Rıza ilahi bir niteliktir. Allah’a izafe edilmiş her ilahi nitelik ise vergi veya kesb ile nitelenmez. Öyleyse kendisini yaratıklarla ilişkilendirdiğimizde rıza, Hakk’a ait olandan farklı bir anlam kazanır. Bu durumda rıza yaratıklara göre kul adına gerçekleşip sabit olursa makam, yok olursa, geçici ise haldir. Rıza gerçekte her iki niteliğide kabul eder. Rıza bazı insanlar için hal, bazıları için makamdır. Her ilahi nitelik böyle ele alınır. O halde ilahi nitelikler yaratıklara nispet edildiklerinde inançların yerini alırlar. Allah her inancı kabul ettiği ve her inanç O’nun hakkında doğru olduğu gibi, ilahi niteliklerde yaratılmışlara nispet edildiklerinde makamların ve hallerin niteliklerini kazanırlar. Bu ve benzeri niteliklerin açıklaması böyledir. Allah kendini razı olmak özelliğiyle nitelemiştir. “Onlar Allah’dan razı, Allah’ta onlardan razı olarak” (Fecr/27-28). Bu, kulun kendinden Allah’a verdiği şeydir. Allah ondan razı olmuş, kulda- bütün gücünü vermemiş olsa bile- Allah’tan razı olmuştur. Sonuçta bir güçlüğe düşmesine yol açacak şekilde bütün gücünü harcarsa, onu güçlük ve meşakkatle vermiş sayılır. Allah ise dininde kullarından güçlüğü kaldırmıştır. Buradan “Gücünüz yettiğince Allah’tan korkun” (Tegabün/16) ve “Allah insanı gücü ölçüsünde yükümlü tutar” (Bakara/286) gibi ayetlerde dile getirilen güç yetirmenin tanımının güçlüğün ilk derecesi olduğu anlaşılır. Kul bunu hissederse veya hissetmezden önce farkına varırsa, bu, dince emredilmiş “güç geliştirme” nin sınırıdır. Böyle kul “Gücünüz ölçüsünde Allah’tan korkun” (Tegabün/16) ayetiyle “Allah dinde sizin için bir güçlük yaratmadı” (Hacc/78) ayetini “Allah’ın dini kolaydır” hadisiyle “Allah size kolaylık diler” (Bakara/185) ayetini “gücünüz ölçüsünde (Allah’tan korkun)” (Tegabün/16) ayetinde bir araya getirir. Bu “takvanın hakkı” olarak ve “rıza” makamından yüz gösterir. “Güç yetirme” ruhsat olmuştur. Böylelikle Allah, yükümlü tuttuğu şeyi herhangi bir güçlük çekmezden gücün ölçüsünde yerine getirdiğinde senden “razı” olur. Sende dünyada sana verdikleriyle “Allah’tan razı” olduğun gibi bu konuda da O’ndan razı olursun. Bu nedenle dünya halleri “Allah’a itaat” olarak zuhur ederse, rıza makamı gerçekleşir.
Hakk’ın dünya ve ahirette sana verdiği her iyilik ve nimet, Allah’ın nezdindekine göre pek azdır. Allah’ın nezdindeki şeyler sonsuzdur. Senin için gerçekleşen şey ise, varlıkta gerçekleşmesi bakımından sonludur. Sonlunun sonsuza nispeti ise azın azıdır. Bu nedenle Allah amelin azı hakkında “Allah onlardan razı olmuş” (Maide/119) demiş, sevabın azı hakkında “Onlarda Allah’tan razı olmuştur” (Maide/119) demiştir. Hadiste de “İbadetin hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” buyurularak bu konuya ışık tutulmuştur. Çünkü sonsuz olan şeyin elde edilmesi ancak Allah’a bağlıdır, insan için mümkün değildir. Hakk lütfederse ve razı olursa gerçekleşebilir. Bu nedenle rıza azda olsa devamlılık ile yakından ilişkilidir. “Güç yetirme” bu konuda anahtardır. Bu ise mevcut ile “istidat” oranında razı olmaktır. “İstidat” nuru kabuldür. Allah’ın verdiklerine rıza bununla ilgilidir. Böylelikle Allah’tan ve Allah’ta az ile razı olunur. Kişinin “istidatı” ise “güç yetirme” ile yakından ilişkilidir. Hakk istidatı ilmi hakikatler de (ayan-ısabite) belirlemiş ve istidatların şehadet aleminde açığa çıkarılmasını arzu etmiştir. İstidatlar farklı olduğu gibi, herkesin “güç yetirmesi” ve”az” kavramı değişkenlik arzeder. Kişi seyr-i süluk ile istidatını keşfedebilir ve nelere güç yetirebileceğini Hakk ona bildirir. Bu faydalı, kolay ve istenilen yoldur. Zira her insan elestte “Evet Rabbımızsın” sözünü vererek istidatlarını almışlar, mümin vasfıyla şehadet aleminde yerlerini almışlardır. Elestte razı olduklarından dünyada da “razı” olmaları istenmiştir.
Allah’ın önce kullarından razı olduğunu zikretmesi bu hakikat ile yakından ilgilidir. Allah’ın rızası kendilerini yükümlü tuttuğu amellerden güç yetirilebilenleri kabul etmesidir. Bunun karşılığında gerçekleşen sevaptan kullar razıdır. Çünkü onlar Allah’ın nezdinde kendilerine ulaşandan fazlasının bulunduğunu bilir. Allah kullarına her an ve her halde sürekli ve kesintisiz ulaşır. Zira O kullarını bilendir ve gözetleyendir. “Nerede olursanız O sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayetiyle bu hakikati belirtmiştir. Kulun her an ve her halini kesintisiz olarak bilendir. İyi yada kötü amelin karşılığı cennet ve cehennemliklerde bir sona erdiğinde, karşılıkları mutlularda ibadet, cehennemliklerde zorunlu kulluk karşılığı olarak gerçekleşir. Bu ise hiçbir zaman kesilmeyen karşılıktır. İşte bu rahmetin genişliğinin ve kapsayıcılığının onlara verdiğidir. Çünkü Rablık iddiasında bulunsalar bile günahkarlar zorunlu kulluklarını görmekten ayrılamazlar. Onlar içinde bulundukları kendileri en iyi bilen olduklarından ve “Evet Rabbımızsın” sözünü şehadet aleminde yürürlüğe sokamadıklarndan bedbahtlığa düştüklerini bilirler. Bunun nedeni şirktir. Allah’ta şirkten razı değildir. “Şirk en büyük zulümdür” (Lokman/13) ayetiyle kul, nefsinde dolayısıyla Allah’a zulum sıfatıyla nitelenmiştir.