Her canlı ve algılayabilen her şey, nitelendiği algısı yönünden her nefeste yani bir bilgiye ulaşır. Fakat şahıs, her nefeste algıladığı şeyin yeni bir bilgi olduğunun farkına varamayabilir. Halbuki o, gerçekte bilgidir. Bilende bilginin eksik ortaya çıkması, engel bulunmasaydı algılayabileceği şeyler ile algının arasına engel görmüş olmasından kaynaklanır. “Rabbim ilmimi arttır”(Taha/114) talebi bu engellerin kalkması ve bilgiye engelsiz ulaşma talebinide içerir. İlimler, bilinene göre yükseldiği ve alçaldığı himmetler ile, yüzü ve kıymetli bilgilerle ilgilenmektedir. İnsan söz konusu ilimlerle nitelendiğinde, nefsi arınır ve mertebesi yücelir. Mertebe bakımından bu ilimlerin en üstünü “Allah’ı bilmek” ve Allah’ı bilmeye giden en yüce yol ise “tecellileri bilmek” tir.
Bu ilimler Allah’ın Hz. Peygamber’e arttırılmasını istemeyi emrettiği ilimlerdir. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Sana vahyedilmesini henüz tamamlamadan, Kur’an’ı acele okumaya kalkma ve Rabbim ilmimi arttır de” (Taha/114). Yani Senin kelamından Sana dair ilmimizi arttır. Burada bütün tecelli ilimleri kastedilir. Tecelli bilgileri, zevk ilimlerini elde etmede en üstün yoldur. İnsan nefsi, dış varlık diye isimlendirilen durumları algılarken, batınıyla ise ilmi algılar.
Hakk, Zahir ve Batın’dır. Dolayısıyla ilim, O’nun vasıtasıyla gerçekleşir. Çünkü Allah’tan başka hiçbir şey, herhangi bir şeyi kendi başına idrake güç yetiremez. Bilakis her varlık, herhangi bir şeyi ancak Allah’ın kendisinde (nefsinde) yarattığı bir güç vasıtasıyla algılayabilir. Gayb ve şehadet alemlerinden tecelli Batın ve Zahir ismi yönünden olabilir. Diğer ilimlerde ilahi isimlerin tecellileri vasıtasıyla nefiste algılanır. Çünkü tecelli, herhangi bir tecelli mahallinde tecelliye mazhar olan varlığa Hakk’ın görünmesi ve zuhur etmesidir. Zuhur ise, ez-Zahir ismine aittir. Çünkü nispetlerin anlamı değişmez. Nispetler dışta var olmasalar bile, akli varlığa sahiptirler. Dolayısıyla onlar, akledilir şeylerdir. Bütün ilahi isimlerde tecellileri ile bu şekilde bilinir. Hakk ihsanı gereği ya da kendisinden istenilen bir şeye karşılık vermek üzere, tecelli edip nefsin zahirine tecelli edebilir. Bu durumda idrak misal aleminde duyuyla gerçekleşir. Böylece tecelliye mazhar olanın ilminde artış gerçekleşir. İsimlerin tecellilerinde bıraktığı ilimlerle, hüküm bilgilerinde, anlam ölçülerinde, sözlerde vb. idrak ve ilim artışı gerçekleşir. Nefs o ilmin mazharı olur. Söz konusu ilim artışı nefse dönük ilahi tecelliden kaynaklanır. Arif olanlar bunu idrak eder, arif olmayanlar artışı görsede bunun kendi düşüncelerine nispet eder. Bilgilerinin artmasını istediklerinin ve ilmi amele döndürmede istekli olmazlar. Allah şöyle buyuruyor, İlmi amele döndüremeyenler için “ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür” (Cuma/5). Buradaki yalanlama ilimdeki artışın ve onun kaynağının yalanlanmasıdır. Artışı kendi nefsine ve düşüncelerine nispet edenlere şaşılır. Böyle bir insan bir meseleyi düşünme, inceleme ve araştırmasının zikrettiğimiz tecelliden kaynaklandığını bilemez. Böyle bir kişi sadece teorik düşüncesinin iliştiği ve öğrenmek istediği şeyle ilgilidir. Bu nedenle “hal ilmi”nden perdelenir. Böyle birinin bilgisi artar fakat o bunun farkında değildir.
Bu tecelli gerçekleşip ez-Zahir ismiyle nefsin batınına yönelik olursa idrak, maddelerden soyut anlam ve hakikatler aleminde “basiret gözü” ile gerçekleşir. Bu ilim artışı manalarda ve hakikatlerde oluşur. Bu durumda manaların bigisine ulaşmak isteyen kimse, düşünme yorgunluğundan rahata etmiş demektir. Tecelli vesilesiyle ilahi ilimlerde, sır ilimlerinde, batın ilimlerde ve ahiret ile ilgili ilimlerde onun hakkında artışlar gerçekleşir. Bu hal tasavvuf ehlinin halidir.