Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

R. G. 46. Otuzbeşinci Tecelli: İrfan Eksikliğine İlişkin Pişmanlık

46. OTUZBEŞİNCİ TECELLİ: İRFAN EKSİKLİĞİNE İLİŞKİN PİŞMANLIK

-      Ya Gavs… Kim Benden gayrıyla meşgul olursa, sahibi ateş olur kıyamette…

Allah belli bir zaman içerisinde cennet ehline “Kendini” bildirecektir. “Zuhurumdan sonra” ifadesi şu anlama gelmektedir. Ahiret aleminde batın hakikatler zahir olacaktır. Hakk, isim ve sıfatları zahir, beden batın olacaktır. Kişi hem kendi nefsi hakikatini (Zat, isim, sıfat tecellileri) hem de Hakk’ı müşahede edecektir. Bu ise kişinin nefsine ve Rabbine arif olmasıdır. Ancak bu irfan nefse mal olup olmadığına göre cennet ve cehennem tabakaları (mertebeleri) söz konusu olacaktır.

Kişinin kendi nefsinde Hakk’ı bulması kendi nefs mertebesinde değer kazancaktır. Hakk’ın müşahedesi (rüyetullah) ise “billahi” sırrıyla olacağından bunun üzerinden bir ülfet ve nimet söz konusu olmayacaktır. Ayrıca cennet ve “Cemalullah” hakikatini içerdiğinden ve tüm nimet isimleri (cemal isimleri) katlanarak zuhur edeceğinden ve müşahede edileceğinden bunun üzerinde bir nimet tasavvur edilemez ve bugünden bilinemez. “Allah cenette mümin kulları için öyle bir nimet hazırlamıştır ki, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir dil söylememiş ve hiç kimse onu hayal etmemiştir”. Bunun neden Hakk’ın batınındaki daha önce açılmayan nimet isimlerininde “zuhur” etmesidir. Daha önce bu isimleri ile tecelli etmediğinden bilinemez. “Zuhurumdan sonra” ifadesi tüm ilahi isimleri ve sıfatları (batında kalan) içerir. Bu nedenle Efendimiz; “Bilmediğimiz ve başkalarına öğrettiğin ve Zatına ayırdığın isimlerinle Senden istiyorum” diye dua etmiştir. işte cennette açılacak olan ilahi isimlerle Hakk kemal üzere zuhur edecektir. Ve cennette Celal isimleri olmadığından bu nimetler katışıksız ve saf nimet olacaktır.

Cehennemde”zuhurundan sonra” ise kişiler kendi nefsi hakikatlerini HAKK olduğunu, nefsi hüviyetleri itibariyleHakk’ı taşıdıklarını öğrendiklerinde her şeyi bilmiş olacaklardır. Bundan sonra “nefislerine zulmettiklerini” anlayıp, vahşetin en üst vasfını taşıyacaklardır. Artık cehennem Celal isimlerinin zuhur yeri olduğundan, Müntekim, Cebbar gibi Celal isimlerini kendilerinin hak ettiklerini idrak edeceklerdir. Bundan öte vahşet ve bilmezlik olmayacaktır. Zira her kişi cehennemi kendisi amelleriyle hak ettiğini idrak edecektir. Celal isimleri ile baş başa kalacaklardır. Hakk’ın “rahmeti gazabını geçtiğinden” zuhurdan sonra cehenneme kişiler rahmetle alışacaklar ve celal isimleri ile yaşamaya başlayacaklardır. Tıpkı ayağı kesilen kişinin uzun bir zamandan sonra bu hale alışması gibi. Bu hakikate binaen, rahmet gereği azab devam etsede, alışkanlık oluşacaktır. Bunu belirten hadiste:

“Cehennemde sonuçta cırcır otu bitecektir” buyurulmuştur. Otun zuhur etmesi ateşe alışkanlık oluşacağının bir işaretidir. Nefsi hüviyetinin Hakk olduğunu idrak ettilerinde şu ayetide yaşayacaklardır: “Allah onlara zulmetmedi, onlar nefislerine zulmediyorlar” (Ali-İmran/117).

Rahmet ile cennet, Adalet ile cehennem hakikati zuhur etmektedir.

Cennet ve cehennemde de Hakk Zatıyla kaim ve batın olup isim ve sıfatlarıyla tecellidedir. Cennet cemal isimlerinin, cehennem celal isimlerinin zuhur yeridir. İsim ve sıfatlara yönelim “zahir hüviyette” kalıştır. “Nefsi hüviyetinde” Hakk evvel ve batındır. Hakk’ı müşahede etmek istersen, Zata teveccüh etmek ve Zatı talep etmek gerekir. Bu yukarıdaki metinde “Beni vasıtasız göresin” cümlesiyle özetlenmektedir. İsim ve sıfatların perdeleri kaldırılmadan Hakk vasıtasız görülmez.

