- YA Gavs-ı Azam. Aşk’ın zahirine arif olursan, aşktan fena bulmalısın. Zira aşk HİCAP’tır. Aşık ile maşuk arasındaki hicap…
Aşk’ın hicap olması, Zat’ın bilinmemesi ve kemal olarak Mutlak Tevhid’e ulaşılamamasıdır. Bunun da nedeni Nefsine ve Rabbine arif olamamaktan kaynaklanır. Bununda nedeni eşyanın hakikatine ulaşılamamasıdır. Aşık’ı ayrı, AŞK’ı ayrı,MAŞUK’u ayrı zannetmek ve bilmektir. Aşk’ın zahiri eşya,Batını ise HAKK’ın ZATI’dır. Tek hüviyette O (Hüve) müşahede edilirse perde (hicap) kalkar. ZATI AŞK görülür.
Aşk, Zatın Kendisidir. “Ben gizli hazineydim” denilen Hüviyet Gayb’ından Hakk, “hubbi teveccüh” ile AŞK-SEVGİ olarak zuhura çıkmıştır. Bunu anlatan ifade “Bilinmekliliğimi sevdim” ifadesidir. Bu aşk alemlerin ve insanın zuhuruyla her zerreye “nefesi rahman” ile sırayet etmiş ve insanın nefsi natıkasında “muhabbet-aşk nuru” olarak belirmiştir.
Bu suretle AŞK, AŞIK, MAŞUK O (Hu) olup her zerreye bu aşk sirayet etmiştir. İşte bu aşkın eşyada müşahede edilmesi “eşyanın hakikatinin bilinmesi” ne bağldıır. “Aşık ol Bana” derken Hakk’ın Zatına yönelme kastedlmektedir. Alemlerde Hakk’tan ve O’nun mertebelerinden başka bir şey görmemektir. Bunun içinde Hakk’ı bilmek gereklidir.
Allah, kendinden gayrı bir vücudun (varlığın) mevcudiyetinin düşünülmesinden münezzehtir. TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE batından, zahire, evvele, ahire karşılıklı olarak müşahede ve idrak edilen kendisidir. “GAVS” ismiyle İNSAN-I KAMİL de zuhura çıkan “HÜVE NOKTASI SIRRI” ile yine kendisidir. ZATI batından GAVS ismiyle zahir olan yine kendisidir. ZATI batında GAVS ismiyle zahir olan yine kendisidir. TEK VÜCUD HÜVİYETİN’ de GAVS ismiyle zuhura çıkmış, “gavslık mertebe”sinden müşahede edilmiş ve kelam etmiştir. Bu sırrı, Abdülkadir Geylani Hazretlerine yukarıdaki ifade ile açmıştır. GAVSlık “tecelli hüviyeti” ile O’nda görünen ALLAH’tır. Mevcudatta her şeyde kendi mertebesi itibariyle görünen O’dur. İnsan-ı kamil (GAVS) Allah’ın tüm isim ve sıfatları ve Zatıyla en kamil “tecelli hüviyeti” ne büründüğü tecelligah ve görünme yeridir. Bu, “Ben insanın sırrıyım. İnsanda Benim sırrımdır” kudsi hadisiyle ifade edilmiştir. Hakk, her mertebede, o mertebenin hüviyetiyle zuhurdadır. Bu O’nun “zahir” ismiyle açılımı ve görünmesidir. Hakk, Gavs’ta “Hakk” tecellisi ile zuhurdadır. Bu Hz. Resul’ün “Beni gören Hakk’ı görür” hadisinin insan-ı kamil’de zuhur etmesidir. “Hakk tecelli hüviyeti” ile kamil manada GAVS’ta açığa çıkmış ve O’ndan görünmüş ve kelam etmiştir. Hakk için değişen, zahir, batın, evvel, ahir isimlerinin itibarlarıdır. Gavs’ta batınen-evvelen Hakk vardır. Zahir-ahir yönüylede GAVS’ta hüviyeti ile görünmektedir. Yakınlık “Kendinden kendine” dir. “Zatından Zatına” ve “Zatından Sıfat ve İsimlerine” olan yakınlıktır. “İsim Zatın aynıdır” ve “Sıfat Zattan ayrılmaz, Zat sıfattan asla hiç ayrılmaz” tasavvuf kuralınca tecellisi “Kendinden Kendine”dir.
