- Ya Gavs. Masiyet ehli, masiyetiyle perdelenir; taat ehlide taatiyle perdelenir ve Ben onlardan kaçınırım.
Bunlardan başka bir grup vardır; ki onların ne taatla alakaları vardır, nede masiyetle…
İlahi Zat, Nefsiyle kaimdir. Hakk’ın hüviyetini “Zati Nefsi” oluşturur. Hakk Zati Nefsini, mertebe mertebe taayyün ile Nefesi (Nefsi) Rahman ile zuhura çıkarmıştır. Zuhura çıkan her nefs Hakk’ın Zatı Nefsinin bir mertebeden zuhurudur. “Zahir” ismiyle meydana çıkmıştır. “Sizi tek nefisten yarattık” (Nisa/1) ayetinin batını anlamı budur. “Zati Nefs” in ilk taayyünü: “Nefsi Muhammedi”dir. Hernefsi natıkada mertebesi itibariyle bu nefsi hüviyeti taşır. “Nefsinizden bir resul geldi” (tevbe/128) sırrı budur. Nefslerde zuhura çıkan isim ve sıfatlar insanın “nefsi hüviyeti”ni oluşturur. “Nefs hüviyeti” tecelli eden isimler ile farklılaşır. “Nerede olursanız O (hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti bu hakikati anlatır (HU SIRRI). Bu nedenle metinde “Kimse Benden uzak olamaz” buyurulmuştur. Bu sırra “hüviyet beraberliği” denilebilir. Her nefs kendi mertebesinde O’nunla birliktedir.
Masiyet denilen şey fiillerin sonucudur. Hem masiyet hem taat fiillerin neticesinde ad alır. Bunun ne olduğunu Kur’an ve Sünnet sınırları çizer. O fiilde “kudretiyle” fail olan Hakk’tır. Kul iradi ve aklı ile tercih ve ihtiyar sahibidir. Fiilin masiyet veya taat olması “hüviyet beraberliğini” bozmaz. Hakk her nefste tecellidedir. Fiillerin batınında “ilahi esmalar” vardır. Masiyette, ilahi isimlerin gerçek hüviyetiyle açığa çıkması bozulmuştur. Bu hüviyeti bozan ise “Mudill” esmasıdır. Her esma Zatın bir özelliğidir ve tecelli ettiği nefs, esmanın hüviyetine bürünür. Allah şeytanı temsil eden “Mudill” ismine uyulmamasını emretmiştir. Bunun sınrılarını Kur’an ve Sünnet ile çizmiştir. Hakk, ilahi hüviyetiyle esmalar ile zuhura çıkar ve bilinir. Esma Zatın aynıdır. Değişen ise “tecelli hüviyeti” ve “zahir hüviyettir”. Batındaki “hüviyet beraberliği” devam etmektedir. Tecelli eden esma farklılıkları fiili masiyet veya taate çevirir. Mudil esmasının zuhura çıktığı nefs tezkiye olmamıştır. “Nefsini tezkiye eden kurtuluşa erer” (Şems/9) ayetiyle tezkiye emredilmiştir. Ancak Hakk ilahi hüviyeti ile her nefs ile beraberdir ve nefsi hüviyeti bilir.
“Hüve külli şeyin alim” (Hadid/4) “O, ilahi hüviyetiyle her şeyi bilicidir” buyurularak tecelli ve nefsi hüviyetinde bilindiğini açıklar. Nefsi hüviyet hangi esmanın zuhura çıktığına göre değerlendirilir. Masiyet ve taat kulun iradesinin bir tercihidir. Hakk her nefs ile kendi mertebesinden “hüviyet beraberliği” içindedir. Allah açısından bakıldığında değişen tek şey zuhurda olan isim değişikliğidir. Bu nedenle kimse Hakk’tan ayrı değildir TEK VÜCUD HÜVİYETİ İLE ULUHİYETİNİ nefislerde açığa çıkarandır. Batında Hakk, zuhurda ise esmaları söz konusudur. Zahir olan esma farklılıkları (Mudill-Hadi) masiyet ve taat olarak adlandırılır. Bu nefsteki tecelli farklarıdır. “Tecelli hüviyeti” isimlerle değişmektedir. Tecellilerde zamanla değişebileceğinden, Hakk için değişiklikte isimlerin değişikliğidir. Bu hakikat vahdette kesret oluşması ile açıklanır. Vahdet Hakk, kesret tecelli ile değişen isimleridir. “Tek Nefis” in değişik isimlerle zuhurundan ibarettir. Bu nedenle ilahi hüviyetin “zahir” ismiyle açığa çıkmasıdır.
