- Ya Gavs. Dünya geçidinden çık ki, ahirete vasıl olasın; ahiret geçidinden çıkki, “BANA” vasıl olasın.
Dünya ve ahiret hakikatini anlamak “eşyanın hakikatini” bilmekle mümkündür. HAKKA VUSLAT ise nefsini hakikati ile bilmekle mümkündür. Bu nedenle “Nefsini bilen Rabbini bilir” buyurulmuştur.
PEYGAMBER Efendimiz aklı tarif ederken şöyle buyurmuştur: “Akıl kalpte Hakkla batılı ayıran nurdur”. Bu nurun merkezi kalpteki “nokta-i süveyda” dır. Nokta-i süveyda ise senin “nefsi natıka” ndır. Nefsi natıkanın hakikati ise Allah’ın nuru ve Kur’an’ın sırrıdır. Nefsi natıka Allah Nuru ve Kur’an vasıtası ile Hakkı batıldan ayıran hayy, idrak sahibi, geçmişe ve geleceğe yönelik ilimleri taşıyan Hakk’ın insanlara emanetidir. İnsana elest bezminde “Evet Rabbımızsın” cevaplarına şahit tutularak, verdikleri bu söze itaat etmek için emanet edilerek şehadet aleminde yerini almıştır. Bu nedenle Hz. Resul (sav): “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar. Sonra onu anası, babası (çevresi), Hıristiyan, Yahudi, müşrik yapar” buyurmuşlardır. Doğumda sırf nur olan ve Kur’anı taşıyan hakikat (nefsi natıka), yaşamın içerisinde kendini bilene kadar değişik vasıf ve ahlaklara bürünür. Asli vasfından perdelenerek ve örtülerek şehadet aleminde varlığını devam ettirir. Kur’an nefsi natıkanın perdelenip asli haline kadar olan mertebelerini ayırmıştır. Nefs mertebeleri olarak adlandırılan her mertebede örtüldüğü vasıflar ve sıfatlar ile ayrı ayrı isimlendirilmiştir. Nefsi natıka; nefsi emmare mertebesinde nefsi, nefsi levvame mertebesinde ruh, nefsi mülhime mertebesinde kalp, nefsi mutmainne mertebesinde akıl, nefsi raziye mertebesinde sır, nefsi marziyye mertebesinde hafi, nefsi safiye (zekiye) mertebesinde ahfa adını almıştır.
Akılda bu nefs mertebelerine göre farklı vasıflarda olduğundan farklı mertebeler de değerlendirilmiştir. Nefsi emmare ve levvame düzeyinde hayvani ruh hakim olduğundan nefsi natıkanın etkisi çok az veya yok olduğundan bu mertebede akla “akl-ı maaş” ismi verilmiştir. Ahlaki vasıfları bu mertebelerde anlatıldığından tekrar edilmemiştir. Hayvani ruhta “irade” olmadığından ve “içgüdü-dürtü” ile hareket ettiğinden bu kişiler günlük işlerini bu içgüdüler ile yaparlar. Anlık yaşarlar. Geleceği çıkarlarına göre düzenlerler. Acelecidirler. Tasavvuf ehli aklın akıl olabilmesi için insanın yarınını etkin şekilde düşünmesini gerektiğini belirtirler.
Bu açıdan bakıldığında nefsi emmare-levvame düzeyinde “akl-ı maaş” ölüm hakikatinden ve ahiret bilincinden uzaktır. Hesap verme bilinci olmadığından Hakla batılı ayırt etmeden hareket eder. Nefsi levvamede pişmanlık duyulsa da eğer ahiret bilinci oluşmuyorsa hala akl-ı maaştır. Ahiret bilincinin oluştuğu akıl düzeyi “akl-ı maad” dır. Hesap verme bilinciyle Hakla batılı ayırmaya başlayan nefis mertebesidir. Bu akla sahip olan nefs mertebesi ise nefsi mülhime ve mutmainne mertebesidir. Akl-ı maadın bir adıda “akl-ı selim” dir. Bu mertebeler ilim amel ile ihlasla geçilip nefsi raziye ve marziye mertebelerine gelindiğinde kişinin nefsine “ruh” hakim olur. Ruh Allah’ın subuti sıfatlarının mazharıdır. Kişinin nefsi bu ruhun taşıdığı hayat, ilim, irade, kudret, sem, basar, kelam sıfatları ile nur ve ruh kazanır. “Ben Ademe ruhumdan nefh ettim (üfledim)” (Hicr/29) vasfını kazanır. Bu ruh Kur’andır. Bu nedenle nefsindeki bu ruh ile vasıflarıyla donandığından her şeye bu nurla bakarak Hak ile batılı Kur’an ile ayırır. Bu akla “akl-ı nurani” “akl-ı ruhani” ve “akl-ı sultani” denmiştir. Bu nefs mertebelerinin ahlaki vasıfları ve yaşantısı ilgili bölümlerde belirtilmiştir.