Arada “gayrı” yoktur. “Gayrı” gibi görünen bizdeki yanlış idrak ve anlayıştır. Bu nedenle sırrımızdaki Allah’ı nefsi natıkamızda değil, ötelerde aramaktayız. Allah sırra “hüviyet tecellisi” ile GAVS’lık SIRRI’nı Abdülkadir Geylani Hz.ne açmış ve O’na yakınlığını ifade etmiştir. Bütün bu anlatılanlar “Vahdeti Vücud Şuhudu” idrak edildiğinde anlaşılabilir. İnsanı oluşturan sır, nefsi natıkasıdır. Nefsi natıka ise Allah’ın Nuru ve Kur’an’ın Sırrı makamıdır. Yani biz özümüz itibariyle O’nun hüviyetinin tecelli mahalliyiz. Tecelli anında ve oranında O’nun hüviyetine bürünmekteyiz. Tecelli her an olmakta, tecellinin vasfı ve isimleri itibariyle farklılık kazanmaktadır. Hakk’ın batın-evvel olarak tecellide olmadığı itibariyle her şeyden münezzeh oluşu tenzih hükmünü, “tecelli hüviyetiyle” alamlerde her mevcudda görünmesi (kendi nefs mertebesinde) teşbih hükümlerini, oluşturmaktadır. Tenzih “batın-evvel” isimleri itibariyle O’nu bilmeyi, teşbih ise “zahir-ahir” isimleri ile O’nu idrak etmeyi anlatır. Tevhid ise tenzih ve teşbihi birleştirmektir. Yani O’nun hüviyetini (Allah) zahir, ahir, evvel ve batın olarak idrak etmektir. GAVS bu itibarların hepsini hüviyetinde toplayandır. O’ndan görünen Hakk’tır. “hüvel evveli vel ahiri, vezzahiri vel batın” (Hadid/3) ayetiyle Hakk’ın tecelligahıdır. “HÜVE SIRRI” nın noktadan (Ahadiyeti Zat) açılması ve “İNSAN” olarak görünmesidir. Hakk en kamil manada insan-ı kamilde (GAVS) görünmektedir. Asaleten Efendimiz bu hüviyeti taşır. O’ndan veraset alan GAVS’lar ve insan-ı kamiller vekaleten bu sırrı taşır. Hakk, Tek Vücud hüviyetinde Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatıyla tecelli ve muhit, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile SIR olandır. Alemlerin her zerresinde, “Kendinden Kendine” tecelli edendir. Bu nedenle O’ndan gayrı yoktur. Uluhiyetini Allah ismiyle sergileyendir.
“Halakel Ademe ala suretihi” “Alah Adem’i kendi suretinde (hüviyetinde) halketti” kudsi hadisi “hüviyet tecellisi” içinde olan GAVS= İNSAN-I KAMİL’ i belirtmektedir. Her insan tecelli oranında ve zamanında O’nun hüviyetine bürünmektedir. GAVS O’nun hüviyetinin en kemalli zuhurudur. ABDUHU SIRRI bu hakikattir. Velayet Nuru ile Nuru Muhammed’nin insan-ı kamilde açığa çıkmasıdır. Allah bu nedenle yakınlık arzeder. Uzaklık olması için ikinci bir vücud gerekirki bu imkansızdır. Kelime-i tevhide aykırıdır.
