- Ya Gavs-ı Azam… Bütün ruhları raks ederler kalıplarında kıyamete kadar; “Elestü birabbiküm” sözünün manasından dolayı, sonrada derlerki, “Rabbimizi gördük”
“Bütün ruhların kalıplarında raks etmesi” ilahi isim ve sıfatların nefsi natıkada etkin olmasıdır. Ruhul Azam, Zati sıfatların nefsi natıkada zuhura çıkmasıdır. Ruhul Kudüs, subuti sıfatların ve tüm ilahi isimlerin nefste batından zahire çıkmasıdır. İnsanın “ilmi hakikati” olan ayan-ı sabite ilahi isim ve sıfatların düzenlenmesidir. Uluhiyetin bir düzenidir. Nefsi natıka “tecelli hüviyeti” oranında ilahi isim ve sıfatları taşımaktadır. Taşıdığı ilahi isim ve sıfatlar oranında ve zamanında “nefsi hüviyeti oluşturur. “Ademi kendi suretimde yarattım” dediği hakikat budur.
İnsanın Halife Olma Sırrı
“Allah Teala Adem’i kendi sureti üzerine yaratmıştır” Başka bir rivayette ise Hz. Resul şöyle buyurmuştur: “Allah Teala, Adem’i Rahman’ın sureti üzerine yaratmıştır”
Allah, Zatı Nefsini bilmiş, Zatı Nefsine ayna olarak alemleri ve İnsanı halketmiştir. Hadisin anlaşılması için insanın halkediliş mertebelerini bilmek gerekir. İnsanın halkedilişi şu mertebelerden oluşmuştur:
ZAT MERTEBESİ: Allah her mevcudu İlmi Zatında yani Zati nefsinde ilim olarak programlamıştır. Ayan-ı sabite “Zati hakikat” olduğundan mahluk değildir. Yaratılmış değildir. İlmi hakikat olarak Allah’ın Zati Nefsinde program halindedir. Ayan-ı sabite Kur’an’ı taşır. Allah’ın isim ve sıfatlarından oluşmuştur. Uluhiyetin Zat Mertebesinde insanı düzenlemesidir. Kur’an da bu mertebe şu ayetle açıklanır: “insan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti” (İnsan/1). İnsana bu hakikat üzere şehadet aleminde halkedilmesi murad edildiğinde nefsi natıkası ayan-ı sabiteyi taşıyacak şekilde halkedildi. Allah’ın Zatı Nefsine ayna olarak nefsi natıka düzenlendi. Bunu belirten ayette “Nefse ve onu düzenleyene yemin ederim ki” (Şems/7) buyurulmaktadır. İnsanın Zat mertebesindeki düzenlemeleridir. Bu nedenle bu mertebe kast edilerek “İnsan benim sırrımdır, Ben insanın sırrıyım” buyurulmuştur.
SIFAT MERTEBESİ: Nefsi natıka’ya Allah’ın Ruhunun nefhedilmesidir (üflenmesidir). Bu iki mertebedir. A. Zati sıfatların nefhedilmesi, Allah’ın Zatı Sıfatlarının (Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Kaim bi nefsihi, Muhalefet lil havadis) mazharı olarak nefsi natıkanın düzenlenmesidir. Nefsi natıkanın bu sıfatları taşıyacak vasfı kazanmasıdır. Külli mazharı değil, tecelli zamanında ve tecelli oranında kişide (nefste) bu sıfatların açığa çıkmasıdır. Buda aynı zamanda ve tecelli oranında kişide (nefste) bu sıfatların açığa çıkmasıdır. Buda aynı zamanda “Ruhul Azam” mertebesidir. Peygamberimizin taşıdığı Allah ruhudur. B. Sübuti sıfatların nefhedilmesi: Allah’ın sübuti sıfatlarının (Hayat, İlim, İrade, Kudret, Sem, Basar, Kelam) nefsi natıkaya üflenmesidir. İnsan Külli mazharı değil, tecelli zamanında ve tecelli oranında nefsinde bu vasıfları taşımasıdır. Bu mertebeler Kur’an da iki şekilde açıklanmıştır. “Ademe ruhumdan üfledim” (Sad/72, Hicr/29) ve “Rahman Kur’an’ı talim etti. İnsanı halketti. Beyanı öğretti” (Rahman/1-4). Adem’e üflenen ruhlar sıfatlarıdır. Sıfatlar sıfatlar potansiyel olarak ilahi isimleride taşır. Bu mertebe “Rahman” mertebesidir. Bu ruhlar “Nefesi Rahman” olan “Genel Vücud Tecellisi” olarak nefislerde tecelli eder. Nefesi Rahman ve Ruh mertebesi Kur’an’ı bünyesinde taşır. Nefsi natıkanın Allah’ın Nuru ve Kur’an’ın sırrı olmasını kazandığı mertebedir. “Rahman” mertebesi ilahi isim ve sıfatların gerçek hüviyet ve yüzleriyle var olmasıdır. İnsanın hakikatinin RUH, NUR ve KURAN ile dürüldüğü mertebedir. Daha doğru ifadeyle ayan-ı sabitedeki ilmi hakikatlerin taayyün etmesidir. Bir mertebe daha tenezzül ve tecelli etmesidir.
