Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

E.H. 49. Vedud İsmi ve Yaşantısı


VEDUD İSMİ ve YAŞANTISI


Çok seven, çok sevilen. Seven, bütün mahlukatın hayrını isteyen, onlara ihsan eden. İyilikleri ve iyi kullarını seven, rahmet ve rızasını erdiren, mahlukatın arasına sevgi koyan. Sevilmeye layık ve toplumun arasına sevgi ve barış duygularını veren. Cenab-ı Hak buyuruyor: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, çok sever" (Hud/90), "O, çok bağışlayan ve çok sevendir." (Buruc/14).

Kur'an-ı Kerimde Yüce Allah kendini iki yerde Vedûd olarak tanıtır. Vedûd kelimesi iki anlama gelmektedir. Nimetleri gereği kullarını sevendir. Çünkü O, kendisine tevbe eden ve yönelen kimseyi sever. Yine O, sevilendir .

Kul Allah'ın gayretiyle Rabbi'ni sevince, Allah'ta onu bir başkasının sevgisiyle mükafatlandırır. İşte bu, gerçekte tam bir ihsandır. Çünkü sebep de O'dur, müsebbeb de  O'dur. Bundan maksat karşılıklı sevgi değildir. Bu ancak kullarından şükredenleri ve şükürleri sebebiyle Allah'ın onları sevmesidir. Bunların hepsi kulun maslahatı ve iyiliği içindir. Sevgiyi yaratan ve onu müminlerin kalbine yerleştiren yüce Allah çok mübarektir. Daha sonra O, bu sevgiyi dostlarının kallbinde öyle bir noktaya ulaştırır ki, artık bu noktada diğer bütün sevgiler çok küçük  ve değersiz bir hale gelir ve onların bağından kurtulurlar, bela ve musibetler onlara hafif gelir, ibadet ve taatlerin zorlukları onlara zevk verir ve sonunda sevgilerin en yücesi olan Allah sevgisini, Allah rızasını elde etme ve Allah'a yakın olma gibi çeşitli kerametlerden dilediğini elde eder.

Allah'ın Vedûd ismini bilen her müslüman, insanlarla sevgi  ve muhabete dayalı ilişkiler kurmalı, itaat ve ibadetlerle Allah'ın sevgisini kazanmaya çalışmalıdır.

Kullardan bu isme ve vasfa layık olan o kişidir ki, Allah'ın mahlukatına karşı daima iyilik murad eder. Kendisi için arzuladığını onlar için de arzular. Hatta onların menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih eder.

Bu ulvi duygu ancak, zor anlarda, insanların kin ve öfkeleri ile karşılaşıldığı hallerde ortaya çıkar. Onların kötülükleri, onlara karşı iyilik istenmesine mani olmaz.

O ki, vahdeti çoğaltmayı sevdide kendi vahidiyyetini alemlerin çokluğunda çok olarak zuhur ettirdi. O halde vahdet aynı zamanda kesrettir. Vahdet Batın, kesret ise zuhurdur ve marifet onunla gerçekleşir. Nitekim Allah Teala, elçisinin diliyle “Ben gizli bir hazineydim” dedi ve bununla vahdeti kastetti. “Bilinmeyi sevmekteyim” diyerek “Kesretin aslı olan isimlerim ve sıfatlarımla bilinmeyi” dmeek istedi. “Bu yüzden mahlukları yarattım” dedi. Bu söz ile kendisinin varlığın kalıpları üzere bu almedeki zuhurunu kastetti. Hakk Teala kendisinin zahir olmasını sevdi. Zuhur ise ancak bu mazharlarda gerçekleşir. Hakk mazharlarını bu yüzden SEVER. Hakk’ın kendisiyle gizlendiği mazharlarından bir kısmı, sayılamayacak kadar çok olan isimleri ve sıfatlarıdır. Diğer bir kısmı ise yaratılışa aittir ki, bu mazharlar şu görünen maddi varlık alemidir. Bu maddi varlık alemi için bu isimler ve sıfatlar, suret için ruh gibidir. İlahi isimler ve Rabbani sıfatlarla birlite bu alem Zat-ı Ahadiyet’in aynıdır. Bu yüzden varlık Ahadiyyet/teklik bakımından çoğalmaz. Çoğalma bakımından Ahadiyet değildir. Zat bakımından ise hem teklikteki çokluk (vahdette kesret), hemde çokluktaki teklik (kesrette vahdet) tir.

