FATİHA
Fatiha Kur’anın özü ve özetidir. Bunu hz. Ali (kv) şöyle belirtmiştir:
“Bütün kitapların hepsi Kur’andandır. Kur’anın özeti ve sırrı Fatihadır. Fatihanın özeti besmeledir. Besmelenin özeti Ba harfinde. Onunda özeti ve sırrı altındaki noktadadır. O noktada Benim”
Kur’an Allah’ın kelamı ve ilmidir. Fatiha ve Besmele bunu ve gizli hazineyi açan anahtardır. Kudsi Hadisinde Hz. Allah şöyle buyurmaktadır: “Hemen herkes dünyadan susuz çıkar. Ancak “Bismillahirrahmanirrahim” diyenler hariç”
Bu hadiste Allah, Kendi isim ve sıfatları ile kaim olmayı işaret etmektedir. Besmele ile tahakkuk eden Hakk ile kaim olmakta, beka vasfını kazanmakta Hakkın halifesi olmuş olmaktadır. Hemde bütün isim ve sıfatlarında vekil olmuş olur. Meğerki bütün esma ve sıfatlarla tahakkuk etmiş olsun. Ama hem celal hemde cemal sıfatları ile. Bu Kur’anı yaşamak Kur’anı Natık, Yaşayan Kur’an ve fiili Besmele olmaktır. Kamil insanlar ve Peygamber varisleri bu özelliklerle vasıflanmıştır. Diğer insanlar ise kendi nefs mertebelerinde Kur’anı temsil ederler. Namaz Kur’an zikri olduğundan bu hale ulaşmak için anahtardır.
Burada amacımız Fatihayı açıklamak değil bazı hakikatleri belirtmektir. Fatiha Kur’anın özü ve özeti olduğundan onu anlatan Kur’anı açıklamış ve tefsir etmiş olur. Bu kitabın hacmi ise bunu kaldırmaz.
Fatiha okunması, Kemal varlığın insanda oluşmasına işarettir. Çünkü insan varlığın fatihasıdır. Allahu Teala insanla varlıkların kilitlerini açar. Fatihayı okumak insaniyet sırları altına girmek, Rabbani sırların zuhuruna işarettir. İnsan bu sırada kıyamdadır. Kiyam bekadan ibarettir. Rükudan doğrulurken “Allah kendisine hamd edeni işitti” derken Hakkın sözünü-cevabını Hakkla duyar ve bunu alemlere bildirir. Hakk’la Hakk adına konuşmuş olur. “Allah ile” baki olduğuna arif olan ise “beka” makamındadır ve bu sözü ancak arif tam idrakle söyleyebilir. Çünkü bu söz ilahi bir halden haber vermektedir. Kulun kıyamında Hakkın halifesi olarak bekada olduğuna işaret eder. Bu halde kul ve Hakk beraberdir, birleşmiştir. O’ndan zikreden Hakktır. Zikir, zikreden, zikredilen birleşmiştir.
Mutlak tevhid ile yola devam etmek için namazdaki kişinin “euzubillahi” ile Allah’la Allah’a sığınması gerekir. “Euzu” ile Allah’la Allah’a sığınan Allah isminin tecellisi altındaki namazdaki birey, Besmele ile yoluna devam eder. Böylece Fatiha ile yoluna devam etmiş olur. Besmelenin, Be harfinin altındaki nokta (ب) Allah’ın Zatının, ilahi hüviyetin, hüviyeti mutlaka ve hüviyet gaybının, Allah’In ahadiyeti Zat mertebesinin temsilcisidir. Allahuekber ile Ahadiyeti Zata yükselen birey, tevhidi özellikleri sübhaneke ile ifade edip “euzu” ile şeytandan Allah’la Allah’a sığınıp, besmelenin be harfinin altındaki nokta ile Ahadiyeti Zata ulaşmakta ve Mutlak tevhid ile başlayıp, Allah ismi ile Zat, sıfat, esmaları ile bu mertebeden taayyün ve tecellileri ile Allah Zat ismi ile alemlere zuhurlarını yaydığını idrak etmektedir. Allah Zat ismi ile Uluhiyeti Zatını (mutlak ilahlılığını) alemlerde ilan etmektedir. Rahman ismi, taayyün mertebelerinde Allah’ın tüm isim ve sıfatlarının zuhura çıktığı taayyün mertebesidir. Bu surette ve Rahman kaynaklı isim ve sıfatlar alemlerde faaliyetini sürdürmektedir.
