BAİS İSMİ ve YAŞANTISI
Öldükten sonra dirilten. Ölümden sonra ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran. Peygamberler gönderen. Peygamberlerin gönderilmesi de bir çeşit diriliştir. Çünkü Peygamberler, manevi hayatları ölmüş olan toplumları İslam nuru ile diriltmektedirler. Cenab-ı Hak buyuruyor: "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz." (Bakara, 56), "Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri, onları da Allah diriltir. Sonra O'na döndürülürler." (En'am, 36), "Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız." (Rum, 19). Öldükten sonra tekrar dirilmeye "ba'su ba'de'l-mevt" denir. İslam'ın altı iman esaslarından biridir.
Her müslümanın, Allah'ın kıyamet günü ölüleri dirilteceğini, onlara yeniden hayat vereceğini ve tekrar yaratacağını bilmesi zorunludur. Yüce Allah Yasin suresinde inkarcılarla inananların yeniden diriliş karşısındaki tavırlarını bize şöyle haber vermektedir.
Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler." (Yasin, 52)
Hiç şüphesiz Allah, kıyamet günü bütün ölülere haya verecek, kabirlerde olanları diriltecek ve onları yaptıklarından sorguya çekecektir.
Çevremize baktığımızda her sonbahar tüm doğanın bir nevi 'ölüm' yaşadığına şahit oluruz. Bu 'ölüm' bütün bir kış mevsimi boyunca da sürer. Ancak ilkbahar geldiğinde ağaçların kupkuru olmuş dallarında yeniden rengarenk çiçeklerin, yemyeşil yaprakların çıktığını görürüz; tüm doğanın canlanarak yeşillendiğini fark ederiz. Üstelik bu 'ölümden sonra diriliş' binlerce senedir hiç aksaklık göstermeden devam eder.
Kul, Allah'ın bu ismini öğrenince kendisini ve ailesini cehaletten kurtarmak için gerçek hayatı oluşturan ilim ve bilgiyi elde etmeye çalışmalıdır. Böylece kalbi yakînle (kesin bilgi) ile, dili zikirle ve azaları salih amellerle hayat bulur. Allah, aziz kitabında bilgi sahibi olanlarla bilgisizleri, dirilerle ölülere benzetmektedir."Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken onunu aydınlatacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir?" Kuşkusuz bir kimseyi cehaletten kurtarıp bilgi sahibi yapmak, ona yeniden hayat vermek ve daha güzel bir hayata kavuşturmak demektir. İnsanlara ilmi ile faydalı olan ve onları Allah'a davet eden herkesin bir nebze de olsa bu tür diriltmede payı bulunmaktadır. Ancak bu peygemberlerin ve onların gerçek varisleri olan alimlerin ulaştığı bir mertebedir. Bu açıktır ve bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur.
El-Bais, bu varlık çokluğunun Zati Vahdetten yayandır. Böylece O, çokluğu gayb halinin karanlığından, görünürlüğün aydınlığına (zulmetten nura) göndermiş, kendi hayatından onlara hayat vererek onları diri kılmış ve onları hayatlarıyla adlandırmıştır. Çokluğun zatının O’nun Zatından ayrıldığı gibi çokluğun vasfıda O’nun vasfından ayrılmıştır. Eğer Allah Vahdetten Kesreti çıkarmasaydı nisbetler değişmeyecek, hatta isimler ve sıfatlar, nisbetler ve izafetler zuhur etmeyecekti. Zira vahdet hali bu durumlara aykırıdır.
Bu isim fiil isimlerinden biridir. Bu ismin sıfatı BA’S tır. Ba’s, kesret tecellisi, Zatın gayriyyet ismi ile taayyünü ve manevi sıfatların suret mazharlarıyla zuhur etmesinden ibarettir. Bütün bunlar ise batın olma halinden sonra zuhur etmekten ibarettir. El-Bais, genel anlamıyla, mümkünleri (mevcudları) yokluktan varlığa, varlıktan uyku ve uyanıklık halinde berzaha, berzahtan haşre gönderen demektir. El-Bais, özel anlamında ise, ümmetlere peygamberler gönderen kimse demektir. Allah Teala, ba’s ile, yaratılış aslının gerektirdiği izafetin şerefiyle insan türünü yeryüzünün “halifesi” yapmıştır. Bunun kaynağı, insanın “Hakk suretinde halk edilmesi”dir. Söz konusu bu izafet, Hakk’ın insana kendi ruhundan üflemesi ve insanların beden mülkünün idarecileri, zahiri ve batını organlarının ve kuvvetlerinin reayası üzerine hüküm sahibi olmalarıdır.
Böylelikle Allah nefisleri melikler yapmış, ve onlara alemlerden hiçbir şeye verilmemiş şeyleri vermiştir. Böylece nefsine arif olanı yüceltmiştir. Nefsilere olan tecelliler ile Hakk’ı bilmeleri sağlanmıştır. Rububiyet ve uluhiyet irfanına ulaşarak vahdete ulaşmaları sağlanmıştır. Bu tecelliler ile insanların batınlarına fikir elçilerini gönderdiği gibi, zahirlerine de ayetlerini okuyan bir takım elçiler göndermiştir. Onları kesretten vahdete davet etmişlerdir ve etmektedir. İnsana nefh edilen ruh kendi isim ve sıfatları batında ise Zatıdır. Yani “insanı kendi suretinde halk etmiş”tir. Bu nedenle asılları temizlik ve nezihlik ile nitelidir. Kesret insanı cehalet karanlığına ve şirk kirine bulaştırmıştır. İnsanın bu nedenle bu cehaletten ve şirkten arınmak için vahdete yönelmesi istenmiştir. ruh esas itibariyle temizdir. Ruhun bulunduğu mahal temiz ise o mahal Hakk sureti kazanır. Mahal pis ise ruh başkalaşır ve Hakk’tan uzaklaşır. Nefislere üflenen bu ruh, nefislerin temizliği oranında değerlidir. Bu nedenle “nefs tezkiyesi” temel yöntemdir. Nefisleri kirlenmiş insanlar mertebe mertebe ve derece derecedir. Nefisler O’nu talep ederek ve O’nun gösterdikleri tevhid yoluyla kesretin kirlerinden arınarak vahdete ulaşarak kamil manada “la ilahe illallah muhammeden resulullah” diyebilirler ve bu yolla ilahi isim ve sıfatları kamil manada temsil ve tafsil edebilirler.
“Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut. Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan (zikretmekten) alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve hep aşırılık olan kişiye itaat etme” (Kehf/28)
Kişi, arkadaşının dini üzeredir. (H.Ş.)
Cuma günü imam hutbe okurken, arkadaşına “dinle” desen bile boş söz etmiş olursun. (H.Ş.)