Ve bana buyurdu ki Rabbim:
- Ya Gavs-ı Azam, insanın cismi ve nefsi ve kalbi ve ruhu ve işitişi ve görüşü ve eli ayağı ve tamamını nefsimle izhar ettim… o yoktur, ancak BEN varım! Ve Bende onun gayrı değilim!
İnsanın Hakikati = Nefsi Natıka
İnsanın hakikati “BEN” dediği hakikatidir. İnsanın benliği; onun şahsiyetini, hüviyetini ve varlığını temsil eder. İnsanın şahsiyetini, hüviyetini kısaca benliğini temsil eden hakikati kişinin nefsi natıkasıdır. Nefs sahip olduğu vasıf ve ahlaklarla ile kişinin şahsiyetini ve hüviyetini belirler. Nefs taşıdığı vasıfları zahire çıkaracak etkilerini dünya adına verdiğimiz şehadet aleminde açığa çıkarır. bu nedenle şahsiyetimizi oluşturan nefsi anladığımız ve idrak edebileceğimiz ölçüde kedimizi biliriz. Bu nedenle “Nefsini bilen Rabbını bilir” buyurulmuştur. Nefs hakkında bazı bilgiler verecek, onun vasıfları ve nefsin kişiye ve Rabba bakan yüzlerini idrak edebiliriz.
“Nefse ve ona bir takım kabiliyetler vererek onu sevva edene (düzenleyene) yemin ederimki” (Şems/7) ayetiyle Allah nefs ve kendi üzerine yemin etmeyi bir ayette toplayarak “nefse” dikkat çekmiştir. Nefs, Hakk’ın düzenlediği batıni ve manevi bir cevherdir. Mahiyetinin bilinmesi ancak etkilerinin bilinmesi ile kısmen anlaşılabilir. Nefs nur olduğundan tam mahiyeti bilinemez. Zira bugünkü ilmimizle “nur” ile ilişkili bilgileri idraki etmeniz sınırlıdır. “Nur ilmi” açıldığı ölçüde “nefs” hakkındaki ilmimizde bununla beraber paralel olarak artacaktır. Nefse bir takım kabiliyetler verilmesi şu ayetle açıklanmıştır:
“Onu tesviye edip (kabiliyetlerle donatıp) ruhumdan nefh (üflediğim) ettiğim zaman…” (Sad/72)
“Ona ruhumdan nefh ettiğimde” (Hicr/29)
Nefsteki tüm kabiliyet ve istidatlar Allah’ın kendi Zati Nefsinin izdüşümü olan “nefsi natıka”mızda dürülmüştür. Bu bizim İlmi Zattaki (Zati Nefisteki) ilmi hakikatlerimizde (ayan-ı sabite) dürülü olan istidat ve kabiliyetlerdir. Bunlar ise uluhiyetin düzeni alan ilahi isim ve sıfatların açığa çıkacak şekilde programlanmasıdır. Bu bizim evvelimizi ve batınımızı oluşturan ilmi hakikatlerdir.
Kur’an “Cemi esma ve sıfatı cami Zat” yani tüm ilahi isim ve sıfatları toplayan Zat olduğundan ayan-ı sabitelerimiz “Kur’an’ın sırrını” taşır. Her ilahi isim ve sıfatta “Nuru ilahi” olduğundan ilmi hakikatlerimiz (ayan-ı sabite) “Allah’ın nuru”nu taşırlar. İlmi hakikatlerimizde Zatta Zatın düzenlemeleri ve programları olduğundan “Zati İlahi Nuru” taşırlar. Bunun kaynağı ise “Nefesi (Nefsi) Rahman” adını verdiğimiz Zatın hakikatimize “Nur ve Kur’an” olarak yönelmesinden ibarettir. Bunu belirten ayetlerde;
“Rahman. Kur’an’ı talim etti. İnsanı halketti. Beyanı öğretti” (Rahman/1-4)
Nefsi Rahman, hakikatlerimize Kur’an sırrını talim ederek “İnsan” olmamızı ve Kur’an ile beyanı ve yaşam sırrını vererek bizi halk etmiştir.
Nefsimiz işte bu kabiliyetler verilerek ilmi hakikatlerimizdeki (ayan-ı sabite) istidat ve kabiliyetlerimizin açığa çıkması için bizlere “emanet” olarak verilen hakikattir.