Rahim tecellisi ismi ile de bu isim ve sıfatlar efal aleminde fiiliyata geçmekte ve yürürlüğe girmektedir. “Bismillahirrahmanirrahim” ile Ahadiyeti Zatta, gizli hazinede mevcut olan, zuhura çıkması gereken tüm esma, sıfat ve fiiller alemlerde yürürlüğe girmektedir. Bu şekilde alemler ve Zatı ilahi “bir” olmakta Mutlak Tevhid sağlanmış olmaktadır. “Elhamdülilahirabbilalemiyn” ile Allah ismi caminin, alemlerde Rab ismi ile esma, sıfat, zatı ile zuhurda olup, fiiliyatta bulunduğu bu suretle hamd ve övgünün ancak Allah’a mahsus olduğu ifade edilir. Hamdın tek sahibi vardır. O da Allah’tır. Alemlerdeki her mevcuddan, her bireyden açığa çıkan hamd, Allah’la olan “hamd” tecellisi sayesinde bireyden açığa çıkan hamddir. Açığa çıkan bu hamdın asli sahibi ise yine Allah’tır. Hamd, övme ve övülmeyi kapsadığı gibi, ilahi Zatın tüm taayyün ve tecelli mertebelerinde zuhura çıkmasınıda kapsar. Tüm taayün ve tecelli mertebelerinde hamd Allah’a mahsustur, hamdın gerçek sahibi Allah’tır. Kul hamdını, Allah’ın hamd tecellisi altında, bu idrakle yaparsa, hamdın gerçek sahibinin Allah olduğunu anlamış olur.
Allah, tüm esmaları ile “Rab” adı altında alemleri kontrol etmekte, idare etmekte, yönlendirmekte ve terbiye etmektedir.
RAB isminin anlamı: Rabb kelimesi terbiye eden ve yetki sahibi anlamında bir isimdir. Aynı zamanda ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, kemale erdirmek, efendi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, malik ve sahip olmak, sözü dinlenmek, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilmek gibi anlamlarına da gelir.
Rab, sadece terbiye eden (mürebbi) anlamında olmayıp, yardım etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye hakim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip olabilmeyide ifade etmektedir. Bunun için Rab denilince sadece terbiye ve malik olma durumları değil, her şeye sahip olan ezeli, ebedi ve sonsuz kudret sahibi Allah anlaşılmalıdır. Bu özelliğinden dolayı Rab kelimesi Allah’tan başka varlıklar için bir şeye izafe edilmeden tek olarak kullanılamaz.
Allah, Rab ismi ile tüm mevcut ve bireylerden oluşan alemlerde her türlü tasarrufu yapmaktadır. Allah Rab ismi kanalı ile alemler ile ilahi Zatını birlemekte, alemlerini Zatını, esma ve sıfatlar düzeyinde tevhid etmektedir. “Elhamdülilahirabbilalemiyn” lafzı ile kesreti oluşturan alemleri Rab olarak kontrol eden Allah Zatı ile uluhiyeti ve vahidiyeti ile Allah Zatı ismi ile tüm bu kesreti bünyesinde cem ve tevhid etmektedir. Zuhurdaki tüm alemler Allah ismi camisi altında toplanmakta, uluhiyeti ve vahidiyeti ile tevhid edilmektedir. Fatiha bu yönüyle de “la ilahe illallah muhammeden resulullah” kelime-i tevhidinin uygulamaya geçilmiş bir halidir. Hamd kelimesi altında zuhur yeri olarak insan-ı kamil Hz. Muhammed (sav) ve O’nun hakikati Hakikati Muhammedi temsil edilmektedir. Bu açıdan Makamı Mahmud’un alemlerdeki temsilcisi nokta zuhur mahalli Hz. Muhammed (sav) ve O’nun ezeli ve ebedi tecellisi Hakikati Muhammedi olduğu anlaşılır. Bu zuhurun ve tecellisinin sahibide Allah’tır.
“Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti” buyuran Hz. Resul (sav) Allah’ın kendi zatındaki tecellisinin de Rab ismi ile yine Allah’ın hakimiyeti, hükümranlığı altında olduğunu açıklamıştır. İşte namazdaki birey, her zaman O’nun kontrolünde iken namazda huzurda iken kendini varlığını O’na teslim etmekte, Rab ismi kontrolüne girmektedir. Allah Rab ismi ile O’na tecelli etmektedir. Rab ismi kontrolünde nefsi natıkasındaki tüm tecelliler olmaktadır. Bu tecelli ile “Nefsini bilen, Rabbını bilir” hükmü altında Allah’ın Rab olarak nefsindeki tecellileri anlamak için miraç yoluna çıkmaktadır.
Nefs mertebelerine göre, kişinin nefs düzeyine göre tecellileri anlama düzeyide farklı farklı olacaktır. Dolayısıyla Rabbı olan Allah’ı, alemlerinde Rabbı olan Allah’ı tanıması ve bilmeside farklı farklı mertebelerde olacaktır. Bu nedenle irfan yoluna çıkılmalıdır. Müminin miracı olan namaz, kişiyi irfan yolunada çıkarmakta ve irfan ile kılınan namazın değeride önem kazanmaktadır.
Kişi her nefis mertebesinde, Allah’tan nefsine olan ilhamla karşı karşıyadır. Allah kişiye yaptığı ilhamla hem kötülüklerini hemde iyiliklerini ilham etmekte, adeta o kişiye geleceğini planlayacak, nefs muhasebesi ve mücahedesi yapacak yolu göstermektedir. Bunu Rab isminin tecellisi yoluyla yapmaktadır.
Kişinin nefsine Rab ismi tecellisi kendi içinde bulunduğu durum yönüyle olmaktadır. Nefsi emmare ve levvame metebesinde nefs kötü ahlaklarla sıfatlandığı için, bu nefis mertebesindeki kişilerin, namazda fikrine düşen hatıralardan rahatsız olmadan namaza devam etmeleri çok önem taşır. Namazda akıllarına gelen bu düşünceleri namazdan sonra değerlendirip nefs muhasebesi yapılacak olursa, Allah’ın kişiye hangi yönlerde nasıl tecelli ettiği değerlendirilirse çok önemli bilgiler elde edilecektir. Nefs mücahedesi yoluylada kötü haller düzeltilmeye ve iyi hallerde geliştirilmeye çalışılmalıdır.
“Namaz kötülüklerden ve fuhşiyattan alıkoyar” (Ankebut/45) buyurularak namazda nefs tazkiyesinin gerçekleştiği, kötü ahlaklardan arındırıldığı vurgulanmaktadır. Bu suretle her namazda akla gelen düşünceler olumlu yönde değerlendirilirse, gelen İlhami bilgiler değerlendirilmiş olur. Şeytanın vesveseleri ve vehimlerden de kurtulmaya yoluna girilmiş olur. Bu suretle “irfan yolu” fiili olarakta hayata geçirilmiş olur.
Allah insana namazda zahiri ve batıni olarak ilham ile yardım eder. Kişinin nefs mertebesine göre. Bu nedenle “Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin” ayeti ile bize bu hususta yardım yollarını göstermiştir.
“Nefse onu tesviye edene, Nefse kötülüklerini ve iyiliklerini ilham edene” (Şems/78) ayeti bunu açıklar. Tasavvufta tevhid ve nefsi irfan yolu ile nefsi natıkayı ve mertebelerini kavrayıp, uygulamak önemlidir.
