Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

H.M.S. 50. İlahi Sır Ve Mertebeleri

50. İLAHİ SIR VE MERTEBELERİ

Tasavvufta sır üç mertebede ele alınır: Bilginin sırrı, halin sırrı ve hakikatin sırrı. Bilginin (ilmi ilahi) sırrı, diğer isimleri değil “Allah” ismini bilenlerin hakikatidir. Allah ismini bilmenin sırrı, kendisine aidiyeti yönünden bir hakikatin hükmüyle zıtları birleştirmektir. Aynı şey, kendisine nispet edilen zıddı bulunan her şey için geçerlidir. Bu sır, ancak içinde onu bulanın ve kendisiyle nitelenenin anlayabileceği bir sırdır. Bu neden Allah, zıtlara göre hüküm vermeyi bilginin sırrı yapmıştır. Çünkü bilgi, delilden meydana gelen bütün bilgilerdir. Çünkü bilgi anlamındaki ilim, alamet kelimesinden türetilmiştir. Bu nedenle eşyayı bilmek Allah’a izafe edilmiştir. Çünkü Allah kendisini bilmiş, böyleliklede alemi bilmiştir. Çünkü Allah kendisini bilmiş, böyleliklede alemi bilmiştir. Öyleyse Allah alemin varlığına delil ve alamettir. Bu durum Hz. Peygamber’in “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinde dile getirilmiştir. Böylelikle Peygamber, senin O’na bir delilin olduğunu belirtmiş ve bu sayede O’nu bilebilirsin. Aynı şekilde O’nun Zatı, O’nun senin hakkındaki delilidir. Böylece Allah seni bilmiş ve bu sayede seni yaratmıştır. Senin ayan-ı sabiten (ilmi hakikatin) O’nun malumudur. Bu husus, sadece Allah’ı bilenlerin (arifibillah) anlayabileceği ilmin bir gizli sırrıdır.

Hakk kulun gözü, kulağı ve bilgisi (kuvvetleri) olunca, Hakk’ı O’nunla bilirsin. Hakkı kendisine delil ve alamet yaparsın. İşte bu da “hal sırrı” dır. Hz. İsa, topraktan inşa ettiği surete bu sırdan üflemiş, o da kuş olmuştur. Hz. İbrahim’in kuşları çağırması bu bilgi (ilim) sırıyla gerçekleşmiş, onlarda koşarak gelmişlerdi. Çünkü “Benim iznimle” (Maide/110) sözünde amil olan şey, “üfler” sözüdür. Öyleyse o, hal sırrıdır. Kelimede amil “olur” (Maide/110) sayılırsa, bu “ilim sırrı” dır. Bunu ancak sahibi bilebilir ki o da İsa’dır. İlim (bilgi) sırrı, hal sırrından yetkindir. Çünkü ilim sırrı Allah’a aittir ve İbrahim’de ortaya çıkan oydu. Çünkü Hz. İbrahim, kuşları çağırmaya bir şey eklememiş, söz gelişi üfleme eklememiştir. Öyleyse O’nun sözü “Bir şeyi irade ettiğimizde ona sözümüz ol olur, o da olur” (Nahl/40) idi. Hal sırrı ancak yaratıkların niteliklerinden olabilir. Öyleyse bilgi-ilim sırrı daha tam ve hükmü daha yaygındır. Bununla beraber hal, ilmin bildiklerinden bir şube ve ilmin kapsamı altında bulunanlardandır. Öyleyse üstünlük ilme aittir.

Hakikat sırrı ise bilginin bilenin zatına ilave bir durum olmadığını bilmekten ibarettir. O eşyayı Zatıyla (yoksa zatından farklı veya ona ilave bir bilgiyle değil) bilir.

O halde hakikat sırrı, hakikati (veya Zatın) ve hükmün farklı olduğunu verir. Hal sırrı ise karıştırır ve hal sırrıyla konuşan kimse “Ben Allah’ım (Eneallah)”, “Kendimi tenzih ederim (Sübhani), “Ben istediğimim, istediğimde bendir” der. Bilgi-ilim sırrı ise bilen ile bilgi ile bileni ayırt eder. Böylece bilginin-ilmin sırrıyla bilirsinki, Hakk senin duyman, görmen, elin ve ayağındır. Bununla birlikte onların her biri işlevini yerine getirir ve eksiktir. Anlarsın ki Sen O’nun aynı değilsin. Tecelli mahallisin. Hal sırrıyla ise Hakk hal yönünden senin duyman – aynı zamanda bütün güçlerin – olmuşsa, duyman alemdeki tüm duyulanlara işler. Hakikat sırrıyla ise var olanların ancak Allah’a ait olduğunu ve halin bir etkisinin olmadığını öğrenirsin. Hakikat böyle bir şeyi kabul etmez. Çünkü sebep, kendisi var olsa bile (varlığı kendine bağlı olmayan bir şey anlamında) haldir, dolayısıyla etkisi sabit değildir. Zira o halde Hakk ile kaimdir. İlim sırrı bunu gerektirir. Buradan hakikat sırrı çözülür. Hakikatin öyle bir gözü vardırki, hal ve bilgi gözüyle onun gördükleri görülmezken, onunla hal ve bilgi gözüyle görülenler görülürken, hal gözü onun gördüklerini göremez. 

Öyleyse hal gözü, her zaman bilgi ve hakikat gözünün derecesinden eksiktir. Bu nedenle de haller “sübut” özelliği kazanamaz. Çünkü bilgi-ilim onları ortadan kaldırırken hakikat ise kabul etmez. Öyleyse haller, yokluk ve varlık ile nitelenmeksizin, bir varlığa ait niteliklerdir. Öyleyse halden hareket edildiğinde alemde karışıklık meydana gelirken, bilgi ile ve aynı zamanda hakikat ile söz konusu karıştırma ortadan kalkar. İşte bu hal bilgi-ilim ve hakikat sırrıdır. İşte sufi taifesine göre “sır” denilen şey budur. Böylece alemde herhangi bir şey sabit olup hükmü ortaya çıktığında, onun sırrı, manasıdır. Söz konusu mana her kim için ortaya çıkarsa, onun nezdinde bu sübut ortadan kalkar. O kişi, bu hal ortaya çıkmazdan önce, o şey hakkında böyle hüküm vermiştir. Buna göre Rububiyetin sırrı, Rab ile merbub ile arasındaki nispetler ve niteliklerdir bu nitelikler ile Rab tecellisi içinde, aleme Rab olarak yansır. “Rablığın bir sırrı vardır ki ortaya çıksaydı, bilgi geçersiz olurdu” sözü bu hakikati ifade eder. Bilginin bir sırrı vardır ki ortaya çıksaydı nebiliğin hakikati açılırdı. Nebiliğin bir sırrı vardırki, ortaya çıksaydı, hükümlerin hakikati zuhur ederdi. Hakkın bir sırrı vardırki ortaya çıksaydı “ihtiras-resul” hakikati zuhur ederdi. Gerçeğin kendiğiliğindeki durumu ise değişmez. Bütün bu hususların sırların kendisine göründüğü ve Hakk’ın bildiği şekilde onları bilip, Hakk gözü ile bilen kimse “ilahi temekkün” ile güçlerin güçlüsüdür.


önceki sayfa               sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi23
Bugün Toplam462
Toplam Ziyaret888254
Hava Durumu
Saat
Takvim