İşte nefsi natıkaya bu hakikatler yüklenerek, sorumluluk ta yüklenmiş olmaktadır. İşte Allah, “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusunu bu hakikatlere sorarak, “Evet Rabbımızsın” cevaplarına ve sözlerine nefislerimizi şahid tutarak bizleri bu imanımızı şehadet aleminde “itaat ederek” yaşamımız için bizleri dünyaya indirmiştir. Bu hakikatin yerine getirilmesini de şu ayetlerle açıklar;
“Ey iman edenler, sözlerinizi yerine getirin” (Maide/1)
“Bana verdiğiniz sözü tutun” (Bakara/40)
İnsan bu sözü yerine getirip ahde vefa göstermesi için şehadet aleminde yerini alır. Şehadet alemine gelene kadar kendisinde “taayyün ve tecelli mertebeleri” nin hükümleri de oluşur. “Her doğan çocuk İslam fıtratında doğar” hadisi ile her insanın “İslam istidat ve kabiliyeti” donatısıyla şehadet aleminde yerini alır. Nefs dünya aleminde kendine ilişen ilim, ahlak, tecrübe ve sıfatlar ile ya aslını korur; ya da aslından uzaklaşır. İşte nefs tezkiyesi ve terbiyesi-mücahedesi işte aslından uzaklaşan nefsi natıkanın, kendi asli hakikatine ulaşma yoludur. Bu hakikate ulaşmayı sağlayan her şey nefs tezkiyesi yolunda kullanılacak yöntemlerdir.
Nefse “Ruh” nefh edilerek, nefs ruhu kabiliyet ve istidatları ölçüsünde yansıtacak vasıflara da bürünür. İşte insanı “halife-Adem” kılan bu nefh edilen bu ruhtur. Meleklerin secde ile emrolunduğu insanın hakikatinde dürülü olan “Allah ruhu”dur. İnsan bu ruhu yansıttığı oranda alemlere halife olmaktadır. Şimdi “ruh” hakkında bilgi vererek nefsimizin taşıdığı hakikati biraz daha açalım. İlk nefh edilen ruh, “Ruhul azam” olup Allah’ın Zatı sıfatlarının nefse taşıyabileceği istidatı oranında sunulmasıdır. Allah’ın Zati sıfatları “Vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, kaim bi nefsihi, Muhalefetülil havadis” tir. Nefsin bu sıfatların mazharı ve tecelligahı olma vasfını kazanmasıdır.
“Ruhul Kudus” ise Allah’ın “hayat, ilim, irade, kudret, sem, basar, kelam” sıfatlarının nefse nefh edilmesidir. Nefsin bu sıfatların tecelligahı ve mazharı olma vasfını kazanmasıdır. Nefsi natıka bu sıfatların ve sıfatların açılımı olan ilahi isimlerin tecelli mahalli olma vasfını kazanması ve bütün ilahi isim ve sıfatları yansıtacak “ilahi ayna” halini kazanmasıdır. İşte “nefh edilen ruh” ile nefs, ilahi vasıfları taşıyan özelliğe bürünür. “Adem’e tüm isimleri öğretti (talim etti)” (Bakara/31) ayetiyle insanın bu özelliği anlatılmıştır.
Nefsi natıka, ilahi isim ve sıfatları yansıtan ayna olmuştur. En kemalli nefsi natıka Peygamber Efendimizin nefsidir. Bu nedenle “Allah önce benim nurumu, nefsimi ve ruhumu halketti” buyurmuştur. “Nefsinizden bir peygamber geldi” (Tevbe/128) buyurarak Efendimizin nefsine benzer nefislerle açığa çıktığımız vurgulanmıştır. “Ben, Allah’tanım, müminlerde benden” buyuran Hz. Resul, bir açıdan bu özelliğini vurgulamıştır. Kudsi hadistede “Ben Ademi Kendi suretimde yarattım” ve “Ben Ademi Rahman suretinde yarattım” buyurarak bu özelliklerini vurgulamıştır. “Kendi suretimde” derken Zati özellikleri ile “Rahman suretinde” derken ilahi isim ve sıfatları kastetmektedir.
