İnsanın iki hali vardır: Birincisi uyku, diğeri uyanıklık durumudur. Her iki halde de Allah, kişi adına eşyayı idrak etmesini sağlayan bir idrak yaratmıştır. Uyanıkken bu idrak “duyu” diye isimlendirilirken uykuda “hiss-i müşterek” diye isimlendirilir. İnsanın uyanıkken gördüğü her şey “görme” diye isimlendirilirken uykuda gördükleri rüyadır. Uykuda idrak ettikleri ise, hayal gücünün uyanıkken duyulardan zabt ettikleri şeylerdir. Bu ise iki türlüdür. Birincisi suretini duyuda idrak ettiği tarzda iken, diğeri suretinin parçalarını duyuyla idrak ettiği şeylerdir. Uyanıkken dışta idrak edilemeyen şey, uykuda da idrak edilemez. Asıl olan duyudur ve uyanıkken ve hayaldeki idrak, duyuya tabidir. Bazen idrak insanların bir kısmında güçlenir ve yakaza halinde uykuda idrak ettikleri şeyi idrak ederler. Bu ise enderdir ve yol ehlinden nebi ve velilere aittir. Bu nedenle haber vermek uyku veya uyanıklıktan ibaret bu iki halden birisinde Allah’ın dilediği kullarına hitabı veya sözüdür. Bu ilahi hitap üç türdür: Birincisi vahiy diye isimlendilir. Diğerinde O’nun kelamı perde ardından duyulur. Diğer bir tür ise elçi vasıtasıyla gerçekleşir. Melek veya insan olan elçi Allah’ın izniyle dilediğini elçi olarak göndeirlidği kimseye vahyederki bu vahyedilen Allah’ın kelamıdır.
Çünkü peygamber Allah’ın sözünü dile getirmektedir. Allah “Kimse vahiy veya perde ardından veya elçi olmaksızın Allah ile konuşamaz” (Şua/51) buyurur. Vahyin başlangıcı doğru rüyadır ve o uykuda olabilir. Hz. Aişe (ra) şöyle der: “Peygambere gelen ilk vahiy, sadık rüya idi”. Peygamberin görüdğü rüya sabah aydınlığı gibi çıkardı. Bunun nedeni O’nun doğru sözlü olmasıydı. Çünkü Peygamber “Rüyası en doğru olanınız, sözü en doğru olanınızdır” buyurur. O beşeri şeylerle konuşmaz ve şöyle açıklanır: “O hevasından konuşmaz konuştuğu vahy iledir” (Necm/3-4). Vahiy, his ile değil rüya ile başlamıştır. Çünkü akledilir manalar, histen çok hayale yakındır. Duyu daha yakın üç iken mana daha üstün uçtur ve daha latiftir. Hayal ise bunların arasındadır. Vahiy bir manadır. Mana duyuya inmek istediğinde, duyuya ulaşmadan önce hayal mertebesini geçmelidir. Hayal, kendinle gerçekleşen her şeyin duyulur surette suretlenmesini gerektirir ve bu kaçınılmazdır. İlahi vahiy uyku esnasında gelirse “rüya” diye isimlendirilirken, uyanıkken gelirse “tahayyül” diye isimlendirilir. Bu nedenle vahiy hayal ile başlamış, sonra dıştan gelen meleğe doğru intikal etmiş, melek peygambere duyuyla algılanan bir adam ve ya şahıs şeklinde suretlenmiştir. Kur’anda “Basiret üzere ben ve bana uyanlar Allah’a çağırınız” (Yusuf/108) denilir. O’nun varisi veliler rüya ve yakaza ile bu hakikatleri şeriat dahilinde “hayal ilmi” olarak yaşarlar.
Hz. Peygamber’in şöyle dediği sabittir: “Risalet ve nebilik kesilmiştir. Benden sonra resul ve nebi yoktur”. Bu ifade insanlara ağır gelmiş sonra peygamber şöyle demiştir: “Fakat müjdeli rüyalar (mübeşşirat) vardır”. Sahabe mübeşşirat nedir diye sorunca Hz. Peygamber “Müslümanın rüyasıdır, rüya nebiliğin bir parçasıdır” diye cevap vermiştir.
Rüya üç türdür: Bir kısmı müjdeli rüyalardır. Bu belirtilenler bu gruptur. İkincisi ise, kişinin uyanıkken yapıp hayaline nakış olan iç konuşmalardır. Uyuduğunda hiss-i müşterek ile onları idrak eder. Çünkü onu uyanıkken tasavvur etmiş ve hayalinde resmedilmiş halde kalmıştır. Uyuduğunda ve duyular hayal hazinesine yöneldiklerinde onu görürler. Üçüncü rüya türü ise şeytandandır.
Hz. Peygamber şöyle der: “Kıyamet yaklaşınca müminin rüyası yalan çıkmaz. Müminlerin içinde rüyası en doğru olanı,sözü en doğru kişidir. Müslümanın rüyası, nebiliğin kırk altıda birlik parçasıdır. Rüya üçe ayrılır. Salih rüya Allah’tan müjdedir. İkincisi şeytanın üzmesinden ibarettir. Üçüncüsü ise insanın iç konuşması şeklindeki rüyadır. Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görünce, kalksın nafile kılsın ve rüyasını kimseye anlatmasın”
Bir insan rüya gördüğünde, gördüğünün gerektiği duruma göre, rüyada iyilik ve kötülükten payı vardır. Rüya bu nedenle ehil bir tabirciye yorumlatılmalıdır.
Allah amellerden ruhani, bedenli ve berzahi melek suretleri yaratır. Her suret ise “ilmi mana” taşır. Bu suretler ilmi ilahiden yansıyanlar olduğu için tabir eden “nuru ilahi” ve “ilmi ilahi” konusunda ehil olmalıdır. Zira suretlerle görülen rüya, tabir edildiği gibi çıkar. Tabir edildiğinde suret mana kazanır ve o manada zuhur etmesi beklenir. Bu nedenle tabir edenin ehil olması gereklidir. Suret ile zuhur eden Hakk’tır ve Salih rüyada O ilmini, kişinin ilmi hakikatine göre resmetmektedir. Bu nedenle tabir edenin marifetullah ile ilişkisi şarttır. Yoksa tabir eden zanna uyar ve rüya asli üzere tabir edilmemiş olur. Salih rüya “batın” dan “zahire” ilmin yönelmesidir. Kişinin ilmi hakikatinin (batın) suretlenerek misal aleminde zuhura (zahir) çıkmasıdır. Doğru tabir edildiğinde şehadet aleminde de aynen vuku bulması umulur. Kısacası insandan zuhur eden O’dur. Bu nedenle Salih rüya Allah’tan müjdedir. “Onlar Allah’ın apaçık hak olduğunu bilir” (Nur/25) ayetinde rüya tabir edenlerin Hakk üzere olmaları gerektiği belirtilir. Zira “Allah gökleri, yeri ve onların arasındakileri “hak” ile yarattı” (Rum/8) buyurmuş, suretlerinde Hakkın zuhuru olduğu ifade edilmiştir. Rüya makamı Hakk ile ilişkili olduğundan, tabirde Hakk ile ilişkilendirilmelidir. Zira rüya Allah’tan müjdedir.