ayn, ikincisi ise Ahadiyetül kesret olarak adlandırılır. Ahadiyetin iki itibarıdır.
Eş-Şehid, kendisi hakkında “kendisinden başka ilah olmadığına” şahit olan (“Şehidallahu ennehu lâ ilahe illa hu …”) yaratıkları hakkında ise getirdikleri hayır ve şerleri gören demektir. Böylece Hakk rahmet ve mağfiret ile yaratıklarına nimetlerin kendisinden olduğunu gösterir. O, sırları teftiş eden, haberlere ise, pek yakın olandır. Hakk, şahitliğe “ol” der o da oluverir. Şahit söyleyendir. Şahitliğin yaratılması yani tekvin Hakk’a aittir. Diğer fiiller ve isimler buna göre kıyas edilebilir. O Zatıyla Şehid, meşhud ve şahadettir. Zira “O, evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır” (Hadid/3).
Muhakkik ise eşyanın hem kendi zatında ne hemde başkalarının zatında Allah’ı tesbih ve zikreden “ayan” olarak tekvini müşahede eder. Masiyet ve sevab hakkında hüküm sahibidir.
Kul, bu ismin tecellisinde, her nefeste bir işte (şe’n) olması gerekir ve yaptığı ve içinde bulunduğu durumu da müşahede edebilmelidir. Çünkü varlığında zuhur eden şe’n (iş) Hakk’ın hüviyetidir. “Külli yevme hüve fi şe’n” (O her an bir iştdir) ayeti bu hakikati anlatır. Böylece her insandan ve mevcuttan bu şe’nler zuhur etmiştirki, bizim varlıklarımız bu şe’nlerdendir. Allah ise bunları gören ve bunlara şahid olandır. “Allah yaptıklarınızı görendir”. İnsan Hakk suretiyle isim ve sıfatları temsil eden ve tafsile çıkarandır. Bunun yolu ise nefs tezkiyesi ve tevhid irfanıdır.
“O gün cehennemi kafirlere açıkça göstermişizdir. Onlar ki beni zikretmeye karşı gözleri perde içinde idi. Ve dinlemeye tahammül edemezlerdi” (Kehf/100-101)
Allah Teala müttaki, gönlü zengin, kendi halinde, işiyle ve îbadetiyle meşgul olan kulunu sever. (H.Ş.)
Gerçek yoksul ihtiyaç sahibi olduğu halde mali durumu bilinmediğinden kendisine yardım edilmeyen kimsedir. (H.Ş.)