“Errahmanirrahim” lafzı ile Rab olan Allah ismi Zatıyla tevhid edilen kesrette-vahdet ve vahdette-kesret özelliklerini anlayan namazdaki birey Rab adı ile “Rahman” kanalıyla Allah ismi camisi altındaki tüm isim ve sıfatların alemlerdeki zuhuru ile vahdetin kesrete dönüştüğünü ve kesretin izafi bir çokluk olduğunu aslında tüm zuhurların Allah’ın Zatına dayandığını idrak eder ve tüm bu isimlerin ve sıfatların tecellisi altında varlığını sürdürdüğünü kavrar, şuuruna varır. “Rahim” tecellisi ile de tüm bu esmaların özellikle şehadet alemide ve şehadet alemine gelene kadar tüm taayyün ve tecelli mertebelerinde Allah’ın Zatına uluhiyetine ve vahidiyetine dayandığı idrakine varır. Alemlerdeki tüm fiillerin, efal alemi olan şehadet aleminde Allah’In Zatının sıfatlarının ve ilahi esmalarının zuhuru olduğunu kavrar. Bu isimler çoğalsada Zatının tek olduğunun ifadesidir. “la ilahe illallah Muhammeden Resulullah” zikrinin namazda yaşanıp, kavranmasıdır. Uluhiyeti Zatında değişik olmayıp, kesretin yani izafi çokluğun ilahi isim ve sıfatların çokluğundan, sonsuzluğundan kaynaklandığını idrak eder. Bu şekilde namazda daima tevhid ile kendi benliğinde, varlığında Allah’ı bularak kul olarak namaz ibadetini yerine getirir.
“Malikiyevmiddin” ile din gününün gerçek sahibinin, maliki ve melikinin Allah olduğu şuuruna varır. “Yevm” sözünün şu ana tekabül eden yüzü “AN” kavramıyla tüm zamanlarada şumullüdür. O, Allah ismi camisi olarak tüm isim ve sıfatların malikidir, tek sahibidir. Her an Zatı esma ve sıfatları ile tecelli etmekte ve bu tecellilerin karşılığı görülmektedir.
Fatiha’nın bu ayeti ile Allah ismi camisi ile her an tüm mertebelerdeki fiiller Allah’ın kontrolü altında olduğunu ve bu kontrol ve yönetimde kendisine düşen zat, isim ve sıfat tecellilerinin olduğunu namazda yaşar. Ancak bu tecelliler ile var olduğunu, Allah bu tecellilerini bir an çekse, ölümün mukadder olduğunun şuuruna varır. Kendi benliği ve varlığının devamının ancak Allah’ın daim tecellileri ile mümkün olduğunu kavrayarak bu ayetlede Allah’ı zatı ve ilahi isim ve sıfatları ile tek ve bir bütün olarak tevhid eder. Bu tevhidin ahiret alemi içinde geçerli olduğunu tüm bu zati, ismi ve sıfati tecellilerinin ahiret aleminde (cennet ve cehennem) şartlarına göre devam edeceğinin idrakine varır. Bu idrakle ahirete olan inancı kemal noktaya varır. Tüm yaşantısını “dini” emir ve yasaklara ve tevhid inancına göre düzenler. Tüm bu esma, sıfat tecellilerine hem dünyada hem ahirette hem kendisinin, hemde alemlerin ihtiyacı olduğunu anlar. Bu idrakle “iyyekenabudu ve iyyekenestain” der. Hem kendi varlığı, hem de alemlerin bu esma ve sıfatlar kanalıyla Allah’In Ahadiyeti Zatına iltica eder. Yalnız Allah’ın Zatına kulluk ettiklerini ve esma-i ve sıfati tecellilerle kulluk ettiklerini ve bu tecellilerin devamı için yalnız Allah’In Ahadiyeti Zatından yardım dileyerek bu tecelliler için Allah’ın yardımını istemiş olur. Hemde bizim kanalımızla tüm bizdeki isim ve sıfat tecellilerinin devamını niyaz etmiş olur.