Nefs tezkiyesi bu vasıfları yansıtabilecek özelliği kazanmak için mutlak surette gereklidir. Zira bu vasıfları yansıtabilen nefsi natıka ancak ilahi vasıfları açığa çıkarabilecek mertebeye ulaştığında “arza halife” olur. “Ben Adem’i arza halife kıldım” buyuran Allah bu ilahi isim ve sıfatları gerçek hüviyetleri ile açığa çıkaran nefsi halige kıldığını ilan etmektedir. Diğer nefisler ise kendi mertebelerinin halifeleridir. “Alemlere halife” olan ise “Kendi suretinde yarattığı” insanlardır. Onlarda bu vasıfları ancak “nefs tezkiyesi” yolu ile kazanmışlardır. Bu nedenle nefs mertebelerinin tahsili gerekir.
Nefs mertebeleri;
1. Nefsi emmare: Nefsi natıka bu mertebede “nefs” adını alır.Nefs mertebelerinin tahsil edilmesi nefs tezkiyesinin en önemli yoludur. İrfan yoluna çıkmak sonu miraç olan hakikate nefsi ulaştırmaktır.
Allah “Gökteki ve yerdekileri sizin emrinize verdi” (Casiye/13) buyurarak Adem’in halifeliğini ilan etmiştir. Allah kudsi hadisinde “Ey Ademoğlu! Seni Kendim için, alemleride senin için halkettim” buyurarak bu gerçeği ilan etmiştir. “Ben insanın sırrıyım, insan Benim sırrımdır” buyurarak yukarıdan beri anlattığımız hakikatleri açıklamıştır. İnsanın Kendi indindeki yerini gayet net belirtmiştir. İnsana düşen görev ise nefs tezkiyesi yoluna çıkarak, nefs mertebelerinin eğitimi ile kendi asli hali olan Allah’ın Nuru ve Kur’an’ın sırrına ulaşmak için gayet göstermesidir. Bunun sonu ise nefsi natıka’yı Kur’an-ı Natık kılmak ve Allah’ın nurunu “göz nuru” olarak müşahede etmektir. bu yolun başıda sonuda “Bismillahirrahmanirrahim” hakikatidir. Nefs tezkiyesi yoluna Besmele ile çıkılır. “Allah Adına” ve “Allah ile” yola çıktığının bilincine varmaktır. Sonu ise “Billahi” sırrıyla “fiili Besmele” olup Kur’an’ı yaşamaktır. Bu nedenle “İkra (oku)” emriyle Peygamber Efendimizden ve bizlerden istenen nefsi natıkamızda dürülü olan “Kur’an Sırrı”nı açığa çıkarmaktır. “Oku” emriyle istenen Kur’an’ın hem okunması hemde yaşama geçirilmesidir. Kur’anın ilk inen emri “İkra bismirabbikellezi halak” (Alak/1) “Yaradan Rabbinin adıyla oku” ayetidir. Rabbının adıyla derken, nefsimizde tecelli eden Allah kanalıyla, O’nun adına işlere başlamaktır. Her işe “besmele” ile başlama bu nedenle nefs tezkiyesinin ahahtarıdır. “Besmele” Kur’an’ın şifresi, özü ve anahtarı olduğundan, besmele ile her işe başlanmalıdır. “Bismillah her hayrın başıdır” hadisi bu konuda bize ışık tutar. Her işe, nefsi natıkamızın hakikati olan “NUR” ve “KURAN” ile başlamaktır. Aslına olan yolculuğun anahtarı bu nedenle besmeledir. Zira “nefsi natıka” beden kalıbına girdiğinde faaliyete geçerken “hayvani ruh” arada vasıtadır. Hayvani ruh için besmele söz konusu değildir. Nefsi natıkanın hem bedene hem hayvani ruha hakim olması için “BESMELE” faaliyeti Hakk’a ulaştıran özdür.
“Güzel söz O’na çıkar” (Fatır/10) ve “Salih amel O’na yükselir” (Fatır/10) ayetleri hayırlı amellerin ancak Besmele ile söz konusu olabileceğini açıklar. Besmelesiz her iş günlük kalır ve Hakk’ın huzuruna ulaşamaz. İnsani ruh denilen nefsi natıkamızın hayvani ruha hakim olması ancak “besmele” ve “nefs tezkiyesi” kanalıyladır. Zira bizdeki kötü ahlakların ana kaynağı “hayvani ruh” tur. Özellikle nefsi emmare ve nefsi levvame mertebelerinde hayvani ruh hakimdir. Diğer mertebelere yükselebilmenin yolu nefsi natıkayı güçlendirmek ve onu bilmek sayesinde mümkündür. Kişi başladığı yeri ve hedefini ve aradaki yoldaki yöntemleri bilirse hedefine ulaşması daha kolay ve zahmetsiz ve zevkli olacaktır. Bu nedenle “İlim kadın ve erkek her müslümana farzdır” buyurulmuştur.
