GİZLİ HAZİNEDEKİ ESMA VE SIFATLAR VE TECELLİ MERTEBELERİ
Varlık ve hüküm bakımından Zati tenezzüllerin ilki “Amai” tecelli diye adlandırılan tecellidir. Zatından Zatına “teklik” tecellisi “Ahadiyet” tecellisidir. Amaiyet “Ahadiyet”in batınıdır. Ahadiyet tecellisi Zatından Zatına Zatıyla bulunduğu “vücudi tecelli”dir. Bu mertebede isim ve sıfatlar için zuhur yoktur. “Ben Gizli Hazineydim” buyurduğu mertebedir. Bu tecelli Vücudi olmasından dolayı ikinci tecellidir. Ancak Zatından Zatına Zatıyla tecellisidir. Burada Hakkın herhangi bir ismi yoktur. Bu nedenle Zatına “BEN” demiştir. Benliği Zati Nefsidir. Zira “kaim binefsihi”dir. Nefsiyle kaimdir. Nefsindekini hüviyeti oluşturur. HÜVE deki “He” hüviyetini “vav” nefsini temsil eder. Ahadiyet vahdetin batınıdır. Vahdet hüviyetin batınıdır. Vahdet Hakk’ın kendisini kendisiyle ve taayyünü yönünden bilmesi ve idrak etmesi mertebesidir. VAHDET, varlığa ait bütün itibarları, isimleri, sıfatları, nispetleri ve izafetleri ortadan kaldıran gerçek BİRliktir. Hüviyet, gayb olması bakımından İLAHİ ZATA işaret eden mertebedir. Hüviyet eniyyetin (BEN) batınıdır. Eniyyet vahidiyetin batınıdır. Vahidiyet vahdaniyetin batınıdır.
Vahdaniyet ferdiyetin batınıdır. Ferdiyet ferdaniyetin batınıdır. Ferdaniyet uluhiyetin batınıdır. Uluhiyet Rahmaniyetin batınıdır. Rahmaniyet Rabbiyetin batınıdır. Rabbiyet Melikiyetin batınıdır.
Eniyyet mertebesi zahirliğinin batınlığın kapsaması bakımından Hakk’ın zahirine işaret eder. Hüviyet mertebesi eniyyet mertebesinde akledilir bir durumdur. HÜVE’deki “he” hüviyeti “vav” nefsi temsil eder. Hakk Zati hüviyetini nefsiyle alemlerde açmış ve açtığı ve zuhura geldiği ölçüde bilinir olmuştur. “BİLİNMEKLİLİĞİMİ SEVDİM. HALKI ZUHURA GETİRDİM” dediği mertebe HÜVE ismiyle batından zahire doğru alemlerdeki tecellisidir. “Hüves semul alim”, “hüve ala külli şeyin kadir”, hüvel azizül hakim” ve “hüvel lehül esmaül Hüsna” gibi ayetler hüviyetin esma ve sıfatlarla zuhura getirdiğini ifade eder. Hakk’ın zahiri batının aynıdır. İSİM VE SIFAT ZATIN AYNI VE VECHİdir. SIFAT ZATTAN VE ZAT SIFATTAN ASLA AYRILMAZ. İnsan baktığı vechiyle idrak edebilir. Nefsindeki ilim arttıkça müşahedeside o oranda artar. Her şuhud durumunun gayb hali ise hüviyettir. Zahir batının aynı olduğu için; hüviyetide eniyyetinin aynıdır. Eniyyet herkese izafe edilen hakikattir ve mutlak varlığın taayyün ve tahakkuk etmesinden ibarettir.
Vahdaniyet isimlerin kendisinden doğup, kendisinde birleşmeleri yönünden İLAHİ ZAT’a işaret eden mertebedir. Vahdaniyet Zatın isim ve sıfatlarla BİR olması mertebesidir. Ferdiyyet akledilir ve hissedilir. Alemdeki bütün neticelerin kaynağı olan mertebedir. Zat, irade ve kelam üçlüsünün oluşturduğu bir birlik bütününe “ferdiyet” denir. Alem ise ferdiyetten halk edilmiştir. Ferdiyeti Zat mertebesinde ilmi hakikatler ayan-ı sabite olarak her şey için farklılaşmış Ahadiyetin ilk fark makamıdır. Vahdetteki ilk kesret mertebesidir. Kesreti oluşturan ayan-ı sabitelerin çokluğudur. Ayan-ı sabiteler ise “isim ve sıfatların bir düzenlemesi” dir. İsim ve sıfatlar ilim olarak İLMİ ZATTA farklılaşmışlardır. Ferdaniyet VAHDET ALEMİ yani “ev edna” mertebesi olup TEKLİK mertebesidir. Efendimize aittir. ilk taayyun olan “Hakikati Muhammedi” mertebesidir. Efendimiz “Allah önce Benim nefsimi, ruhumu, nurumu, aklımı yarattı” buyurarak bu Ferdaniyet mertebelerine işaret eder. Bu mertebe hakikati itibariyle Efendimizin nefsinde tüm isim ve sıfatları cem etmiştir. Bu nedenle Efendimiz “Allah” ve Rahman” isimlerinin asaleten tahakkuk mahallidir.
