Ve daha dedi ki:
- Ya Gavs-ı Azam. Kim saadeti ezeli ile saadete kavuşmuş ise, ne mutlu ona! Bundan sonra mahrum olmaz ebeden…
Ezeli saadet ve şekavet “kader ve kaza” konulubir programdır. “Kaza ve kader” insanlığın en az bildiği konulardandır. Burada mutlak ve muallak kaza ve kader hakkında hakikat üzere bilgi vermeyi amaçladık.
İnsanın “İlmi Zattaki” ilmi programı ayan-ı sabitedir. Ayan-ı sabiteler “ilahi isim ve sıfatların bir düzenlemesi” dir. Uluhiyet programı içinde yer alır. Allah’ın Zatından, Zatına, Zatıyla ve Zatça düzenlemesidir. Asılları Hakk’a aittir. Suretleri nefsi natıka kanalıyla şehadet aleminde açığa çıkarlar. İnsan suret olarak uluhiyet programını taşıyan ilahi isim ve sıfatların bir düzenlemesidir. Ve insan evvel, ahir, zahir ve batın olarak Hakk suretinde zuhur etmektedir.
İnsanın evveli ve batını ayan-ı sabiteler olup onun izdüşümü nefsi natıkasıdır. Nefsi natıka Allah’ın nurunu ve Kur’an’ın sırrını taşıyan ilahi bir armağandır. İlahi isimler ve sıfatlar uluhiyet üzere nefsi natıkada tecelli etmektedir. Ve insan tüm ilahi isimleri nefsinde taşıyabilecek vasıfta yaratılmıştır. Aynı zamanda Uluhiyet ve Rububiyeti idrak etmesi için “Rabb-ı has” ismi verilen bir ilahi isim her insanda ön plandadır. Zaman içinde insanda tecelli eden ilahi isimler ve sıfatlar ile irtibatı Hakk ile sağlayan Rabb-ı hasdır. Rabb-ı hasların değişkenliği insanlar arasındaki değişenliği yaratır. Hepsini bir arada tutan “Allah” ismi camisi yani uluhiyettir. “Uluhiyet” tam olarak varlığın gerçek yüzleri ile kendi mertebelerinde korumaya denir. Bu nedenle uluhiyet gereği her isim kendi istihkakını ve görünme yerini talep eder. İnsanlarda nefs mertebelerine ve irade-akıl itibarlarıyla isimleri talep ederler. Bu uluhiyetin şehadet aleminde zahir olmasıdır.
Her insan elestte “Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?” sorusuna “Evet Rabbımızsın” diyerek batın ve evvelleri itibariyle “mümin” vasfı kazanmışlardır. Nefsleri bu hakikate şahit tutulmuşlardır. Bunu açıklayan ayette şöyle buyurulmaktadır.
“Ve kıyamet günü gerçekten biz bundan gafildik dememeniz için, Senin Rabbin Ademoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman nefisleri üzerine şahid tuttu. (Allah şöyle buyurdu): “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki : “Evet Rabbimizsin şahit olduk” (Araf/172).
İşte evvel-batın olarak “mümin vasıflı nefisler, taayyün mertebelerinden geçerek şehadet alemine inip bedenlenip yaşamaya başladıklarında bu hakikat örtülmüş oldu. Kur’an ve Peygamberler bu hakikatin zahir ve ahirde açığa çıkması için insanlara uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderildi. Din bu hakikat üzere “emr-i teklifi” olarak insanlara emredildi. Zorlama getirilmedi ancak ahiretteki sonuçları bildirildi.
Evvel-batın olarak elesteki hakikati yaşamak üzere zahir-ahir bütünlüğü içinde “kelime-i şehadet” yürürlüğe girdi. Allah ise “ezeli ilmi” ile her ilmi hakikati “an” itibariyle zamansız ve mekansız olarak bilmekteydi. Allah’ın ezeli ilmiyle bilmesi ise zorlayıcı cebri bir bilme değil, emri teklifi ile insanın hür iradesine ve aklına bırakıldı. Bu kelime-i tavhidin “Muhammeden Resulullah” kısmıyla Kur’an ve Sünnet üzere yaşamayı gerektirdi. Ki bu hakikat kaderin insanın elinde olan kısmını oluşturdu. Bu hakikate uyanlara Allah’ın vaadleri belirtildi ve ahiret sonuçları bildirildi. Her insan akıl ve iradesi ile serbest bırakıldı. Nefsi itibariyle evvel-batın olarak “mümin” olanlara uluhiyet gereği (la ilahe illallah sırrı) şehadet aleminde gelişen olaylarla elestteki sözleri hatırlatıldı. Allah ezeli ilmi ile “zahir-batın-evvel-ahir” her mertebeyi bilmektedir. Ayette “O (ilahi hüviyetiyle) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve O her şeyi bilicidir” (Hadid/3) buyurulmaktadır.