Allah kendi suretinde yarattığı insana Zati (Kendi) Nefsini tanıtmak için Kur’an ve Resulünü vasıta kılmıştır. Kendi ve Resulünün vasıflarını bildirerek ve nefsi natıkasına bu programı yükleyerek insana irfan yolunu açık tutmuştur. “Muhammeden Resul Allah” hakikatini alemlerde “Muhammed=İnsan-ı Kamil” “İrsal edilen Kur’an” “Allah ismi camisi” olarak açmıştır.
İnsan anlatılan vasıflarla en kamil halifedir. Kur’an’ın ikiz kardeşidir. Hz. Resul bu hakikati “Benim mucizem Kur’an’dır” ve “İnsan ve Kur’an bir batında doğan ikiz kardeştir” hadisleriyle açmıştır. Allah Zati Hüviyetini alemlerde en kemalli olarak Kur’an ve İnsan ile açmıştır. Bu nedenle alemler fiili Kur’an, temsili Kur’an ve tafsili Kur’an’dır. Alemlerdeki her mevcut (şey) kendi mertebesinde Kur’an’ın hüviyetinin bir açılımıdır. “Kayıtlanmış” ve “sınırlanmış” hüviyetleri temsil eder. İnsan, zaman içinde Kur’an-ı Natık olarak, Allah’ın hüviyetini yansıtan ilahi ayna olarak alemlerdeki kerim ve şerefli yerini alır. Zati Nefsin aynası olan nefsi natıkasını Kur’an-ı Natık ve Nur haline getirebilen insan “Allah’ın halifesi” ve “Peygamber varisi” olma hüviyetine ve şahsiyetine ulaşır. Bu açıdan kendi Zati Nefsi hüviyetini alemlerde Kur’an ile açan Allah’ı hüviyetini (HÜVE) Kur’an ve Resul kanalıyla tanıyabiliriz. Kur’anda (HÜVE) ile belirtilen özellikler Allah’ın Zati Nefsi hüviyetini belirten ayetlerle açıklanmıştır: “Hüvel evveli vel ahiri vezzahiri bel batın ve hüve külli şeyin alim” (Hadid/3) “O (İlahi hüviyetiyle) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve O (ilahi hüviyetiyle) her şeyi bilicidir” “Ademi Kendi Suretinde yaratan” Allah, nefsi natıkaya da tecelli ederek bu isim ve sıfatlarla nefsi donatmıştır. Yani her insan tecelli oranında ve tecelli zamanında “sınırlanmış” ve “kayıtlanmış” olarak ilahi hüviyetin birer temsilcisi olmaktadır. Tabi ki temsil ettiği isim ve sıfatların düzeyi ve kalitesi oranında. Bu o kişinin “genel kulluğu”dur. Hakk kendine “özel kul-halife” seçtikleri üzerinden ise “özel hüküm”lerini yürütür. Bu kişiler (özel seçilmiş kullar) ilahi isim ve sıfatları gerçek ve hakiki hüviyetleri ile açığa çıkaran kullardır. Bu nedenle “Beni gören Hakk’ı görür” buyuran Resul’ün varisleridirler. Her kişi istidadı oranında gayretle bu ilahi vasıflara nefs tezkiyesi ve irfan yoluyla ulaşabilecek şekilde halkedilmişlerdir.
İnsanın nefs tezkiyesine başlarken bilincinde olması gereken diğer husus ise “Allah ile” her an, her durumda, her halde olan doğrudan ilişkisidir. “Ben size şah damarınızdan yakınım” (Kaf/16) ve “Nerede olursanız O (İlahi hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetleriyle her insan Allah ile “hüviyet beraberliği” içindedir. Nefsine yüklenen ilahi isim ve sıfatlar kanalıyla İlahi Zatla daim bir beraberlik içindedir. O (ilahi hüviyetiyle) işitici, bilici, görücü, şahid, gözetleyici vb… dir. İnsanda nefsine yüklenen bu isim ve sıfatlarla bu özellikleri taşır. Yani bu özellikleri “Allah” vasıtasıyladır. “Allah” sayesindedir.