İSİM MERTEBESİ (ESMA MERTEBESİ): Rahman’ın Rububiyet mertebesine taayyün ve tenezzül etmesiyle esma-i nuru ilahiyelerin vasıflarını kazanmasıdır. Her ismin kendi vasfıyla açığa çıktığı mertebedir. Bu da nuru taşır. Zira ilahi isimlerde nuru bünyesinde taşımaktadır. Bu mertebenin Kur’andaki karşılığı şu ayettir: “Adem’e bütün isimleri talim etti (öğretti)” (Bakara/31). Nefsi natıkada ilahi isimlerin kazanılması ve dürülmesi mertebesidir. İlk mertebeden itibaren bunlar potansiyel olarak mevcuttur. Her taayyün mertebesinde faaliyete geçmektetir.
FİİL MERTEBESİ: Şehadet aleminde insanın madde beden olarakta halkedilişidir. Zira şehadet alemi maddi vücudu talep ettiğinden, maddi beden olarakta insanın halkedilişidir. Bundan önceki mertebeler Batıni-mana mertebeleridir. Şehadet aleminde insnaın varoluşu şu ayette anlatılır: “Allah insanı çamur gibi balçıktan yarattı” (Rahman/14). Toprak Hakk’ın alemlerde zuhurunu temsil eder. Bu nedenle Hz. Ali (kv): “Ebu Turab (Turabi)”yani “Toprağın babası” lakabını Hz. Resul vermiştir. Toprak Hikmetin membaıdır. Hakk’ın temsilidir. Su ise “Hakikati Muhammedinin” temsilidir. İnsanın bedenide Hakikat-i İlahiye ve Hakikati Muhammedi’nin vasıflarını taşıyan maddelerden yaratılmıştır. İnsanın zahirde bu nedenle Hakk’ın “Zahir” ismiyle görünmesinden ibarettir.
Allah beden zulmeti ile nefsi natıkayı birleştirmeyi murad etti. Zahiri ve batını olarak bir bütün olarak ve Ahsen-i takvim (en güzel surette) özelliğiyle halketti. Bu mertebede Kur’an’da“Nefisler bedenlerle birleştirildiğinde” (Tekvir/7) ayetiyle belirtilmiştir.
İşte Zat mertebesinde insanın halkedilişi “Kendi Suretinde” insanın varoluşudur.
Sıfat ve İsim mertebesi “Rahman Suretinde” varoluştur.
Şehadet aleminde “zahir” ismiyle görünmesi yine Hakk suretidir. Tasavvufta şu kurallar geçerlidir: “İsim Zatın aynıdır” ve “Sıfat Zattan ayrılmaz, Zat sıfattan asla hiç”
Bu kurallar ve anlatılanlar dikkate alındığında Allah, Ademi “Kendi ve Rahman suretinde yarattı” hadisindeki ifadeler anlaşılır. Allah ilahi hüviyetini şöyle tanımlamaktadır. “Hüvel evveli, vel ahiri, vez zahiri vel batın” ve “Hüve külli şeyin alim” (Hadid/3) “O ilahi hüviyetiyle evveldir, ahirdir, zahirdir ve batındır, ve her şeyi bilicidir”.