Bu isim sıfat isimlerindendir. Bu ismin sıfati VÜDD’dür. Vüdd, bir sebep nedeniyle değil bilakis Zatın iktizasından dolayı gerçekleşen sevgi ve isteme teveccühüdür. Eğer bu sevgi ve muhabbet olmasaydı bu zuhur gerçekleşmeyecekti. Eğer zuhur gerçekleşmeseydi Allah bilinemezdi.

Bu nedenle Allah Teala “BEN olmasaydım SEN olmazdın. Sen olmasaydın BEN bilinmezdim” diyerek Habibullah’ın Hakikatinin bu muhabbetin kaynağı olduğunu vurgulamasıdır. “Allah’ın “O, onları sever; onlarda O’nu severler”” (Maide/54) sözü buna işarettir. Bu, Hakk mahluklar kendisini tanısın diye tekliğinin onların çokluğundaki varlığı ile onları sever. Muhluklarda çokluklarının O’nun tekliğindeki varlığı ile severler. Bu durum Hakk’ın mahlukların kendisini zıddıyla bildikleri şey ile bilmesi içindir. Bu yüzden Hakk onları çoklukla bilir, mahluklar ise teklikle O’nu bilirler. Hakk mahlukları eksiklikleriyle bilir, mahluklar Hakk’ı yetkinlikle bilirler. Hakk bu zıtları cem edendir. İşte bu muhabbet (vüdd) çokluk ve zuhur arasında vasıtadır. Bu yüzden muhabbetten yaratılmış olan sevgili Allah ile mahlukları arasında vasıtadır. Bu ise en büyük vesilelik makamıdır ki ancak tek bir kişiye mahsustur. O kişide Muhammed (sav)dır.

El-Vedud, velilerini seven, velilerininde kendisini sevdiği onlara muhabbet eden ve onlarında kendisine muhabbet ettiği kimse demektir. Vüdd muhabbetin sabit olmasıdır. Buna göre el-Vedud sevgisi sabit olan demektir. Hakk’ın kullarına muhabbeti sabittir. Seven sevilenden rahmet talep eder. Şu halde ilahi sevginin özlem makamı, ilk merhamet edilen şeydir. Bu özlemden Hakk, sevdiğini müşahede ziynetiyle süsler, ona varlık kisvesini giydirir. Ona ferahlık ve genişlik verir. Bunun ardından cemaliyle onlara muamele eder. Hakk sevdiğnin işitmesi, görmesi lisanı ve azaları olarak sevdiklerini Zatıyla süsler.

Hakk mertebelerinden her bir fert, Hakk’ın tecellilerinin kendilerine yansıdığı bir mazhardır. Böylece sevenlerden bazılarını, sevdiğini dünyada müşahede bilgisiyle tanır. Böylelikle O’nun bakışlarından lezzetlenir, vakitlerinde O’ndan nimetlenir. Bazı sevenlerin işi ise, perde ortadan kalkıncaya kadar “irfan” halinde bekler. Bu insanlar perdenin ortadan kalkmasının ardından görürlerki; kendileri perdenin ta kendisiymiş. Şu halde alem insandır. İnsan onun gözüdür. İnsanlardan Hakk’ı sevenler ise, göz bebeği mesabesindedir. Hakk Onlar ile görürse bilir.

Kulun Hakk’ı sevebilmesi ve genel sevginin özel sevgiye dönüşebilmesi için tevhid eğitimi ile Hakk’ı bilmesi, nefsini Kuran ve Sünnetle süsleyerek O’nunla olması gerekir. Kul nefsine döndüğünde orada Hakk’ı bulması gerekir. “Bir kalpte iki sevgi olmaz” kuralına riayet ederek ne zaman gönlüne yönelirse orada Hakk’ı bulmalıdır. Bu sevdiğinin ve sevildiğinin en önemli göstergesi olup el-Vedud esmasının tecellisidir.  

“Münafıklar (iki yüzlüler), Allah’ı (güya) aldatmağa çalışırlar.  Oysa O, onları aldatır.  Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar.  Allah’ı pek az zikrederler”  (Nisa/142)

Oruç kalkandır. (H.Ş.)

Sabah uykusu, rızka engeldir. (H.Ş.)

İçki, kötülüklerin anasıdır. (H.Ş.)



önceki sayfa               sonraki sayfa

içindekiler
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam213
Toplam Ziyaret888835
Hava Durumu
Saat
Takvim