Nefsindeki yüklenen bu özellikler ve nefsiyle daim olarak “Allah ile” billahi sırrıyla birliktedir. Kişi yaşamı içerisinde bu beraberliği ne kadar yaşarsa nefsi o derece tezkiye olur. Bu bilinç süresi ne kadar çoğalırsa nefs tezkiyesi kolaylaşır ve irfan yolunun kat edilmesi çabuklaşır. Zira hadiste şöyle buyurulmuştur: “İman nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmendir”.
Besmele ile başlanan her işte “Allah ile” olduğunun idraki kişiyi uçakla bir yerden bir yere seyahat etme çabukluğunda “Allah” idrakine ulaştırır. Bu bilinç ve idrak süresi ve yaşama sokuluşu kişiyi hedefine ulaştıran en etkili yöntemlerdir. Bu iki unsur olmadan nefs tezkiyesi yoluna çıkmak zahmetli ve uzun süre olan yöntemleri içerir. Diğer etmen ise ilimdir. “O (ilahi hüviyetiyle) her şeye alimdir” (Hadid/3) ayeti bizim nefsimizi ilim ile donatmamız gerektiğinin en önemli delilidir. Bu nedenle “İlim öğrenmek kadın erkek her müslümana farzdır”; “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz”, “İlim müminin yitik malıdır, nerde bulsa almalıdır” hadisleri buyurulmuş ve bizlere nefs tezkiyesi yolu açılmıştır. Zira nefs tezkiyesi cehalet karanlığından ilim-irfan aydınlığına yapılan yolculuktur. İlim olmadan bu hakikatin gerçekleşmesi çok zor ve zahmetlidir. İlim; zahirde ve batında olsa bir bütünlük içersinde bizi nefsimizin hakikatine götüren nurdur. İlim ile amel ve ihlaslı niyet bu nuru kalıcı kılan ana unsurdur. İlim-niyet-ihlas-amel dörtlüsü nefs tezkiyesinin sağlıklı olmasındaki ana etmenlerdir. Zahir-batın-evvel-ahir birleştirerek bu gerçeklere ulaşılır.
Allah’ın Adem’e bütün isimleri öğretmesi ilimden en büyük hissenin verilmesi demektir. Allah isimleri ile bütün hakikatlerini açığa çıkarır. nefsi natıka ilim tecellisininde merkezidir. Nefsi natıka ile ilgili biraz daha bilgi verelim.
Hakk, “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim” buyurmaktadır. “BEN” dediği hakikati “ZATİ NEFSİ=HÜVİYETİ” dir. “Nefsiyle kaim” (kaimbinefsihi) dir. Zati Nefsi Hüviyetini izhar ederek halkı meydana getirmiştir. İnsan zuhura çıkanların en kemallisidir. Ehlullah bu zuhur için şöyle buyurmaktadır. “İlahi Zat nefsini latif kıldı HAKK dedi, nefsini kesif kıldı HALK dedi”. Zatı Nefs’ten (nefsi (Nefsi RAHMAN) tecellisiyle alemlerdeki her mevcud “birimsel nefs” olarak açığa çıktı. Hakk her mevcuda “birimsel nefs hüviyeti” ile zuhura çıktı (la mevcude illa hu).
BEN, dediği hakikati Zati Nefsi olup, “tamamını nefsimle izhar ettim” buyurması bu hakikate dayanmaktadır. Nefsi Rahman, her mevcuda “tecelli oranında” ve “tecelli zamanında” O’nun isim ve sıfatlarının hüviyetini (tecelli hüviyeti) taşıyan “izafi nefsler” haline geldi. Her bir “izafi-birimsel nefs”, kendi nefs mertebesinde “Zati Nefs” e ayna oldu. O’nu temsil ve tafsil etti. Taşıdığı “nefsi hüviyet” itibariyle “birimsel nefs hüviyeti”ni taşır oldu. Her nefste gerçekleşen tecelli oranında ve tecelli zamanında, taşıdığı tecelli ile bir hüviyete büründü. Buna ise “tecelli hüviyeti” denilmektedir. İnsan-ı Kamil ise en kemalli olarak Zati, sıfati ve esma-i tecellilere büründüğünden “ilahi tecelli hüviyeti” ile O’nu temsil etti. Bu hakikat Efendimizin “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmasıyla açıklandı. Diğer insanlar temsil ettikleri “tecelli hüviyeti” ve “birimsel nefs hüviyetleri” kadar O’nu izhar eder oldular. Her mevcudda kendi nefs mertebesinden O’nu açığa çıkarır oldu.