Zira bu tecelliler olmasa ne benliğimiz, ne varlığımız nede kulluğumuz söz konusu olabilir. Ancak Allah’la, Allah’ın bu tecellilerini devam ettirerek varlığın devamı gerçekleşebilmektedir.
İşte namazdaki Allah’ın tecellileri altındaki kul, esma ve sıfat tecellilerinin altında var olduğunun idrakiyle ve Allah’ın zıt isimlere de sahip olduğunun bilinciyle Allah’tan ne şekilde tecelli yardımı istediğini yine Allah’ın Zatından talep etmektedir. “İhdinas sıratel müstekim” diyerek benliğinde ve alemlerdeki tecellilerin (hem esma hem sıfati) hidayet üzere ve sıratımmüstakim, Allah’ın Kur’anda tariflediği yol üzere olmasını talep eder. Sonraki iki ayetlede Kur’anı adeta özetleyip nimet verdiklerinin yoluna, gazaba ve dalalete düşmüşlerin yoluna değil diyerek, kendisinde, nefsinde ve alemlerdeki esma ve sıfat tecellilerinin Hakk yolda olmasını diler, talep eder. Bu duasıyla kendine ve alemlere rahmet olmaktadır.
Fatiha’nın ilk bölümü la ilahe illallah, 2. Bölümü Muhammeden Resulullah özelliklerini taşıdığından tevhidin yaşanmasıdır ve nefse talim ettirilmesidir.
Fatihanın ayetlerinin son harfleri “mim” ve “nun” dur. Mim, Hakikati Muhammediyi “nun” ise Nuru İlahiyi temsil etmektedir. Fatiha, Hakikati Muhammedi ve Nuru İlahiyeyi içinde bulunduran ve bunları birleyen Allah kelamıdır. Hakikati İlahiye ve Hakikati Muhammedi Fatihada özetlenmiştir. Uluhiyeti ve Rububiyeti açıklanmış olmaktadır.
Rububiyet bir açıdan şöyle açıklanır. Alemlerdeki her mevcudun, her bireyin “alem-mevcud-Hakk” ilişkisini sağlayan, bu irtibatı her an, her yerde sürdüren bir Rabb-ı hası vardır. Rabb-ı has Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Bu isim vasıtasıyla Allah her mevcudla devamlı irtibat halindedir. Allah bu isim kanalıyla uluhiyetini her mevcudda, her bireyde ilan eder. Onların üzerinde tasarrufta bulunur. Allah’ın isimleri Zatını temsil ettiğinden her şey Allah’ın bilgisinde ve gözetimindedir. Rabb-ı hasları birleştiren ise Allah ismidir. Allah ismi camisi ile bütün her şeyi birleştirip, ilahlığını ilan etmektedir. Bu ise tevhiddir. Allah ismi tüm ilahi isimleri bünyesinde bulundurur. Kur’an’da Zatını temsil ettiğinden tüm ilahi isimleri kendinde cem etmiştir. Zatı temsil eder. Allah ismi altındaki isimlerle ve sıfatlarla İlahi Zat, alemlerde tafsillenir ve temsil edilir. Alemlerdeki her mevcutta kendi nefs mertebelerinde Kur’andan işaretlerdir, kelimelerdir,ayetlerdir, surelerdir.
Allah insanı “kendi suretinde” ve “Rahman suretinde” halkettiğinden, halife insan sırrıyla Allah’ın tecellilerini yansıtan aynadır. Allah şöyle buyurmuştur: “Ben insanın sırrıyım, insanda Benim sırrımdır”. Her insan Allah’ın isim ve sıfatlarının açığa çıktığı zuhur mahallidir. Namaz’da Kur’an okurken bu vasıfları en üst düzeye çıkmaktadır. Zira namaz sırf Kur’andır. Allah alemlerde de Zatıyla, sıfatıyla ve isimleriyle tecelli halindedir. Alemlerdeki her mevcudda bu tecelliden kendi mertebesinde zuhur mahallidir. Bu nedenle alemler tafsili Kur’an, temsili Kur’an ve fiili Kur’andır. Tabi ki her mevcud kendi mertebesinde O’nu temsil edip, açığa çıkarır.