Allah’ın ezeli ilmiyle bilici olması kişilerin “ezeli saadet” ve “ezeli şekaveti” nide bilmesi demektir. Yoksa bu bilmesi, kişileri zorlayıcı-cebri olarak saadete ve şekavete sürüklemesi değildir. Her insan “la ilahe illallah” ile emri iradeye tabi, “muhammeden resulullah” ile de emr-i teklifiye muhataptır. İşte insanların insiyatifinde olan kader kısmı bu hakikattir. Kur’an ve Sünnet üzere yaşayan Allah’ın tüm verdiği vaadlere muhatap olur ve “saadet” üzere yaşar. Uymayan ise “şekavet” üzere ömrünü sonlandırır. Bu iki sonuçta “ebedi” dir. Zira “ahir” ismi ile ömür nasıl sonlanmış ise, o sonucun etkileri ahirette görülür. Bunu belirten hadiste; “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz” buyurulmaktadır. “Ezeli saadet ve şekavet” Allah’ın insanın nasıl yaşayacağını “ezeli ilmi” ile bilmesidir.
Başka bir hadiste de şöyle buyurulur; “Allah mahlukatı karanlık içinde yarattı. Üzerlerine nurundan saçtı. O nurdan isabet almayanlar da şekavette kaldı”
Nefsi natıka Allah’ın Nuru olarak evvel-batın olarak insana armağan olarak sunuldu. Batın-evvel NUR, şehadet aleminde zuhura (zahir) çıkarıldığında saadet, çıkarılmadığında ise şekavet gerçekleşti. Allah’ın bu sırrı “ezeli ilmi” bilmesi ise “ezeli” olup, zorlayıcı-cebri bir bilme değildir. Her insan tercihlerinde aklını ve iradesini kullanmada serbest bırakılmıştır. Kim böyle bir irade ve aklın kendinde olmadığını iddia ederse, o hastadır ve tedaviye muhtaçtır. Ayrıca kişilere Kur’an ve Sünnet başka bir yükümlülükte koymuştur. Bu ise çalışmaktır. Ayette şöyle buyurulur:
“İnsan için çalıştığının karşılığı vardır” (Necm/39). Ayrıca hadiste “Herkes ne iş için yaratılmış ise ona o işler kolaylaştırılır” buyurulmuştur.
İnsan maddi ve manevi çalışmalarını nefs tezkiyesi yolunda arttırırsa batın-evvel mümin halini zahir-ahirde de yaşayarak nefsi hüviyetini, ilahi hüviyete ulaştırmış olur. Ki bu ezeli saadete ulaşmaktır. Aksi ise şekavette kalmaktır. Nefse zulümdür. Bunu belirten ayette şöyle buyurulmaktadır:
“Allah onlara zulmetmedi, onlar nefislerine zulmediyorlar” (Ali-İmran/117).
Bu nedenle her insan Kur’an ve Sünnet ile nefs tezkiyesine davet edilmiştir. “Nefsini tezkiye eden kurtuluşa erer” (Şems/9) ki bu ezeli saadet müjdesidir. “Nefsini tezkiye etmeyen (karanlıklara gömen) ziyandadır” (Şems/10).
Bu ayette ezel-i şekavet için ilahi bir uyarıdır. Kişiye düşen görev emr-i teklifiye uyarak Kur’an ve Sünnet doğrultusunda yürümek, kaderin kendi programına yüklediği hususları şehadet aleminde yaşamaktır.
Allah bu nedenle kıyamet günü bu hakikatleri açıklayan yukarıdaki ayetle elestte her insandan misakı almış ve nefsilerinide bu söze şahit tutmuştur. Zira nefsi natıka bulunduğu mertebe itibariyle ahirete de intikal edecek ve şahidliğini orada da yapacaktır.
“Nefsinin yazdığı kitabı oku” ayetiyle bizim tüm olumlu ve olumsuz davranışlarımız sergilenecek ve mizana konacak ve elestteki sözümüzde hatırlatılarak, savunma gücümüzde kalmayacaktır. Kişi ömrünün ve zamanın ne denli kıymetli olduğunu bir bilebilse… Zira elestte “müminlerin sözü işittik ve itaat ettik demeleridir” (Nur/51) ayetinde belirtilen hakikati yaşamak ve şehadet aleminde de “işittik ve itaat ettik” demeye bağlıdır. Kişi bu noktada serbest bırakılmış, uyarılmış ve müjdeler verilmiştir. Ömür sermayesini bu yol üzerinde sürdürmesi istenmiştir. Her kişi bu akıl ve irade ile donatılmıştır. Donatılmayanlar ile sorumlu tutulmamışlardır.