Bütün nefislerin kaynağı “ZATİ NEFS” olduğundan Hakk “O yok BEN VARIM” buyurmaktadır. Zira nefs ve nefsteki tecelliler (isim-sıfat-Zat) Hakk’a aittir. “Tecelli hüviyeti” ile her mertebeden tek vücud hüviyetinde görünen O’dur (La vücude illa hu sırrı). Bu vasıflarla insanda O’ndan gayrı değildir. MUTLAK ZATIN AYN’ısı değil, ancak gayrısıda değildir. Tecelli ve nefsi itibariyle Hakk ile birliktedir. Bu sır “Nerede olursanız O (Hüve) ilahi hüviyetiyle sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetinde belirtilmiştir (HÜVE sırrı). “Ben” dediği ZATİ NEFSİ HÜVİYETİ’ni şu dört isimle açmıştır: “Hüvel evveli, vel ahiri vez zahiri vel batın” (Hadid/3) “O (hüve) ilahi hüviyetiyle evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır”
İnsanın cismi “hüvezzahir” ayetiyle “zahir” isminin açılımı ve görünümüdür. “Zahir” ismi diğer ilahi isimlerle kombinasyonlar oluşturarak bedeni – cismani varlığını oluşturur. Bu vasfıyla cisimde Zati nefsin, birimsel nefsin mertebesinde “Zahir” ismiyle açığa çıkmasından ibarettir. Nefsi natıka, kalb, ruh ise “hüvel batın” ayetini belirtir. Ayan-ı sabite ise “hüvelevvel” ayeti ile evvel isminin ve batın isminin açılımıdır. İnsanın ahiri ise dünya ve ahiret alemidir. “Hüvel ahir” ayetide bu vasıflarını açıklar: Bunların hepsi ZATİNEFSİ HÜVİYET’in Zatı, sıfati ve esmai tecellilerle alemi oluşturmasından ibarettir. TEK NEFES farklı itibarlar ve düzeylerde “halk” izhar etmiştir. “Tek nefisten halkettik” (Nisa/1) ayeti bu hakikati açıklar. İlk halk edilen nefs “Nefsi Muhammedi”dir. Efendimiz bu hakikati “Allah evvela benim nefsimi halketti” buyurarak açıklamıştır. “Ben Allah’tanım, müminlerde benden” hadisi ve “Nefsinizden bir peygamber geldi” (Tevbe/128) ayeti bütün nefslerin ana kaynağının ZATİ NEFS olduğunu ve kendisinin bilinmesi için bu sırrı insana nefsi natıka kanalıyla lütfettiğini idrak etmiş oluruz. Bu nedenle O (hüve) vardır. Diğer mevcudlar O’nun tecelli mahalleri ve zuhura çıkış yerleridir. İnsanda en kemalli tecelli mahallidir. İnsanın “tamamını NEFSİYLE izhar etmiş” ve “ancak O (hüve) vardır”. Kısaca bu sırrı şöylede ifade edebiliriz:
Allah, TEK VÜCUD HÜVİYETİ ile alemlerin her zerresinde Zatıyla kaim ve batın, Vücuduyla mevcud, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud, batını ile sır olarak ZATI NEFSİNİ ve ULUHİYETİNİ sergileyen ve zuhura çıkarandır (la vücude illa hu sırrı), (la veche illa hu sırrı), (ALLAH BİLLAH SIRRI).
Bu nedenle insan “tecelli hüviyeti” ile Hakk’ın aynısı, tecelli anında ve oranında MUTLAK ZAT’ın aynası, kendi nefs mertebesi itibariyle O’nun temsili ve tafsilidir. Bu nedenle VÜCUD (ZATI NEFS) TEK VE BİR, MERTEBELERİ VE DÜZEYLERİ ÇOKTUR. MERTEBELERE RİAYET ŞARTTIR. MERTEBELERE RİAYET HÜKÜMLERİ ŞERİAT-IMUHAMMEDİ İLE BELİRTİLMİŞTİR VE AÇIKLANMIŞTIR. İNSAN-I KAMİL HÜVİYET TECELLİSİ”Nİ BU HÜKÜMLERE TATBİK EDEN “ABDUHU” SIRRINA EREN ZATTIR (BİHİ BİHU SIRRI).