Dedim ki;
- Ya Rabbi hangi namaz sana daha yakındır?
- O namaz ki, içinde Benden başkasının kalmadığı, kılanın içinde kaybolduğu…
Zikreden, zikredileni, zikir üzerinden çağırmaktadır. Zikir, kendi benliğinde Hakk’ı idrak etmektedir. Nefsinde Hakkı zikreden O’nu nefsinde hazır bulur. İzafi hüviyeti zikir üzerinden Hakk’ın hüviyeti ile birleşir. “Tecelli hüviyeti” zikir ile belirlenir. Kul “Rahim” ismini zikrederken, Hakk kuluyla Rahim ismi ile ve bu vasfı ile beraber olur. Eğer “Afv” ismi ile zikrederse, Hakk o kulunu afv ederek muamele eder. Kul “Rezzak” ismiyle Hakk’ı zikrederse, Hakk’da bu isimle nefsine tecelli ederek kulu rızıklandırıp nimetlendirir. Zikir nefste “tecelli hüviyeti” ile Hakk’ın zuhurudur. Bunu belirten ayette “Beni zikredin, Bende sizi zikredeyim” (Bakara/152) buyurulmaktadır. Kul zikredince, Hakk’ta kulunu “zikiri” üzerinden zikretmekte ve O’nunla hüviyet beraberliği gerçekleşmektedir.
Zikrin oranı ve zamanı “tecelli hüviyeti”ni belirlemektedir. Bu surette zikir, zikreden ve zikredilen BİR HÜVİYETE bürünmektedir. İsimler ile zikir, zikredilen isimler üzerinden Hakk ile beraberliktir. İsim tecellisidir. Sıfatlar ile zikir, zikredilen sıfatlar üzerinden Hakk ile hüviyet beraberliğini ifade eder. Sıfat tecellisidir. Zat ile zikir, Zati tecelli içine girmektedir. “Tecelli hüviyeti” ile nefs o hüviyeti taşıyacak hale bürünür. Hakk’tan aldığı isim ve sıfatları nefsinden zahire yansıtır. Hakk’ın o isimleri ve sıfatları ile görünür ve zahir olur. Tecelli hüviyeti diye belirttiğimiz hakikat budur. Nefsin batınında olan isimlerin ve sıfatların zuhura çıkmasıdır. Bunu sağlayanda zikirdir. Hakk zikir ile kuluyla beraberlik içindedir. Gerçi O, her an, her yerde kuluyla beraberdir. Bu “genel beraberlik” tir. Kul zikir ile Hakk ile “özel beraberlik” içine girmektedir.
Kişiler taat ve masiyetten sıyrıldıklarında “Allah” ismiyle zikrederler. Allah ismi camisi hem Zati hem sıfatı hem isim tecellilerini bünyesinde bulundurur. “Allah” ismi ile zikir Hakk’ın bütün isimleri ve sıfatları ve Zatı ile “hüviyet beraberliği” içine girmektedir. Hakk her yönden kulun nefsinde zuhura çıkar. İnsan-ı kamil bu nedenle “Allah” isminin zuhurudur. Asaleten Efendimiz, varisleri vekaleten “Allah” isminin tecelli mahallidir. Bu nedenle ayette şöyle buyurulur: “Allah zikri en büyüktür” (Ankebut/45).
Kendisiyle kıyas yapılacak kadar ilim makalede vardır. Kişi hangi isme muhtaç ise, o tecelliyi Hakk’ın o ismini zikrederek Hakk’tan tecelliyi talep eder. Kul acz ve fakr makamında tecelliyi talep edip dua edendir. Hakk ise alemlerden Gani olarak “tecelli” ile kuluna lütfedendir. Kulluk (abduhu) sırrıda budur. “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz” (Fatiha/5) ayeti bu sırrı anlatır. Kul izafi hüviyeti ile nefsindeki tecellileri Hakk’tan talep edendir. Hakk bu talebi karşılayandır.
Kulluk sırrını şu kudsi hadise yansıtmıştır. “Bana itaat edene, itaat ediciyim”. Kul, Kur’an ve Sünnet ile nefsi hüviyetini süsleyecek, Hakk’ta bunun karşılığı olarak isimleri, sıfatları ve Zatı ile kulunda görünecektir. Abduhu ve resuluhu sırrı yaşanacaktır. Kul izafi hüviyeti ile nefsinde taşıdığı Kur’an sırrı ve Allah’ın nuruyla Hakk’ın hüviyetini taşıdığının, temsil ve tafsil ettiğinin idrakini yaşayacaktır. Hakk kulunda Zatıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle gerçek hüviyetiyle açığa çıkacaktır.
Namaz Hakk’ı zikir olup, Hakk’la “hüviyet beraberliği”nin yaşanmasıdır (BİLLAHİ, BİHİ SIRRI). Namaz Kur’an zikridir. Nefsi natıkadaki Kur’an sırrının zahir olmasıdır. Kur’an Allah’ın ilmi ve kelamı olduğundan nefs Kur’an, vasfına bürünerek hüviyet beraberliği kemalli olarak yaşanır. Kur’an “Cemi esma ve sıfatı cami Zat” yani tüm ilahi isim ve sıfatları cami Zat olduğundan bu hüviyet beraberliği en kemalli şekilde yaşanır. Namazda Hakk ve Kur’an vardır. Kul nefsi hüviyetiyle “abd” mertebesini temsil ve tafsil eder. Abd mertebesinde kul “Kur’an” vasfına büründüğünden namazda hüviyetiyle Hakk zahir olur. Zikredilen Hakk’ın hüviyeti, kişinin nefsi hüviyetinin zikir tecellisi üzerinden aynı olur. Zikir, zikreden ve zikredilen ”ayn”ı hüviyete bürünmüş olur. İster taat ehli ister masiyet sahibi olsun, Hakk kuluyla nefs mertebesinden “hüviyet beraberliği” içindedir. “Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ve “Ben size şah damarınızdan yakınım” (Kaf/16) ayetleri bu sırrı ifade eder.
