- Ya Gavs-ı Azam… İnsan, ölümden sonra ne olacağını bilseydi, dünya hayatını sürdürmeyi temenni etmez; her an “beni öldür” diye yalvarırdı.
Ayette şöyle buyurulmaktadır: “Her nefs ölümü tadacaktır” (Ankebut/57). Her nefs bulunduğu mertebe üzerinden ahirete intikal edecektir. Ahiret boyutunda batın hal zahir olacaktır. Batın tezkiyesini tamamlayan insanda nefsi natıka hakikati yani Allah’ın Nuru – Kur’an’ın sırrı yani ilahi hüviyet (nefsi hüviyet itibariyle) zahir olacaktır. Verilecek ahiret bedeni batın olacaktır. Bu şekilde Hakk zahir olacak kişi nefsinde ve hüviyetinde “Hakk ile Hakk” olduğunu idrak edecektir. Bu ise bekabillah sırrıdır (BİHİ BİHU VE ALLAH BİLLAH SIRRI). Bu sırlara ulaşmanın tek yolunu ise Efendimiz şöyle açıklamıştır: “Ölmeden önce ölünüz”. Kişi zaruri ölümden önce, ihtiyari-iradi ölüm ile tanışmalıdır. Bu ise ancak nefs tezkiyesi ve nefse irfan ile mümkündür. Kişi nefsi marziye ve safiye mertebelerine ulaşınca bu hale ulaşabilir. Efendimiz ölümü tadmayanların halini şöyle belirtiyor: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”. Kişinin uyanıklığı ise nefsini ve Rabbını bilmesidir. Nefsi hüviyetinde Hakk’ı bulan ve tecellileri yaşayan insan, ölmeden önce ölümü tadmış ve nefsinde ve alemlerde O’nun hüviyetini yani Hakk’ı müşahede etmiş demektir (BİHİ BİHU SIRRI). Bunu anlatan ayette “Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (Zatı, yüzü, hakikati) oradadır” (Bakara/115) buyurulmaktadır. Kişi nefsi natıkasındaki Allah’ın nuru ile Hakk’ı ve nurunu müşahede etmiş olmaktadır. Böyle bir yaşam “tecelli hüviyeti” ile bekabillah yaşamıdır. Kişinin bu hali anlatılmaz yaşanır. İnsanın bunu bilmesi ölümü idrakidir. İnsanın “Beni öldür” diye yalvarması ise bu hakikatleri yaşayacak irfanın kendisine verilmesi içindir.
Zira Efendimiz “Nefsine arif olan Rabbine arif olur” buyurarak bu irfan yolunu her insan için açmıştır. Ayrıca “ilim ile diri (hayy) olan ebeden ölmez” buyurarakta bekabillah sırrının marifetullah ile gerçekleşeceğine işaret etmiştir. Bunu açıklayan kudsi hadiste şöyle buyurulur.
Resulullah (SAV) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor:
“Allahü Teala şöyle buyurdu:
-Beni bilen talep eder... Beni talep eden bulur... Beni bulan sever... Beni seveni öldürürüm... Bir kimseyi öldürürsem diyeti bana düşer... Bir kimsenin diyeti Bana düşünce onun diyeti bizzat Ben olurum.”
Görüldüğü gibi bu Hadis-i Şerif de kutsidir. Özellikle marifete işaret edilmektedir. Biz de o yoldan gideceğiz.
Bilesin ki İlahi marifet iki kısımdır. Biri Marifet-i Zat; öbürü de Marifet-i Sıfat.
Marifet-i Zat: O’nun mutlak ahadiyeti cihetinden bilmek mümkün değildir. Marifet-i Sıfat’a gelince onu bilmek mümkündür.
Buna göre, marifet, talebi gerektirir. Talep ise bulmayı icab ettirir. Bulmak da sevmeyi gerektirir. Sevgide ölümü. Bu ölüm, fena halidir. Ölüm ise diyeti icab ettirir. Diyet ise ancak aklı başında olana ödettirilir.
Gerçekten, öldürülenin diyeti ancak öldürendir.
Özellikle bu manaya şu Ayeti Kerime işaret etmektedir.
“Bir kimse, Allah’a Resul’üne doğru yola çıkar da sonra ölürse, onun ecri Allah’a kalır.” (Nisa suresi, Ayet 100) Yani Zatı ile ona beka verir. Çünkü bu manada, katil maktülün aynıdır. Hakikat değişmez. Zira hakikat birdir. Kesrete gelince, o, bir takım akli, vehmi ve izafi nisbetlerden ibarettir. Keşif ehli zatlara göre bunlara itimat yoktur.
Anlatılan manaları bir irfan sahibi şu şiiri ile dile getirmektedir:
Devamlı O’ nunum, O da artık benimdir.
İki zat arasında fark yok, sevgilimdir.