Hamd sırrı, tüm taayyün ve tecelli mertebelerinde Allah’ın ilahi kanunlarıyla zuhura çıktığını bilmektir. Hakkı tevhid eden, halk ve Hakkın ilişkisini bilmektir. Halkın Hakkın zahiri, Hakkın halkın batını olduğunu idrak etmektir. Fatiha bu sırrı en iyi açıklayan anahtardır. Alemlerde her tecellide Hakk’ın yüzünü görmektir. “Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (yüzü-zatı) oradadır” (Bakara/115) ayetini idrak etmektir. “O her an bir tecellidedir” (Rahman/29) ayetiyle de bu tecellilerin devamlı olduğunu alemlerden tecelli edenin Hakk ve Kur’an olduğunu kavramaktır. Bu nedenle hamd O’na aittir, O’nun içindir. Gerçek ve hakiki hamdı ancak Allah yapabilir. Her insan kendi mertebesinden hamdı yaşayabilir. Nefislerindeki hamd tecellisi oranında bu hamdı idrak edebilir. Bu nedenle Peygamber Efendimiz “Seni hakkıyla övemem, sen kendi nefsini övdüğün gibisin” buyurmuştur (lâ uhsi senaen aleyke ente kema esneyte ala nefsike)
Rahman tecellisi isimlerin ve sıfatların gerçek yüzleriyle zuhura çıkmasıdır. Rahim, esma ve sıfatların Zatı adına faaliyete geçmesidir. “Maliki yevmiddin” “din” olarak Kur’an ve Sünnet üzere hakkın bütün hükümlerini; “yevm” an hakikatiyle bu hükümleri her an yürürlükte olduğunu; “Malik” ise bütün bunun sahibinin ve tasarruf edicisinin Allah olduğunu ifade eder.
“İyyekenabudu” bu tecellilere hakkıyla riayet edileceğinin belirtilmesidir.
“İyyekenestaın” Allah’ın Samed sırrının zuhurudur. İlahi isimlerin ve sıfatların açığa çıkışı için İlahi Zata olan muhtaçlığını ifade etmektedir. İnsanın aczini ve fakrını bilmesidir.
İhdi; hidayet ile yol gösterici demektir. Yolun sonuna, miraca eriştirici anlamını taşır.
“Sıratım müstekim” Hak yolu, Kur’an yolu, senin nimet verdiklerinin yolu ve miraca ulaştırdığın kullarının yoludur. “Dallin” ise o kısımda yanlış ahlaklarda kalan, tevhidi inkar edip yaşayandır. “Mağdub” ise, kesrette (çoklukta) kalıp, Rabbını bilemeyenleri anlatmaktadır.
Fatiha, Hakikati Muhammedi sırrıyla zuhura çıkmaktadır. “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” sırrını açan anahtardır. Kur’an ve Muhammed ahlakını bize yansıtır. Efendimiz (sav): “Dinin temeli namaz, namazın temeli Fatihadır” buyurarak bu özellikleri vurgulamıştır. “İnsan ve Kur’an ikiz kardeştir” hadisi ışığında bakıldığında insanın özü ve sırrıda Fatihadır. İnsan-ı Kamil “Hz. Muhammed”, irsal ettiği “Kur’an” ve bunların sahibi “Allah” tır. “Muhammeden Resulullah” tevhidinde bu üçlü bir araya getirilmiştir. Bu nedenle namaz hakikatiyle “Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah” tevhidinin yaşanmasıdır.
Fususul Hikem’de insan-ı kamil şöyle tarif edilmiştir: “İnsan-ı Kamil sureti ilahiye üzere mahluktur. Sureti ruhiyye ve cismaniyesinin cümlesi “Allah ismi camisinin gölgesidir”.
Bu nedenle insan-Kur’an namazda buluşmakta Allah’ın halifesi olunmaktadır.