Bu sır ve hakikatlerin idrakiyle kılınan namazın içinde sadece HAKK ve MERTEBELERİ vardır. Kul, ABD mertebesinde HAKK’ın zuhurundan ibarettir. Hakk’ın Zatını sırrında, isim ve sıfatlarını da bünyesinde taşıyarak HAKK’ı temsil ve tafsil etmektedir. İbadette, ilahi isimleri ve sıfatları gerçek hüviyetleri ile en güzel surette açığa çıkarmaktır. Namaz ve oruç gibi ibadetlerin gerçek hedefi budur. İbadet kulun nefsindeki isim ve sıfatları zuhura çıkarması, ubudet Hakk’ın tecellisi içinde kaybolarak ilahi isim ve sıfatların zuhurudur. Hakk ve mertebeleri söz konusudur. Mertebeleride O’nun taayyünü ve tecellisinden ibrettir. O’ndan ayrı ve gayrı değildir. Hakk, kuluyla “tecelli hüviyeti” ile beraberlik içindedir. Namaz bu birlikteliğin en kemalli yaşantısıdır. Allahu ekber lafzı ile tüm mertebeler ve hepsinin üstündeki “Künhü Zat mertebesi” ne (gizli hazine) yükselinir. Tüm mertebeler izafi hüviyetinde dürülü olarak, hepsi ve her şey Hakk’a teslim edilerek Künhü Zat mertebesinde “Fena” yaşanmış olur. Kul, Hakk’ta fani olur; yine Hakk tecellileri ile onu baki kılar. Bu idrak bir anı içerir. Bu nedenle fena ve beka mertebeleri kişinin idraki ve irfanıdır. Kaybolan kulun kendisi değil, nefsine ve Rabbine karşı olan irfanın artmasıdır. Nefsini Hakk ile baki bulmasıdır. Kendisi “billahi” sırrıyla Hakk’ı temsil ediyorsa, kul Hakk’ın zuhur mahallidir. Böyle bir idrak ve irfanla kılınan namazda sadece HAKK vardır. Zatıyla, sıfatıyla ve isimleriyle kulda görünen, kulun nefsi mertebesi üzerinden, Hakk’tır. Kul “zahir” isminin temsilcisidir. Hakk, zahir ve batınıyla kul ismiyle görünmüştür. Böyle bir namazda kul fani olur, Hakk bakidir. “O namazki içinde Benden başkasının kalmadığı ve kılanın içinde kaybolduğu” olarak belirtilen sır yaşanmış olur. Miraçta Efendimize yapılan “Dur! Rabbin namaz kılıyor” hitabı bu sırrın yaşanıp müşahede edilmesidir.
Kulun Hakkani vasıflar içinde, nefsinde “tecelli hüviyeti” ile Hakk’ı bulmasıdır. Hakk’ın kuldaki namazı, kulunu Zatıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle tecelli ile süslemesidir. Bu halde “tecelli hüviyeti” ve “nefsi hüviyet” birleşir. Arada ayrı ve gayrı kalmaz. Sadece HAKK her vasfıyla görünür. Bu nedenle Efendimiz miraç dönüşü “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuşlardır (Ev Edna Sırrı).
Bu durumda kul Allah ile görür, Allah ile işitir, Allah ile söyler, Allah ile her fiili işler (BİLLAHİ SIRRI). İşte artık “hüviyet beraberliği” daim-baki olmuştur. Kul her an, her yerde bu beraberlik ile hakkel yakin yaşar. Daim namaz (salatun daimun) denilen hal kulun “billahi ve bihi” sırrı ile yaşamasıdır. Bu ise ubudettir. Hakk’ın insanda kul mertebesinden görünmesidir (ABDUHU SIRRI).
Bu hale ancak nefsine arif olarak ulaşılabilir. Efendimiz, “Nefsini bilen Rabbını bilir” buyurarak bu yolu tüm insanlığa sunmuştur. Bu irfanı yaşamak kişilerin gayreti ve iradesine bırakılmıştır. Dinde zorlama yoktur. Kişinin nefsi hüviyetinde, Hakk’ın Zatı Nefsini bulması bu idrakin zirvesidir. Bu Künhü Zat mertebesinde (gizli hazinede) NOKTA olmaktır. İşte HAKK bu noktadan açılarak her nefste kendi mertebesinden zuhura çıkmakta ve alemlerde zahir olmaktadır. Abd mertebesi HAKK’ın en kemalli zuhurudur. Kulda “zahir” ismiyle açığa çıkan Hakk’tır. Kulda batın olanda “batın” ismiyle Hakk’tır. Bu idrakle kılınan namazda, tutulan oruçta ve yapılan ibadetlerde HAKK’tan başkası yoktur.