- Ya Gavs. Ashabına söyle, onlardan kim bana vasıl olmak isterse, Benden gayrı her şeyden sıyrılıp çıksın.
Her insanın nefsi natıkası Allah’ın Nur sırrını taşır. Ancak bu nur şehadet aleminde örtülüdür. Örtü-perde kişinin idrakindedir. Yoksa Allah’ta perde yoktur. Kişinin idrak ve irfan düzeyi (nefs mertebeleri) perdeleri oluşturur.
Zulmet perdesi, kişinin BEN=ENE’sini ayrı, Allah’ı ayrı görmesidir. Böylece alemdeki her mevcududa ayrı görür. Bu suretle tevhidden uzaklaşır. Çokluk (kesret) o insanın “zulmet perdesi” olur. Nefsindeki nuru örtmüş olur. Kesret aleminde “zulmet perdesi”nden kurtulmanın yolu “eşyanın hakikatini bilme” ile mümkündür. Eşya çokluk (kesret) oluşur. Eşyanın hakikatine ulaşma mertebesi havassın özelliğidir. Bu hakikat ise nurdur. “Allah yerin ve göklerin nurudur” (Nur/35) ayeti bu hakikati anlatır. Nur perdeleri kişinin tevhid irfanı ile ilişkilidir. Esma mertebesinde tevhid, nur olan ilahi isimleri “Allah” ismi camisinde toplamaktadır.
İlahi isimler nur olduğundan bu mertebede ilahi isimler ve onlardan kaynaklanan fiiller insanın idrakine perde olurlar. Zata ulaşmaya engel teşkil ederler.
Sıfatlarda eşyaya kendi nefs mertebesinde sirayet etmiştir. Sıfatlarda ilahi nurdur. Eğer kişi “İsim Zatın bir vechesidir” ve “Sıfat Zattan ayrılmaz” sırlarını bilirse ilahi isim ve sıfatların Zatın gizli hazinesinin açılımları olduğunu idrak eder. Böylece her eşyanın zahirinde ilahi isim ve sıfatları, batınında ise Zatı idrak eder. İlahi isim ve sıfatların perdeleri ortadan kalkar. Zata ulaşılır.
Bir mertebe daha vardır ki Hakk’ın “hüviyet Gaybı” mertebesidir. Alemlerde zuhura çıkmayan isim ve sıfatların bulunmasıdır. Burası “Künhü Zat” mertebesididr. Hakk’ın “Allah alemlerden mustagnidir” buyurduğu mertebedir. Bu mertebeden (gizli hazine) açılan her şey Hakk’ındır. Hakk’a aittir; her eşyada Hakk’ın o eşyanın nefsi mertebesinden zuhurundan ibarettir.
Bu hakikat nedeniyle Efendimiz; “Künhü Zatını idrak edemedik” buyurmuşlardır.
Havassül Havass için tüm perdeler kalkar ve sadece “gizli hazine” hükmü ile Allah kalır. Bu nedenle hadiste “Allah var idi, başka bir şey yok idi” buyurmuşlardır. Gizli hazineden açılan isim ve sıfatlar Zatıyla kaim olarak Hakk’ın zahirini meydana getirmiş ve “bilinir” olmuştur. Eşyanın hakikatine arif olanlar için nur perdeleri kalkmış ve sadece “Allah” kalmıştır. Bu irfanın kısaca özeti şöyledir: “Allah, TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile alemlerin her zerresinde, Zatıyla kaim ve Batın, Vücuduyla mevcud, sıfatlarıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak uluhiyetini sergileyendir”.
İşte bu “kemal-mutlak tevhid” in özü ve sırrıdır. Arifibillahlar bu hakikate ulaşanlardır. Diğer insanlar idrak ve irfanları kadar Hakk’ı bilebilirler. Hakk; “Ben kulumun zannına göreyim” buyurarak bütün bu idrakleri kabul edendir.
Bu hakikati anlatan hadiste şöyle buyuruluyor: “Cennetlik kimseler makamlarına kavuştuklarında, Hakk Teala ALAMET VE KİBRASINI gizleyen PERDEYİ aralar ve;
- “Ben sizin yüceler yücesi Rabbinizim” buyurur.
Hakk’ın bu tecellisi onların garibine gider ve inkar ederler.
- “Haşa ki sen bize Rab olasın” diyerek feryada başlarlar.
O anda tecellisi üç defa değişir; her defasında onlar yine inkar ederler.
Sonra Hak onlara;
- “Rabbinize dair aranızdaki bir işaret varmı?” diye hitap eder.
- “Evet var” diyerek cevap verirler.
Artık bundan sonradır ki herkese ZANNI, İTİKADI ve İDRAK KABİLİYETİ nispetinde tecelli olur.
Bu tecelli sonunda
- “Sen yüceler yücesi Rabbimissin” deyip kabul ederler.
Bu müşahede için şu hadis-i şerif vardır: ”Siz Rabbinizi aya bakar gibi seyre dalacaksınız”.
Hal böyle olmasına rağmen arifibillahlar, ehli irfan, Hakk’ı ilk tecellide ve her tecellide tasdik ederler. Zira aradan perdeler kalkmış ve Hakk müşahede edilmiştir. “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” sırrı yaşanmış olur.
İrfan ehli, nefsine ve Rabbine arif olarak kendini “gizli hazine” içinde “BİR NOKTA” olarak görmüş ve o noktadan Hakk’ın Zatıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle zuhurda olduğunu idrak etmiştir. Her eşya mevcuda böyledir idrakine ulaşarak, her şeyde kendi mertebesinde Hakk’ı müşahede eder olmuşlardır. Bu nedenle ibadetleri “Künhü Zat” mertebesine olduğundan, nefislerdeki nuruda Hakk’a teslim ederek NUR perdelerini aralamışlardır. Ancak Hakk nuruyla zuhurda olduğundan kendilerindeki Hakk’ın nuruyla, yine alemlerdeki Hakk’ın nurunu müşahede etmektedirler. “Allah’ı ancak Allah görür” cümlesindeki hakikat budur.
O’ndan gayrı yoktur. Gayrı zannedilen kişinin zannı, itikadı ve eksik anlayışıdır. Bu zan ve vehimlerle kendini Hakk’tan ayrı görür. Ne zamanki Nefsine ve Rabbine arif oldu, O’ndan başka bir şey olmadığını idrak etmiş olur. Bu “BİHİ BİHU SIRRI” ve “la veche illa hu” ve “lâ vücude illahu” sırrını içerir.
VÜCUD TEK BİR, MERTEBELERİ VE DÜZEYLERİ ÇOKTUR. O (HU), TEK VÜCUD HÜVİYETİYLE MERTEBELERDE ULUHİYET SIRRINI İSE ŞERİAT-I MUHAMMEDİ İLE AÇMIŞTIR. BU HAKİKAT “LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH” TEVHİDİNDE SIRLANMIŞTIR.
Bu idrake ulaşmak ise irfan eğitimi ile mümkündür. Bu nedenle “İLİM FARZ” kılınmıştır. “NEFS TEZKİYESİ” kurtuluşun anahtarı olmuştur. Ancak nefs tezkiyesi ile kişi nefsine ve Rabbine arif olabilir. Kişinin irfan düzeyi nefsini bildiği ve yaşadığı orandadır. Tabi ki Rabbını bilmeside…