Allah murat etmiştir ki, Zatı sevilsin; Kendi nefsiyle zahir olup, eşyanın hakikati olmuştur. Eşya suretinde o mertebede sevilen (maşuk) ve seven (aşık) olmuş kendide AŞK olmuştur. Alemlerde mertebelerine göre Zat’tan başka bir şey müşahede edilmediğinde, idrak edilirki Aşk, Aşık, Maşuk olarak mertebelerde seyreden O’dur (BİHİ BİHU SIRRI). Aşk, mertebelere yöneldi ve sirayet etti ve her şeyde bu yüzden sevildi. Bunu anlayan aşıkta şu beyti söyledi: ”Bildik ki alemde her ne var, hep AŞK imiş”
Bu mertebelere ulaşmak için irfan ve tevhid eğitimi ve Zati talep ve Zata teveccüh gereklidir.
Allah’a ve mahlukata yönelik her türlü muhabbet, aşk, sevgi denen halin kaynağı Hakk’ın “Zati İlahi Muhabbet”idir. Kudsi hadiste şöyle buyurulu: “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim…”. Zatın ilk zuhuru muhabbet ve aşktır (hubbi teveccüh). “Bihi sırrı” ile hüviyet zuhurunun her zerresinde bu muhabbet zuhura çıkmıştır. Her mevcudda bu muhabbet ile Nefesi Rahman ile donanmıştır. İnsandaki “muhabbet nuru” nefsi natıkasında dürülmüştür. Bu nur sayesinde, Hakk’a ve mevcudlara ilgi ve sevgi duyar. Nefsi natıkanın hakikati Allah’a ait olduğu bilinmediğinde, bu muhabbet nurdan bir perde olur. Bu ise benlik perdesidir. Muhabbetin de Hakk’a değil, şahsına ait olduğunu düşünmek ve zannıdır.
Böyle bir muhabbet düşünüldüğünde “bir birimden, diğer bir birime” olur. Bu ise iki hüviyet demektir. Muhabbet Zata ait olarak düşünüldüğünde, kişideki muhabbetinde Hakk’a ait olduğu idrak edilir. Bu ise muhabbette de “teklik bilincini” oluşturur. Her birimden diğer birime olan sevgi “ikilik” anlamı taşıdığı için “şirki hafi” yani gizli şirk ihtiva eder. Bu durumda elbette perdelilik yani gerçeği görememe hali ortaya çıkar. Bu nedenle sevgi, sevenle sevilen arasında “hüviyet mertebesinde” hicap (perde)dir denmiştir. Kişi nefsi hüviyetindeki muhabbet nurunun Hakk’ın nuru olduğunu bilir ve bu nur sayesinde Hakk’a yöneldiğini idrak ettiğinde “hüviyet nuru (nur-ı hu)” TEK ve BİR halini kazanır. Bu durumda gizli şirk kalkar. “Hüviyet tevhidi” idraki gelişir. Hüviyet tevhidine ulaşılmadan, gizli şirk ortadan kalkamaz.
Nefsi natıka ne nefsteki muhabbet dahil tüm tecelliler Hakk’a teslim edildiğinde, ortada sadece “tek hüviyet” ve “tek vücud” kalır. Sadece mertebeler arası ilişkiler ortaya çıkar.
“Sevenin sevilende yok olması” bu halin yaşanmasıdır. Bu ise “fenafillah” halidir. Fakr makamına yükselmektir. Muhabbet dahil tüm varlığın Hakk’a verilmesidir (la vücude illa hu sırrı). “Seven sevilende var olduğunda” vüsul hali söz konusudur. Bu ise “Bekabillah” halidir (Allah Billah sırrı). Tek Vücud Hüviyetiyle Hakk’ın açığa çıkmasıdır (BİHİ SIRRI). Kişinin nefsine arif olup, Rabbine arif olmasıdır. Nefsinde ve varlığında Hakk’ı müşahede etmesidir. Var zannettiği varlığın “tecelli hüviyeti” vasfıyla Hakk’a ait olduğunu idrak etmesidir. Yokluk halinin sadece bir irfan ve bir idrak olduğu ve aslolanın O’nun hüviyetiyle varlık olduğunun idrak edilmesidir. Muhabbetin kaynağının Hakk olduğunun farkına varılmasıdır. Kişideki muhabbetin Hakk’a yönelmede vasıta olduğunu ve mertebeler arası ilişkileri sürdürmek için gerekli olduğunu idraktir.