Uluhiyet sayıları sonsuz olan ilahi isimlerin gerçek hüviyetleriyle zuhura çıktığı mertebedir. Bu sırf zuhurdan ibarettir. Kesret hükümlerinin zuhur mertebesidir. Çokluk (kesret) bu mertebeden taayyün eder. Bu mertebede mazharlardan her biri vahidiyyet mertebesinde olduğu gibi BİR DİĞERİNİN AYNISI DEĞİLDİR. Aksine bu mertebedeki her şey diğerinden tam bir ayrışma ile ayrılmıştır. Her bir isim ve sıfatta kendi istihkaklarını talep ederek zuhur mahalli ister. Bu nedenle vücudi çokluğun kaynağı, ilahi taayyünler mertebesi, cem’ul cem mertebesi, ilahi isim ve sıfatların meclası diye adlandırılmıştır varlık mertebelerinin tamamı bu mertebede taayyün ve tezahür etmesi nedeniyle ayrışmıştır. “Allah” ismi bu çokluğu bünyesinde cem eden ZAT ismidir. İlahi isim ve sıfatları varlığında toplar. Uluhiyet mertebesi her ilahi isim, sıfat, ş’en, ilişki ve izafetlere tam ve yetkinlik üzere haklarını verir. “la ilahe illallah” tevhidi bu mertebeleri varlığında cem ederek insanın uluhiyet mertebesinde “muhammeden resulullah” hakikatinin sınırları çerçevesinde Kur’an ve Sünnet üzere uluhiyet hukukunu çerçeveler. Rahmaniyyet Efendimizin Rahman’ın Nefesi tabiri ile işaret ettiği her şeye yayılan varlık mertebesidir. “Genel vücud NURU tecellisi” olup alemdeki her varlığa sirayet etmiştir.
Bu mertebede kevni ve ilahi çokluk zuhuru tamamlanır. Bu mertebenin rahmeti her şeyi kuşatır. Nitekim ilahi isimler ve sıfatlardan oluşan ilahi çokluk eserlerini ortaya çıkarmak suretiyle kuşatır. Kevni çokluğun vücud bulması için alemi kuşatır. İçerden ve dışarıdan her şeyi sarar. Bu yüzden Allah “Rahmetim her şeyi kuşatır” (Araf/156) buyurmuştur.
Rahman suresinden Allah; “Rahman. Kur’anı talim etti” (Rahman/1-2) buyurarak Nefesi Rahman ile alemlere Kuran’ı vaz edildiğini belirtir. Kuran ise “Cemi esma ve sıfatı cami zat” tır. Tüm isimleri ve sıfatları alemlere uluhiyet hakikatiyle kendi nefsi mertebelerinde talim etmiştir. İşte “ruh” dediğimiz ve “Ademe nefh edilen ruh” bu isim ve sıfatlardır. “Ademe tüm isimleri talim etti” (Bakara/31) ayetiyle insanı en mükerrem varlık olarak yaratmıştır. “İnsanı halketti. Beyanı öğreti” (Rahman/3-4) ayetleriyle talim edilen isimlerin ve sıfatların zuhur mahalli “İNSAN” tayin edilmiştir.
Rububiyet mertebesinde bu isim ve sıfatlar nefsi natıkadan zuhura çıkar. Rububiyet mertebesinde kulluğun varlığı taayyün eder ve heybet ve ünsiyet hallerinin etkisiyle celal ve cemal tecellilerinin etkileri ve neticeleri ortaya çıkar. Burası yetkinlik mertebesi ve ilahi azametin tahtıdır. Burası kudsi nazarla kuşatılan en mukaddes tecelligah ve kudsi müşahede yeridir. Peygamberlerin gönderilmesi, şeriatın koyulması, ilahi kitapların indirilmesi, isyan edene azap etme, itaat edeni nimetlendirme şeklinde ortaya çıkan karşılık verme durumların tamamı Rububiyet mertebesinin kaynağıdır. Rab isminin tecelli mahalli nefstir. Rablık ve kulluk mertebeleri bu mertebede hakikatini bulur.
Melikiyyet (Şehadet) mertebesi isim ve sıfatlarının hükümlerinin yürütülme mertebesidir. Her isim ve sıfat zuhura çıkmak için mahal ister. İnsan tüm isimlerin hükümlerinin müşahede edildiğin en yetkin varlıktır. Emir ve yasakların yürütülme mertebesidir. Allah’ın rububiyet mertebesinden gelen emri ile melikiyyet mertebesinden gelen emri arasındaki fark, rububiyet mertebesinden kaynaklanan emrin Rablik (terbiye) mertebesinin bir türü olmasındandır. Bundan murad “uluhiyetin ve Rububiyetin BİLİNMESİ”dir. Bu mertebede hükümlere, emirlere ve yasaklara kulun uyması ve uymaması mümkündür. Alemde etkin olan ilahi isimler ve sıfatların efendisi bu mertebedir. İnsan ise isim ve sıfatların kullanılmasında “halife” dir.
Bu mertebede Hakk’ın zuhuru tamamlanır. Bu mertebelerde Hakk’ın tevhid edilmesi gerekir. Allah; tek Vücud hüviyetinde zatıyla kaim ve batın, vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleri ve neticeleriyle meşhud, batını ile sır olarak alemlerin her zerresinde uluhiyetini sergileyendir.. uluhiyetin batından zahire, zahirden batına yürüten ve isim ve sıfatlarıyla bilinen TEK NEFS hüviyetiyle alemlerdeki TEK ZATTIR.
İnsan tüm bu VÜCUD MERTEBELERİni bünyesinde ve varlığında bulunduran tek varlıktır.”Allah Ademi kendi suretinde halk etti” hadisi bu hakikati anlatır. İnsan kendi varlığında bulundurduğu ilahi isim ve sıfatları GERÇEK HÜVİYETLER ile zuhura çıkarabildiği oranda KAMİL İNSAN olbailme yolunda ilerler.
Rabbena Atina fiddünya haseneten ve fil ahreti haseneten ve kına azabennar.