Allah bize “Rahman” ismiyle ihsanda bulunarak, ilahi ilimdeki varlığımızdan, şehadet alemideki varlığımıza döndürerek iyilik ile muamele etmiştir. bu nedenle Allah bize varlık (vücud) nimetini ihsan etmiş ve “Daha önce anılır bir şey değil iken insanı yarattığımızı bilmez mi?” (Meryem/67) buyurdu. Öyleyse bu bize Allah’tan herhangi bir talep olmaksızın ulaşan rahmettir. Bu nedenle kudsi hadiste “Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir” denilir. “Allah’tan sakının” (Tevbe/119) sözüne baktığımızda, bunun sakındığımız her işte O’nu siper edinin ve rahmetime sığının demek olduğu anlaşılır. “Allah” ismi camisi bütün isimleri kendinde toplar. Allah, isimleri ile hükmünü alemde yürütür. Öyleyse bir isimden sakınmak ve onu siper edinmek gerekir. Alemin ilgili olduğu ilahi isimlerden her birisinden ve her birisiyle sakınılabilir. Bu ise “lütuf” isimlerinin ayrılışından korkmak ya da “kahır” isimlerinden birinin insana ulaşmasından korkmaktır. Bu nedenle Efendimiz “Allahümme euzu bike minke” “Allah’ım Senden Sana sığınırım” derken Allah’ın bir isminden diğer ismine dönerek ve hepsinin sahibinin “Allah” olduğunu bilerek, bize öğretmek amacıyla, sakınmanın en güzeliyle Allah’a sığınmıştır.
Allah’ın isimlerinin hükmünden sakınıldığı gibi, isimlerinden de ancak O’nun vasıtasıyla sakınmak mümkündür. Herpsini toplayan isim ise “Allah” ismidir. Özel ilahi isimlerle Allah’ı zikretmek ve ayrıca Allah ismini zikretmenin sırrı bu bilgide gizlidir. “Allah” zıt anlamlı isimlerin toplamıdır. İki zıt bir yerde bulunduğunda, hükümleri ortadan kalkar, çünkü bir yer iki zıddı aynı anda kabul etmez ve hükümleri ortadan kalkar. Birinin terazisi ağır gelirse hüküm üstün gelene aittir. “Latif” ismi varlığımızı yokluğumuza tercih etmiştir, çünkü “Rahman” ismi bizi korumaktadır. Bu durumda rahmet üstün gelmiş ve hükmü işlemiştir. Rahmet yaratmada esastır. İntikam ise geçicidir. Geçicinin kalıcılığı yoktur. Çünkü varlık bize eşlik eder, bu nedenle hepimiz rahmete ve onun hükmüne varacağız. Bu nedenle bize “Allah’tan takva” emredildi. Başka bir ifadeyle O’nu siper edinmeli ve içerdiği zıtlıktan dolayı O’ndan çekinmeliyiz. Hz. Peygamber’in “Allah’tan Allah’a” sığınması budur.
Takva, dünya ve ahirette insana eşlik eden makamlardandır. Cennette insana hakim hal, üzerinde yaratılmış olduğu ilahi surettir. Bu suretin kendisine egemen olması nedeniyle, insan bir şeye “OL” dediğinde o şey meydana gelir. Takva emredilendir ve emredilen her şey uygulandığında kazanımdır. Bu nedenle sufiler “Makamlar kazanım, haller vergidir” demiştir.
Hakk’tan takva bizdeki hükmü bakımından iki kısma ayrılır. Birincisi Allah’ın kendisinden “hakkıyla” çekinmemizi emrettiği kısımdır. Diğeri ise herhangi bir grubun tahsis edildiği bir nitelik belirtmeksizin, imkan ölçüsünde bize çekinmeyi emrettiği kısımdır. Allah “gücünüz ölçüsünde Allah’tan çekinin” (Tegabün/16) buyurur. Bu çekinme gayb (batın) ve şehadeti (zahir) bir arada bulundurur. İnsanda zahiri ve batını ile Allah’tan “hakkıyla” çekinmeli ve sakınmalıdır. Allah’tan “hakkıyla” çekinmek, insanın takvayı Allah’tan görmesidir. Nefsine nispet etmesidir. Allah’tan hakkıyla çekinmek verdiğine şükür makamı gibidir. İnsanın takva gücünü Allah’a izafi etmesidir. Böyece nefsine izafe edilen “hakkıyla takva” Hakk’ın Zatı Nefsine izafe edilerek güçlüğün yerini kolaylık almıştır. Geriye Kur’an ve Sünnet’e riayet kalmıştır. Bu da “takvanın edebi” gereğidir. Bu ise insana takvayı Allah’ın öğretmesidir. “Nezdinden bilgi öğretti” (Kehf/65) ayeti ile kuluna “ilim” sıfatıyla tecelli etmesidir. “Bütün iyilikler Allah’tandır” (Nisa/79) ayetinin açılımıdır. Zira Allah’tan başka kuvvet ve kudret yoktur. “Kötülükler nefsinizdendir” (Nisa/79) derken iş kişinin kendine döner ve mesuliyet başlar. Kudretiyle fail Allah iken, kul heva ve arzularına göre fiili “Allah’tan sakınmayarak” yerine getirmiştir. Takva sınırlarını zorlamıştır. Allah’ın isimlerini gerçek hüviyetiyle zuhura çıkarmayarak nefsine zulmetmiştir. Kul bu davranışıyla fiili yapabilme ve olanları kendi başına yerine getirme iddasında bulunmuştur. Şeriatın sınırları dışına çıkmıştır. Bu nedenle Allah şu duayı mümine anahtar yaptı: “Senden yardım dileriz” (Fatiha/5). Bu duayla takva dahil tüm hayırlarda failin ve kudretin Allah’tan olduğunu idrak ederiz. “Yalnız sana kulluk ederiz” (Fatiha/5) diyerekte fiilleri “hakkıyla” yerine getirme sözünü vermiş oluyoruz. Bu ise takvanın sırrıdır. Kul fiili kendine nispet ederek, iddiada bulunur. Bu iddia olmasaydı “imkan ölçüsünde Allah’tan çekinin” (Tegabün/16) denilmezdi. Kendisindeki gücün Allah’a ait olduğunun farkına varan kimse ise iddiada bulunmaz ve Kur’an ve Sünnete riayet ederek kulluk makamında durur. Güç insanda sahibi olmadığı bir emanettir. Emanet sahip olunmayan geçici bir şeydir ve bulunduğu kimseye emaneti sahibine vermek emredilir. Takva bu nedenle insana nispet edilen şeye karşı Allah’ı kalkan edinmektir. Bunun yolu ise fiili, esmaları, sıfatları ve zatını tevhid ederek, kendindeki tüm emanetleri sahip olan Allah’a ulaştırmaktır. Bunun yolu ise tevhid ve nefsin hakikatini idrakten geçer. Mertebeleri idrakle katetmektir.