Hz. Rabia (ra) bu makamda şöyle buyurmuştur: “Allah’ım cehennem korkusuyla, cennet arzusuyla sana kulluk ediyorsam, cehenneme at beni. Ama yalnızca Seni sevdiğim için, Senin için kulluk ediyorsam, vuslatına erdir beni…”

Yunus Emre Hz.leri şöyle buyurmuştur: 

            Cennet cennet dedikleri

            Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver sen anı

            Bana Seni gerek Seni

Batında HAKK’a ve ZATINA YÖNELEN HAKK İLE BAKİ OLUR. HAKK hem Zatı hemde isim ve sıfatlarıyla o kişi ile olur. Bunu açıklayan kudsi hadiste şöyle buyurulur:

 Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Her kim Allah için olursa... Allah onun için olur.”

Hadisi şerifin metin tercümesi, zahir açıdan yukarıdaki mealden ibarettir. Bunun manevi bir tercümesi vardır ki, onu özet olarak aşağıya alacağız.

Şöyle ki: Bir kul, benliğinden fena bulur, anını, zamanını bir yana atar; varlığı, mevhum nefsine izafe etmekten geçerse, Hak Teala ona kayıtsız şartsız tecelli eder.

Bir başka mana daha: her kim fiiller, sıfat ve zat yönüyle fenafillah mertebesine ererse, onun mazharında İsm-i Azam zuhur eder – zat, sıfat ve esma, efal (fiiller) olarak. Bu manada bir şiir: 

Fenaya er; sonra fena bul, sonra fena bul.

Bekaya er; sonra beka bul, sonra beka bul...

Hülasa, fena hali mertebelerinin her biri beka makamına varmaya gerektirir.

Bir şiir daha:

Fenadan fena bul, arzun beka ise eğer,

Böylece, bu önemsiz şey, beka bulurmuş meğer...

Zati talep ancak nefsin hakikati idrak edilip uluhiyet ve hüviyet tevhidi gerçekleşerek bu hakikat Hakk’a teslim edildiğinde gerçekleşir. Bunun içinde irfan eğitimi zorunludur. Ki kişi nefsi hüviyetinde HAKK’ı bulabilsin.

Cennette nimetler isimlerin zuhurundan ibarettir. “Nimetlerden bana sığınırlar” derken isim ve sıfat perdelerinden arınıp Zatımı talep ederler denmek istenmiştir. Bu ise irfan mertebeleri ile ilişkilidir. Tevhid-i Efal ile hakikati fark eden Efal Cennetinde, Tevhid-i Esma irfanını tahsil eden Esma Cennetinde Tevhid-i Sıfat irfanını yaşayan Sıfat Cennetinde Tevhid-i Zat ve Hüviyet irfanını yaşayan ise Zat Cennetinde’dir. Fakr ehlinde fena ve beka gerçekleştiğinden “nefsi hüviyeti” ile İlmi Zatıyla (ayan-ı sabitesi ile) Künhü Zat Cennetinde yerini alır. Fakr ehli “Allah var idi başka bir şey yok idi” hadisinin sırrına ulaşarak her cennette O’nu müşahede eder (HU SIRRI). Cennet ve cehennemin Hakk ile kaim olduğunu idrak ederek Zatına yönelir. Cennet ve cehennem farkını oluşturan hakikatin “isimlerin nitelikleri ve hüviyeti” olduğunu idrak ve müşahede eder.

Bütün bu bilgilerden sonra şu hadisi belirtelim: “Ölen her kişi pişmanlık duyar. Cennettekiler keşke daha yapsaydık diyerek; cehennemliklerde yapmadıklarından dolayı”

Herkes kendi mertebesinin düzeyinde Hakk’a irfan sahibi olacaktır. Bu ise hadiste belirtildiği gibi; “Nefsine arif olan Rabbına arif olur” hakikatidir. Nefse irfan, nefsi ve nefsindeki ilahi tecellileri bildiği kadardır. Bu irfan üzerinden Rabbı olan Allah’ı bilebilir. “Zati Nefsi Hüviyeti” ancak “nefsi” kadar bilebilecektir. Kişi ne derece Hakk ile ise, o derece O’nu bilecektir. Bu hakikati ifade eden Efendimiz: “Künhü Zatını idrak edemedik” buyurmuşlardır.

O’nu hakkıyla idrak etmek mümkün değildir. “O’nu idrak edemeyeceğini idrak, idrakin ta kendisidir” buyurulmuştur. Bu nedenle Allah’ı hakkıyla bilememenin, bulamamanın verememenin getireceği pişmanlık vardır ki, bunun üzüntüsünün haddi ve hesabı olamaz. İşte bu ateş olarak belirtilmiştir. Ateşten mutlak anlamda kurtulanlar ise, TEK VÜCUD HÜVİYETİNDE O’NU VE ULUHİYETİNİ MÜŞAHEDE EDENLERDİR (Vahdeti Vücud Şuhudu ve BİHİ BİHU SIRRI). Bu dahi iman-ı billah sayesindedir (HU HU ALLAH HU SIRRI).

Ölüm ötesi yaşama bu sırlara ermeden gitmenin getireceği eksiklik kadar büyük ve korkunç bir eksiklik düşünülemez. Bu nedenle ayette “dünyada ama olan ahirettede amadır” buyurularak; “ölmeden önce ölerek” bu sırlara irfan ile erişmek gerektiği açıklanmaktadır.

Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu?



önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam29
Toplam Ziyaret887821
Hava Durumu
Saat
Takvim