Zat, sıfat ve esma mertebeleri insanın hüviyetininde batını-evveldir. Fiil mertebesi ise Hüviyetin zahiri-ahiridir. İnsanda ilahi hüviyetin suretidir. İzafi hüviyetinin anlatıldığı şekilde zahiri, batını, evveli ve ahiri vardır. İnsanın hüviyetini temsil eden nefsi natıkası olduğundan insan izafi hüviyetiyle ilahi hüviyeti suretinde taşır. Bu vasfıylada Allah’ın buyurduğu gibi O’nun “Kendi” ve “Rahman” suretinde yarattığı en şerefli varlıktır.
Bu vasıfları en iyi yansıtan Peygamber Efendimiz’dir. Bu nedenle “Beni gören Hakk’ı görür”buyurmuştur. İnsan anlatılan Hakk sureti vasıflarını ne kadar nefsinde yaşıyorsa “Adem” ismini alır. Kamil insan olmakla şereflidir. Bunu açıklayan ayette şöyle buyurulmaktadır: “İzzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir” (Münafikun/8).
Mümin vasfını kazanabilmek için yukarıdaki mertebelerde insanın nefsi natıkasında dürülen Kur’an’ı (isim ve sıfatların cemiyeti) açığa çıkarması gereklidir. Yani Allah’ın Kendi suretini ve Rahman suretini yansıtması gerekir.
Bu özellikleri taşıyan mümin için kudsi hadiste şöyle buyurulur: “Beni yerim göğüm sığdıramadı, mümin kulumun kalbine sığdım”. Kalp nefsi natıkanın merkezidir. Bütün vücutta etkileri fiil olarak görülür. Nefsi natıkada bahsettikleri fiil olarak görülür. Nefsi natıkada bahsedilen hakikatler dürülüdür. Bu nedenle insan “Hakk’ın sureti” olarak halkedilmiştir. Bunu açıklayan başka bir hadiste ise şöyle buyuruluyor: “Müminin kalbi beytullah, arşullah, miratullah ve hazinetullah” tır. Mümin bu vasıfları taşıyan kişidir. Bu nedenle “Mümin müminin aynasıdır” buyurulmuştur. Birinci müminden kasıt Allah’tır. İkinci müminden kasıt insan-ı kamildir. Allah aynasından daim (müminden) Kendisi ve sıfatları-isimleri (Rahman) yansır. Bu özellikleriyle Hz. Peygamber “Allah” ve “Rahman” isimlerini yansıtan kamil aynadır. Varislerininde söz konusu hadisten hisseleri vardır. Kamil insanlar Hakk’ı yansıtan ayna olduklarından ve Hakk’ın suretinde halkedildiklerinden zahiri ve batını olarak Hakk’ı temsil ederler. Dışları şeriatı Muhammedi içleri Hakikati Muhammedi ile dürülüdür.
Mürşide biat, yönelmenin hakikatinde bu sır yatar. Zahirde işleyen mürşid, batında ise Hakk’tır. Zahir ve batın tek hakikatin iki itibarıdır. Bu sırra binaen (beytullah) mürşidi ziyaret kabeyi ziyaret anlamını taşır. Arşullah sırrı ile de ilahi isimleri ve sıfatları müride talim eder. Zira“Rahman arşı istiva etmiştir” (Taha/14). Müminin kalbi arşullah olduğundan, orada tecellide olan isimleri ve sıfatları ile Hakk’tır. Miratullah (Allah aynası) sırrıyla müride ayna olur. İyilikleri ve kötülükleri ona ilham ederek gösterir. Hazinetullah (Allah’ın hazinesi) kalbiyle sırrından (gizli hazineden) taliplere ilminden ve ahlakından sınar. Zahirde işleyen mürşid ve arif iken batında işleyen Hakk’tır. Mürşid Hakk’ın sureti üzerine halk edilen olduğundan, Hakk’ın özelliklerini nefsinden yansıtandır. Bu nedenlede alemlere rahmet olmuşlardır. Zira Peygamberin varisleridir. Her özellik batınlarındaki Hakk’tan ve Hakikati Muhammediden alemlere yansır.
İşte her mevcud ve insanın taşıdığı “nefsi hüviyeti” oranıdn ilahi isim ve sıfatların batından zahire açığa çıkışı, onların “tesbihi”dir.