TEK VÜCUD NEFS HÜVİYETİ zahir, batın, evvel, ahir isimleri ile belirmektedir. Bunu anlatan ayette; “O (HÜVE) ilahi hüviyetiyle zahirdir, batındır, evveldir, ahirdir” (Hadid/3) buyurulmaktadır. Bu isimler bütün ilahi isimleri bünyesinde bulundurduğundan “ZATİ NEFS” bu isimlerle alemlerde zuhurdadır. Masiyet ve taat zahir-batın isimlerinin Mudill ve Hadi isimleri ile açığa çıkmasından ibarettir.
Masiyet ve taatle perdeli olmak fiil mertebesinde sadece fiili görmektir. Esma mertebesine dahi ulaşamamaktadır. Bu ise Hakk’ı tevhid edememektir. “Fiil ve esma tevhidi” nin gerçekleşmemesidir. Bu ise “Allah” ı bilememekten kaynaklanır. Hakk’ı mutlak olarak tevhid edememekten kaynaklanır. Fiiller perde olur. Tevhid mertebeleri irfanı olmadığından kişi Hakk’tan uzaklaşır. Perdeler nedeniyle gizli şirktedir. Tam irfan için Zati talep ve Mutlak Tevhid irfanı için Zati talep ve Mutlak Tevhid irfanı gereklidir. Bu irfana ulaşanlar ancak ZAT ile meşguldür. Fiiller perde olmaz.
Allah’a ve mahlukata yönelik her türlü muhabbet, aşk, sevgi denen halin kaynağı Hakk’ın “Zati İlahi Muhabbet”idir. Kudsi hadiste şöyle buyurulu: “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim…”. Zatın ilk zuhuru muhabbet ve aşktır (hubbi teveccüh). “Bihi sırrı” ile hüviyet zuhurunun her zerresinde bu muhabbet zuhura çıkmıştır. Her mevcudda bu muhabbet ile Nefesi Rahman ile donanmıştır. İnsandaki “muhabbet nuru” nefsi natıkasında dürülmüştür. Bu nur sayesinde, Hakk’a ve mevcudlara ilgi ve sevgi duyar. Nefsi natıkanın hakikati Allah’a ait olduğu bilinmediğinde, bu muhabbet nurdan bir perde olur. Bu ise benlik perdesidir. Muhabbetin de Hakk’a değil, şahsına ait olduğunu düşünmek ve zannıdır.
Böyle bir muhabbet düşünüldüğünde “bir birimden, diğer bir birime” olur. Bu ise iki hüviyet demektir. Muhabbet Zata ait olarak düşünüldüğünde, kişideki muhabbetinde Hakk’a ait olduğu idrak edilir. Bu ise muhabbette de “teklik bilincini” oluşturur. Her birimden diğer birime olan sevgi “ikilik” anlamı taşıdığı için “şirki hafi” yani gizli şirk ihtiva eder. Bu durumda elbette perdelilik yani gerçeği görememe hali ortaya çıkar. Bu nedenle sevgi, sevenle sevilen arasında “hüviyet mertebesinde” hicap (perde)dir denmiştir. Kişi nefsi hüviyetindeki muhabbet nurunun Hakk’ın nuru olduğunu bilir ve bu nur sayesinde Hakk’a yöneldiğini idrak ettiğinde “hüviyet nuru (nur-ı hu)” TEK ve BİR halini kazanır. Bu durumda gizli şirk kalkar. “Hüviyet tevhidi” idraki gelişir. Hüviyet tevhidine ulaşılmadan, gizli şirk ortadan kalkamaz.