Nefsi safiye (zekiye-kamile) mertebesinde ise nefsi natıka asli hali olan Allah’ın nuru ve Kur’an mertebesini tamamen idrak eder. Nokta-i süveyda olur. Besmelenin noktası haline gelirki, böyle bir nefs ile Allah arasında perde yoktur. Tecellisi ile bu nefs sahibi alacağını Hakk’la Hakk’tan alır. Bakışı, görüşü, söyleyişi ve her fiil Hakk katındandır. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) ayetinin mazharı olup “Beni gören Hakk’ı görmüştür” hadisinin yaşayanı olur. İşte bu mertebedeki akla “Akl-ı küll” denmiştir.
Akıllara yaklaştırmak üzere bir benzetme (teşbih) yapacak olursak; “Microsoft word” programında yazılı olan bir kelime, kendini ve manasını bilmeden durması “akl-ı maaş”, kendisinin ve manasının “Microsoft word” programının içinde olduğunu hissetmesi “akl-ı maad”, kendisinin ve manasının “Windows ana programında hissedip, idrak etmesi “akl-ı nurani – ruhani” bilgisayarda bulması ise “Akl-ı kül” mertebesidir.
Bütün bu anlatılanlardan anlaşılacağı üzere akıl; nefs mücahedesi ve tezkiyesi yoluyla kendi hakikatine ulaşılması gereken bir cevherdir. Herkes kendi mertebesinden “aklı” tarif ettiğinden, bu açıdan farklı düzeylerde akıldan söz edilir. Nefs mertebesi bu nedenle kişinin “akıl” düzeyini gösterir. Bunu bilen Hz. Resul (sav); “Nasa (insanlara) akılları düzeyinde hitap ediniz” buyurmuştur. Ayrıca aklın tarifini yaparak bize ışık tutmuştur: AKIL HAKLA BATILI AYIRAN NURDUR” Aklın onun timsali olan Cebraildir. Kur’anı taşımaktır. Aklın, filtre edilmiş, temizlenmiş ve tezkiye edilmiş haline “Zeka” denir. Zeka, “zekiyye” den (temizlik, saflık) gelir. Nefsi Safiye ve Nefsi Kamile ile aynıdır. Akıl tezkiye edilip, zeka seviyesi arttıkça, kişinin “feraset” i artar. Bu nedenle Hz. Resul (sav): “Müminin ferasetinden korkun. Zira o Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuştur. Akıl, zeka, feraset aynı nurun (nefsi natıka) değişik itibarlarıdır. Akıl, Allah’ın insanlara bahşettiği “NUR”; Zeka, bu nurun tezkiye edilip, üst alemlere yönelişi, Feraset bu nurun hızlanmış ve incelmiş alemlere sirayet eden halidir.
Feraset anlayışta öne geçme demektir. İnsanın nuru arttıkça “göz nuru” olur. Daha sonra “vücud nuru” haline gelir. Adeta her tarafı bu nurla “göz” ve “akıl” olur. İşte bu nedenle Hz. Resul, arkasındakileri bu nurla görür ve bilirdi. “Gözümün nuru namaz” buyurması da bu hakikati bildirmek içindir. Aklı küll, insan-ı kamilin aklıdır. Kur’an Aklı külden, mertebe mertebe nüzul ederek alemlere indirilmiştir. Hz. Muhammed (sav) Akl-ı Küll olduğundan vahyi direkt Allah’tan almıştır. Cebrail ise Akl-ı Külle vasıtadır. Akl-ı kül mertebesinde nüzul “Kendinden Kendine” dir. Ledün ilmi, batın ilmi bu vahiy ve ilhamlar ile olmaktadır. Aklını tezkiye etmeyenle asla ulaşamazlar. Taklitçilikten kurtulup, hakiki insan olamazlar. Zira akıl “beka” aleminin malıdır. Bu nedenle ne kadar parlarsa, o kadar ışık verir. Etrafına rahmet ve nur olur. “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur/35) ayetinin sırrıyla Allah’ın nurunu alemlere sunar ve “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) ayetinin hakikatiyle alemlere rahmet ve halife olur. Halife olan tezkiye edilmiş “AKIL” dır. Seninn nefsi natıkandır.
Bu mertebeler kat edilerek, mülkten (dünya) melekuta (ahiret); melekuttan ceberuta ve ceberuttan lahuta (ZATA) ulaşılır. Böylece HAKKA VUSLAT gerçekleşir. Bu nedenle “irfan yolu eğitimi” şarttır. Hakk’a vuslatın neticesi “Allah’ın ahlakıyla ve Peygamberin ahlakıyla” ahlaklanmaktır.