Kişideki muhabbetin varlıktaki mertebeleri anlama ve bu yolla Hakk’a vüsul edilmesi gerektiğinin anlaşılması için lüzümlu olduğunun idrak edilmesidir. Zati İlahi Muhabbet tek olup, nefesi rahman ile tüm varlığa bu muhabbet sirayet etmiştir. Sirayetin nedeni ve hedefide Hakk’a vuslattır. Bundan sonra tek hüviyette gören göz O, işiten kulak O, Seven ve sevilen O, tutan el O, söyleyen dil O (Hu) olur.
Bekabillah denilen hal budur. Şu kudsi hadis anlatılan halin açıklamasıdır:
Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor:
“Allahü Teala şöyle buyurdu:
-Beni bilen talep eder... Beni talep eden bulur... Beni bulan sever... Beni seveni öldürürüm... Bir kimseyi öldürürsem diyeti bana düşer... Bir kimsenin diyeti Bana düşünce onun diyeti bizzat Ben olurum.”
Görüldüğü gibi bu Hadis-i Şerif de kutsidir. Özellikle marifete işaret edilmektedir. Biz de o yoldan gideceğiz.
Bilesin ki İlahi marifet iki kısımdır. Biri Marifet-i Zat; öbürü de Marifet-i Sıfat.
Marifet-i Zat: O’nun mutlak ahadiyeti cihetinden bilmek mümkün değildir. Marifet-i Sıfat’a gelince onu bilmek mümkündür.
Buna göre, marifet, talebi gerektirir. Talep ise bulmayı icab ettirir. Bulmak da sevmeyi gerektirir. Sevgide ölümü. Bu ölüm, fena halidir. Ölüm ise diyeti icab ettirir. Diyet ise ancak aklı başında olana ödettirilir.
Gerçekten, öldürülenin diyeti ancak öldürendir.
Özellikle bu manaya şu Ayeti Kerime işaret etmektedir.
“Bir kimse, Allah’a Resul’üne doğru yola çıkar da sonra ölürse, onun ecri Allah’a kalır.” (Nisa suresi, Ayet 100) Yani Zatı ile ona beka verir. Çünkü bu manada, katil maktülün aynıdır. Hakikat değişmez. Zira hakikat birdir. Kesrete gelince, o, bir takım akli, vehmi ve izafi nisbetlerden ibarettir. Keşif ehli zatlara göre bunlara itimat yoktur.
Anlatılan manaları bir irfan sahibi şu şiiri ile dile getirmektedir:
Devamlı O’ nunum, O da artık benimdir.
İki zat arasında fark yok, sevgilimdir.
Hicap bizdeki vehimler, zanlar ve irfan eksikliğidir. Ayette şöyle buyuruluyor: “Zannın çoğundan kaçının, muhakkak ki bazı zanlar suçtur” (Hucurat/12).
En büyük hicap, vehim ve zan kendini ve Hakk’ı ayrı zannetmektir. Bunu aşabilmenin yegane yolu ULUHİYET VE HÜVİYET TEVHİDİ’ni yaşamaktır. Bunun kemal ifadesi şudur:
Allah, Tek Vücud Hüviyetiyle Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatlarıyla muhit ve tecelli, esmasıyla tecelli ve malum, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak ULUHİYETİ’ni alemlerin her zerresinde sergileyendir. TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE O (HU) VE MERTEBELERİ (TAAYYÜNLERİ) VARDIR. MERTEBELERİ DE O’NUN ZUHURUNDAN İBARETTİR. ZUHURLARIDA O’NUNLA KAİMDİR. Perdeler kalkınca sadece O (HÜVE) görünür (BİHİ BİHU SIRRI).