Nefsi natıka ne nefsteki muhabbet dahil tüm tecelliler Hakk’a teslim edildiğinde, ortada sadece “tek hüviyet” ve “tek vücud” kalır. Sadece mertebeler arası ilişkiler ortaya çıkar.
“Sevenin sevilende yok olması” bu halin yaşanmasıdır. Bu ise “fenafillah” halidir. Fakr makamına yükselmektir. Muhabbet dahil tüm varlığın Hakk’a verilmesidir (la vücude illa hu sırrı). “Seven sevilende var olduğunda” vüsul hali söz konusudur. Bu ise “Bekabillah” halidir (Allah Billah sırrı). Tek Vücud Hüviyetiyle Hakk’ın açığa çıkmasıdır (BİHİ SIRRI). Kişinin nefsine arif olup, Rabbine arif olmasıdır. Nefsinde ve varlığında Hakk’ı müşahede etmesidir. Var zannettiği varlığın “tecelli hüviyeti” vasfıyla Hakk’a ait olduğunu idrak etmesidir. Yokluk halinin sadece bir irfan ve bir idrak olduğu ve aslolmanın O’nun hüviyetiyle varlık olduğunun idrak edilmesidir. Muhabbetin kaynağının Hakk olduğunun farkına varılmasıdır. Kişideki muhabbetin Hakk’a yönelmede vasıta olduğunu ve mertebeler arası ilişkileri sürdürmek için gerekli olduğunu idraktir.
Kişideki muhabbetin varlıktaki mertebeleri anlama ve bu yolla Hakk’a vüsul edilmesi gerektiğinin anlaşılması için lüzümlu olduğunun idrak edilmesidir. Zati İlahi Muhabbet tek olup, nefesi rahman ile tüm varlığa bu muhabbet sirayet etmiştir. Sirayetin nedeni ve hedefide Hakk’a vuslattır. Bundan sonra tek hüviyette gören göz O, işiten kulak O, Seven vesevilen O, tutan el O, söyleyen dil O (Hu) olur.
Bekabillah denilen hal budur. Şu kudsi hadis anlatılan halin açıklamasıdır:
Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor:
“Allahü Teala şöyle buyurdu:
- Beni bilen talep eder... Beni talep eden bulur... Beni bulan sever... Beni seveni öldürürüm... Bir kimseyi öldürürsem diyeti bana düşer... Bir kimsenin diyeti Bana düşünce onun diyeti bizzat Ben olurum.”
Görüldüğü gibi bu Hadis-i Şerif de kutsidir. Özellikle marifete işaret edilmektedir. Biz de o yoldan gideceğiz.
Bilesin ki İlahi marifet iki kısımdır. Biri Marifet-i Zat; öbürü de Marifet-i Sıfat.
Marifet-i Zat: O’nun mutlak ahadiyeti cihetinden bilmek mümkün değildir. Marifet-i Sıfat’a gelince onu bilmek mümkündür.
Buna göre, marifet, talebi gerektirir. Talep ise bulmayı icab ettirir. Bulmak da sevmeyi gerektirir. Sevgide ölümü. Bu ölüm, fena halidir. Ölüm ise diyeti icab ettirir. Diyet ise ancak aklı başında olana ödettirilir.
Gerçekten, öldürülenin diyeti ancak öldürendir.
Özellikle bu manaya şu Ayeti Kerime işaret etmektedir.
“Bir kimse, Allah’a Resul’üne doğru yola çıkar da sonra ölürse, onun ecri Allah’a kalır.” (Nisa suresi, Ayet 100) Yani Zatı ile ona beka verir. Çünkü bu manada, katil maktülün aynıdır. Hakikat değişmez. Zira hakikat birdir. Kesrete gelince, o, bir takım akli, vehmi ve izafi nisbetlerden ibarettir. Keşif ehli zatlara göre bunlara itimat yoktur.
Anlatılan manaları bir irfan sahibi şu şiiri ile dile getirmektedir:
Devamlı O’ nunum, O da artık benimdir.
İki zat arasında fark yok, sevgilimdir.