“Hiç bir şey yoktur ki, O’nun hamdı ile (zuhuru ile) tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihini anlamıyorsunuz” (İsra/44)
İnsan nefsindeki tecelli le “nefsi hüviyeti” itibariyle tesbihini arttırabilir. Bunun nedeni batınında (ilmi hakikatinde) olan ilahi isim ve sıfatları zuhura çıkarma kabiliyetidir. Bu nedenle “ruhlar kalıplarında kıyamete kadar raks ederler” denmiştir. Raksın başlangıcı “Elestü birabbiküm” hitabıdır. Bu hitap ayan-ı sabitedeki ilmi hakikatlerin nefsi natıkaya aktarılmasıdır. Nefs natıka hayy, müdrik ve alim olduğundan bu hitabı kendi hakikati ile algılamış ve müşahede etmiştir. bu cümlede geçen “Rabbimizi gördük” ifadesidir. Her insan ayan-ı sabitesi ile İlmi Zat mertebesindedir. Zira ayan-ı sabite Zat mertebesinde Zatının, Zatından Zatına ve Zatıyla, Zatça düzenlemesidir. Bu düzenleme nefse yansıtıldığında uluhiyeti Zat mertebesi açığa çıkarki, “Allah” isminin oluştuğu mertebedir. Bu nedenle her ayan-ı sabite “billahi” sırrıyla Hakk’la Zat mertebesindedir (Noktanın sırrı ve B sırrı).
İnsan Zat mertebesinde “billahi” sırrıyla Hakk ile hüviyet beraberliği içindedir (Allah Billah ve Hu sırrı). Bu beraberlik ile Zati ve Subuti sıfatları taşımaktadır. Basar ve İlim de bu sıfatlardandır ve nefsi natıka hakikati itibariyle bu sıfatlarıda taşıdığından “Rabbını görür ve bilir”. İdrak ve müşahede bu mertebede tamdır. Rab Allah’tır. Nefste, Hakk Rabb ismiyle tecellide olduğunda lafız birabbiküm olarak gelmiştir. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” “Rabbınızla değilmisiniz?” olarakta düşünülebilir. Zira her nefs Zat mertebesinde Rabbi ile hüviyet beraberliği içindedir. “Eşhedühüm ala enfusihim” (Araf/172) “Nefisleri üzerine şahid oldular” ayeti bu hakikati ve müşahedeyi anlatır. Nefsi natıkaları ile “ilahi hüviyeti” taşıdıklarına ve Rabb ile hüviyet beraberliği içinde olduklarını idrak ve müşahede ettiler (HÜVE SIRRI).
Yazının başında insanın taayyün ve tecelli mertebelerinde seyri anlatıldı.
“Rabbımızı gördük” denilmesi, nefsi hüviyetinde Hakk’ı bulmak ve idrak etmektir.
İnsan şehadet aleminde yerini aldığında nefsi natıka bu hakikatlerden perdelenir. Bu hakikatlere ulaşması ve “billahi” sırrı ile Hakk ile beraberliğin yeniden yaşanması için nefs tezkiyesi ve irfan emredildi. Elestte “işittik ve itiaat ettik” (Nur/51) diyen müminlerin, şehadet aleminde de bu ”hüviyet beraberliğini” yaşaması ve “Rabbımızı gördük” dyebilmesi için kelime-i şehadet farz kılındı. Zira kişinin “eşhedü …” demesi O’nu görmesi ve idrak etmesidir. Kişinin nefsinin bu hakikatlere “şahid” kılınması bu hakikate dayanır. Batında yaşanan müşahedenin, zahirde de yaşanması murad edilmiştir. Mümin vasfının şehadet aleminde de yaşanması ve bu vasıflara ahirete intikal edilmesi amaçlanmıştır. Bu nedenle ilahi “hüviyet beraberliği” ve billahi sırrı idrak edildiğinde, abduhu sırrıda idrak edilir. Kişi “nefsi hüviyeti” ile kul (abd) mertebesinden “ilahi hüviyetin” mazharı olduğunun idraki ve müşahedesi içine girer. Alemlerdeki her şeyinde “nefsi hüviyet” ve “tecelli hüviyeti” oranında O’nu temsil ve tafsil ettiğini idrak eder. O (Hu) ve mertebeleri vardır. İnsanda da seyreden, raks eden O’dur.