Marifet ilahi bir niteliktir. Marifet ehli (arifibillah) Allah’ın niteliklerine bürünendir. Bu da “Ben Adem’i kendi suretimde yarattım” kudsi hadisindeki niteliklerdir. Marifet bir kanıttır. “Ben insanın sırrıyım, insanda benim sırrımdır” kudsi hadisinin yakinen ve irfanla yaşanmasıdır. Böyle bir ilim ise keşften doğar. Teorik bilgi ile gelişen bir şey değildir. İnsan eşyayı zatıyla bilmediği sürece ve eşyanın hakikatine ulaşmadığı sürece bu bilgi o kimse adına gerçekleşmez. Eşyayı zatıyla bilmek ve hakikatine ulaşmak ancak marifetullah hakikati ile gerçekeleşebilir. Bu “Allah ile” Allah’ı bilmektir. Bu nedenle Allah’ın dışındaki şeylerde bir şeyi (eşyayı) bilmek ancak Allah’ın gösterdiği yolu izlemekle mümkündür. Bu nedenle Allah’ı bilmede O’nu taklit etmemiz gereklidir. Çünkü insan bir şeyi Allah’ın verdiği güçlerden biri (isim ve sıfatlarla) bilebilir. Marifetin bu yolla gerçekleşmesi için Allah insanı kendi suretinde yaratmış ve kendi vasıflarıyla donanma şansını ona vermiştir. Bunlar duyu ve akıl yoluyla gerçekleştiğinde sınırldıır. Ancak Allah’ın isim ve sıfatları kişide zuhur ederse marifet gerçek anlamda gerçekleşebilir.
Bu nedenle akıllı insan Allah’ı bilmek istediğinde (marifetullah, kitaplarında ve peygamberlerinin dilinde Kendisinden bildirdi haberlerde Allah’ı taklit etmelidir. Bu ise Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma (sıbgatullah) ile mümkün olur. Eşyayı öğrenmek istediğinde ise, güçleriyle O’nu hakkıyla öğrenemez. O zaman ibadetlerini çoğaltmalıdır. Ta ki Hakk onun “duyması, görmesi, konuşması, kısaca bütün güçleri” haline gelinceye kadar. Böylece eşyayı Hakk gözüyle görür, duyar, Hakk ile Hakk’ça eşya hakkında bilgi sahibi olur. Bu ise marifetin hakikatidir. Bu durumda insan bütün işleri “Allah ile” (billahi sırrı) bilir, Allah’ı da Allah vasıtasıyla bilir. Bu nedenle Ehlullah “Allah’ı Allah görür” buyurmuşlardır. Allah’ı Allah ile ve bütün işleri O’nunla bildiğinde, bu konuda bir bilgisizlik veya kuşku veya tereddüt ortaya çıkmaz. Öyleyse insan Allah’ın (kendini ve eşyayı) bildiği bir şeyle bildiğinde “arif” adını alır. Çünkü bu durumda bileni (HAKK’ı) taklit etmişsindir. “O (İlahi hüviyetiyle) her şeyi bilicidir” (Hadid/3) ayetinden hissesini alan arif, O’nunla olur. Bu ilahi hüviyetiyle zuhurdur. “Nerede olursanız O (İlahi hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti genelden, arif için özel bir hale dönmüştür. Arif bu hali yakinen yaşayıp bilerek “özel” konu zuhur etmiştir. İlahi hüviyet tecelli ile arifte zuhur etmiştir. Bu ise O’nu O’nunla bilmektir. Allah’tan başka birini taklit eden hiç kuşkusuz, hataya açık birini taklit etmiştir. Hakk, Peygamberine ve alimlere itaat edilmesini buyurarak, Kendini taklit etmemizde bize yol göstermiştir. İşte arifibillah’ta Peygamber varisi olduğundan, Allah’ı taklit etmede vesiledir. Taklit, Hakk kişinin “bütün güçleri” olana kadar devam eder. Ondan sonra Hakk zuhurdadır. Efendimiz bu hakikati “Beni gören Hakk’ı görür” buyurarak açmıştır. Allah’ta “Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) buyurarak Peygamberinin “bütün güçleri” olduğunu ilan etmiştir. Hakk bütün güçlerimiz olup, bu esnada eşya Allah vasıtasıyla öğrenildiğinde duyu güçlerindeki ve akıldaki isabet hatadan ayrışır. Bu nedenle insan Allah’ın kendisine verdiği emirlerle meşgul olmalıdır. Bunlar insana emrettiği itaatler, kalbine gelen şeylerde kalbini gözetlemek, nefs muhasebesi yapmak, Allah’tan utanmak, O’nun sınırlarında durmak, nefsini O’na tahsis edip mertebesini tercih etmek gibi ibadetlerdir.
Bu yolda O’nun ahlakı ile ahlaklanılır. O’nun isim ve sıfatları gerçek yüzleri ile insandan tecelli eder. İsim ve sıfatlarla insan tahakkuk etmiş olur. Bu da “ilahi suret” üzere yaratılma hakikatidir. Bu da marifetullahın hem sebebi hem sonucudur. Rabbını taklit ederek, nefsindeki tecellileri Hakk’a uydurmuş olur. O insanda bunedenle “Hakk suretinde” zuhur eder. Bu ancak “Nefsine arif olup Rabbine arif olma sırrı” na erişmekle mümkün olur. Zira nefs, Rabbın tecelli mahallidir. Nefsi bilerek Rabbe ve Hakk surete ulaşılabilir. Ancak marifetullah bu irfandan sonra insanda ortaya çıkar. Bu zamanda “arif” olursun. Amaçlanan marifet ve doğru bilgi bu yolla açığa çıkar. “Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz ki onlara onun Hakk olduğu görünür” (Fussilet/53) ayeti yakin olarak Allah’ı bilme yolunun yine O’ndan ve nefsindeki O’nun tecellilerinden geçtiğini açıkça bildirmektedir. Hz. Peygamber “Nefsini bilen Rabbini bilir” buyururken nefsi öne almış ve marifetullah yolunu tüm ümmetine bu kanalla açmıştır.