R. G. 38. Yirmiyedinci Tecelli: Fakrın Kemali
38. YİRMİYEDİNCİ TECELLİ: FAKRIN KEMALİ
Ve dedi ki:
- Ya Gavsı- Azam
- Lebbeyk ya Rabbel Arşil Aziym…
Dedi…
- De ki: Rabbel Keriym ve Rahiym… Ya GAvs-ı Azam… Ashabından kim sohbetimi isterse, ona FAKRI; sonra FAKRIN FAKRINI ve sonrada FAKRIN FAKRININ FAKRINI tavsiye ederim böylece FAKR halinde BEN’den başkası kalmaz.
Arş, Rahman’ın ilahi isim ve sıfatları gerçek yüz ve hüviyetleriyle açığa çıktığı boyutsal hakikattir. “Rahman arşı istiva etti” (Taha/5) ayeti bu boyutu anlatır. Rab; isimlerin gerçek yüzleriyle ve hüviyetleriyle açığa çıktığı “Rububiyet” mertebesidir. “Rabbel Arşil Azim” lafzı nefsinde ilahi isim ve sıfatları açığa çıkaran “insan-ı kamil” mertebesini anlatır. Yani “nefsi hüviyeti” ile “HU SIRRI” nı Besmele ve B sırrıda o kişide zuhur eder (BİHİ BİHU SIRRI).
Ashabımdan kim sohbetimi isterse” lafzı ile kendi nefsi hüviyetinde BEN’i bulursa denmektedir. “Nerede olursanız O (Hüve) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti ve “Ben size şah damarınızdan yakınım” (Kaf/16) ayetleri Hakk ile “hüviyet beraberliği” mertebesini ifade etmektedir. “Hüviyet beraberliğinin” bilfiil yaşanması içinde Hakk’ın uluhiyet ve hüviyet tevhidi ile idrak edilmesi gerekmektedir (BİLLAHİ SIRRI). Bu sırra ulaşmak için şu mertebelerin idrak edilmesi gerekmektedir. Birinci FAKR, tevhid-i esma mertebesidir. “Nefste ve alemlerin her bir nefsinde tecelli de olan ilahi isimlerdir” idrakinin yerleşmesidir. İzafi isimler fena olur ve ilahi isimlerin tecellisi ile “isim hüviyeti” zahir olur. Tüm ilahi isimler nefsi natıkada batındadır. “Tecelli hüviyeti” ne bürünerek isimler zahir olur. “Nefsi hüviyeti” ile insan zahir-batın bütün hepsini taşıyorsada, tecelli anında ve tecelli oranında belli şekilde nefsten zuhur eder. Bu ise “tecelli hüviyeti”dir.
Özetle kişi nefsinde ilahi isimlerle Hakk’ı bulur. İlahi isimleri “Allah” ismi camisi içinde tevhid eder. İlahi isimleri Hakk’a teslm ile fenayı (fakrı) yaşar; nefsinde “tecelli hüviyetini” bularakta bekayı idrak ve müşahede eder. Bu isimler mertebesinde Hakk’ı “nefsi hüviyetinde” bulmaktır.
FAKRIN FAKRI; nefsi hüviyetinde ilahi sıfatları tecellisi ile bulmaktır. Bu sıfatların Hakk’a bağlanması ve teslim edilmesiyle “fakrın fakrı” ve fena gerçekleşir. Nefsinde devam eden tecelli-i sıfatı bularakta Hakk’ı sıfat mertebesinde tevhid edip, bekaya ulaşır.
FAKRIN FAKRININ FAKRI ise tevhid-i zat mertebesindeki idrak ve müşahededir. Kişi nefsini ve nefsindeki tüm ilahi isim ve sıfatları İlahi Zata (Allah’a) bağlar ve teslim eder ve fenafillah gerçekleşir. Kendisinde devam eden bu tecelliler ile Hakk ile baki (bekabillah) olduğunu idrak ve müşahede eder.
Artık o kişinin benliği Hakk ile ve Hakk’ın hüviyetiyledir (la ene illa hu sırrı). Nefsinde O’ndan başka bir şey göremez. “Nefsi hüviyetiyle” Hakk’ın tecellisi oranında ve tecelli zamanında O’nu temsil ve tafsil eder. Bu nedenle “FAKR halinde onlarda BEN’den başkası kalmaz” buyurulmuştur. Bu TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile HAKKIN ULUHİYETİNİ SERGİLEMESİDİR (la vücude illa hu sırrı). “Ben insanın sırrıyım. İnsanda Benim sırrımdır” buyurdukları haldir. O kişi nefsini bilip HU olmuş, sıfatlarından kurtulmuş NUR olmuştur. Bu “Vahdeti Vücud Şuhudu” ilminin yaşanması ve müşahede edilmesidir. Bu hakikate binaen Hz. Ali (kv): “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” buyurmuşlardır. Kul “tecelli hüviyeti” ile nefsinde kul mertebesinde O’nun hüviyetini temsil ve tafsil etmektedir (abduhu ve resuluhu sırrı). Bu sırra binaen Efendimiz; ”Benim mucizem Kur’na’dır” buyurarak nefsi natıkasının İlmi Zat olan Kur’an sırrı ile varolduğunu ifade etmişlerdir. Bu ise fakrın kemalidir.