- Ya Gavs-ı Azam; Dedi Allah…
- Lebbeyk Rabbi Gavs, dedim
- Nasut ie Melekut arasındaki her tavır şeriat; Melekut ie Ceberut arasındaki her tavır tarikat; Ceberut ile Lahut arasındaki her tavırda hakikattir.
Nasut alemi içinde bulunduğumuz Şehadet Alemidir. Hakk’ın “zahir hüviyeti” ile görünmesidir. Her mevcud kendi nefs mertebesinden “zahir” olmuştur. Mevcudattaki her şey bir mertebenin temsilcisidir. Mertebeler arası ilişkileri düzenleyen ise “şeriat” hükümleridir. İlahi kanunlardır. İnsan-Allah, Allah-mevcud, insan-mevcut-alem ilişkilerini düzenleyen hükümler ve ilahi kanunlar “şeriat” mertebesidir. Bu Kur’an ve Sünnet ile sınırları çizilen bir bütündür. Zahirdeki ilişkileri kanunlar insanda ve alemdeki her mevcudda fiiller ile zuhura çıkar. “Şeriat sözlerimdir, tarikat fiillerimdir” buyuran Resul bu mertebeleri ifade etmiştir. Şehadet (Nasut) Aleminin batını Melekut Alemidir. Melekut alemi efal-i ilahiye (ilahi fiillerin, esma-i nuru ilahiye ile açığa çıkmasından ibarettir. Meleklerde efal-i ilahiyeyi açığa çıkaran kuvvetlerdir. Fiillerin batınında “ilahi isimler” mevcuttur. Bu mertebe metinde “tarikat” olarak ifade edilmiştir. Nefsi natıka ilahi isimlerin tecelli mahallidir. Bu nedenle “tarikat mertebesi” Rububiyet’in zahir olduğu mertebedir. İlahi kanunların batınında Allah’ın isimleri ile görünmesi (zuhuru) vardır. İlahi isimler (esma-i ilahiye) kendi gerçek hüviyetleri ile açığa çıktıklarında, nefste nur olurlar ve Rablık hakikatini insanda fiiliyata geçirirler. Şeriat ise bu mertebede “İsimler arası ilişkilerin düzenlenmesi” şeklindedir. İnsan isim ve sıfatların tecelli mahalli olduğundan, nefsine olan isim tecellileri ile Hakk’ın terbiyesi altına girmiş olur. İlahi kanunların, ilahi isimler kanalıyla nefste talimdir tarikat mertebesi.
Ceberut alemi başladığında artık “ilahi sıfatlar” söz konusudur. “Ruh sıfatı sübutiyenin mazharıdır”. Bu nedenle nefs sıfat mertebesinde “ruh” vasfı kazanır. Bu subuti sıfatlar mertebesinden “Ruhul Kudüs” ve Zati Sıfatlar mertebesinde “Ruhul Azam” adını alır. “Adem’e ruhumdan nefhettim” (Hicr/29) ayeti bu mertebeyi anlatır. İnsanın nefsi natıkasının aslına kavuşmasıdır. Rahmaniyet mertebesidir. “Rahman. Kur’an-ı talim etti. İnsanı halketti. Beyanı öğretti” (Rahman/1-4) ayetleri bu mertebeyi ifade eder.
İnsan nefsi natıkasında bu sıfatları gerçek hüviyetleri ile taşıyorsa, bu mertebenin hakkını vermiş demektir. “Cemi esma ve sıfatı Cami Zat” olan Kur’an bu mertebede tafsil olur. Tarikat ve hakikat fiiliyata geçer. Nefse irfan başladığından marifet mertebesidir. “Marifet tavırlarımdır” buyuran resul, söz ve fiillerinde o irfan ile hareket etmeyi bizlere öğütlemektedir.
Lahut Alemi sırf Zat alemidir. Ahadiyeti Zat mertebesi olup Hakk’ın en batın ve evvel mertebesidir. Zat noktasından zuhurla alemlere sıfat ve isimleri ile yansır. İnsanın nefsi natıkasında Zati, sübuti sıfatların mazharı ve ilahi isimlerin taşıyıcısı olduğundan “Zat-i tecelli hüviyeti” nin tecelli mahallidir. Tecelli-i Zat aynı zamanda tecelli-i sıfat ve tecelli-i esmayı bünyesinde taşıdığından kaynaktır. Hakk, tecellileri ile bilinir. Marifet-i Zat, Zatı tecelli ile, Marifet-i Sıfat, Sıfat tecellileri ile, Marifet-i Esma ise isim tecellileri ile bilinir. Ancak “Zatın Mahiyeti” bilinemez. İşte bu mertebe itibariyle “Hz. Resul “Allah Zatı hakkında tefekkür etmeyiniz” buyurmuşlardır. Zati, sıfatı ve esmai tecellileri ile nefste insanda buluşan “hüviyet tecellisi” ile insan Hakk hakkında marifet sahibi olur. “Allah Ademi kendi suretinde yarattı” hadisi tüm bu tecellilere mazhar olan “insan”ı ifade etmektedir. “Hakikat sırlarımdır” buyuran Resul Hakk’tan bu tecelliler ile alınan irfanı kastetmektedir. Allah’tan direkt Zatı tecelli ile alınan irfan ise Marifet-i billah olarak ifade edilir. Sahibine de arifibillah denilir. Arifibillah nefsi hüviyetinde şeriat, tarikat, marifet ve hakikat mertebelerini bütünleyendir. İnsan alemleri ve anlatılan tüm mertebeleri varlığında ve hüviyetinde barındırandır. Nefs bu hakikatleri taşıyan merkezdir. Bu nedenle “Nefsine arif olan Rabbine arif olur” buyurulmuştur. Böyle bir nefs hakikatleri taşıdığından “Kalpler sırların kabirleridir” buyurulmuştur. Efendimizde insanın bu mertebeleri varlığında cem etmesini şu hadisiyle belirtmiştir. “Şeriat sözlerim, tarikat fiillerim, marifet tavırlarım, hakikat sırlarımdır”. Bu nedenle şeriat-ı Muhammedi bu dört mertebeyi bünyesinde bulundurur. Bunlardan bazılarının eksik olması Marifet-i Billah sırrına erişilmediğinin işaretidir.
İnsan tüm bu tecellileri ve mertebeleri varlığında taşıyabildiğinden “halife” olmuştur. “İnsan Benim sırrımdır, Ben insanın sırrıyım” kudsi hadisi bu mertebelerde tecellileri yaşayan insanı ifade etmektedir. Hakikat-i Muhammedi ve Nuru Muhammedi bu mertebelerin taşınması demektir. Nefsi natıka bu nedenle armağan edilmiş ve Allah’ın Nuru ve Kur’an’ın sırrı onda dürülmüştür. Şeriat, tarikat ve hakikat irfan ile yaşanılarak ve hepsi faaliyete geçerek Allah, ilahi hüviyetini insanda zuhura getirerek, insanı “halife” tayin etmiştir. “Halife insan” bu mertebeleri cem eden marifet-i billah sahibidir. İnsana emanet edilen sırda budur. İnsan bu sırla, alemlere rahmet olur. Bu mertebelerin ve tecellilerin hakikatlari ve sırları yaşanmadan “kamil insan” ve “kamil iman” sahibi olunamaz. Allah’da insanı marifetullah için yarattığını açıkça ifade etmektedir.