Gece namazı kılanlar, bütün geceyi ibadetle geçiren kimselerin ki gibi teheccüdü veren ve onları teheccüde kaldıran özel ilahi bir isme (vech-i has) sahip değildir. Bütün geceyi ibadetle geçireni ise, kendisini çağıran ve harekete sevkeden ayrı ilahi bir ismi vardır. Teheccüd uyumak, ardından kalkmak yine uyumak ve sonra kalkmaktan ibarettir. Rabbine münacaat ederken gecesini böyle bölmeyen kimse, teheccüt ehli değildir. Allah şöyle buyurur: “Gecenin bir kısmında, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl” (İsra/79). Başka bir ayette “Rabbın, gecenin üçte birinden azı veya yarısı veya üçte biri kadar bir bölümünü namazla geçirdiğini biliyor” (Müzemmil/20) buyurmuştur.
Teheccüd namazına kalkan kişinin Hakk cihetinden özel bir ilmi vardır. Teheccüd hali, ilahi isimlerde dayanacağı bir isim bulamayıp Hakk’tan kendisine daha yakından ilişkili olduğu bir isim göremeyince “Hakk” ismine dayanmış ve bu isimde onu varoluşla ve geceyi namazla geçiren kişiye şöyle demiştir: “Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır, gözünün üzerinde hakkı vardır. Bazen oruç tut, bazen tutma, bazen namaz kıl, bazen kılma”. Böylece nefsin gözden dolayı olan hakıyla Allah yönünden olan hakkını yerine getirmek için, söz konusu kişi için, uyku ve namaz kalkmayı uzlaştırmıştır. Haklar, başka bir isimden değil, ancak “Hakk” ismi sayesinde ve o isimden ödenir. Hakk Zati isim olup, tüm ilahi isimlerin haklarıda gerçek hüviyetleriyle bu isimle öğrenilir ve ödenir. Bu yüzden teheccüd kılanlar “Hakk” ismine dayanır.
Teheccüd de münacatın meyve ve ilimleri dürülür. Bu meyve ve ilimleri ancak gece namazı kendisi için nafile ibadet olan kimse derebilir ve elde edebilir. Zira nafileler Hakk sevgisinin kazanıldığı amellerdir. Farz namazları eksik olanların eksik ibadetleri nafilelerle tamamlanır. Farzlar teheccüd kılan kulun bütün nafilelerini kapsar ve geride nafile kalmazsa, bu durumda kişi, teheccüd kılan olmadığı gibi, nafile ibadet sahibide değildir. Bu nedenle böyle biri adına nafile ibadetlerin hali, ilimleri ve tecellileri meydana gelmez.
Teheccüde kalkanın uyuması nefsinin hakkı, ibadete kalkması ise Rabbinin hakkını vermek içindir. Allah şöyle buyurur: “Hakk Rabbindendir”(Ali-İmran/60). Hakk’ın ona uykusunda verdiği ilim ve tecelliler, ibadete kalkmasının ürünü, kalktığında verdiği dinçlik, güç ve bu ikisinin tecelli ve ilimleri ise uykusunun ürünüdür. Kulun bütün farz ilimlerindeki durumu böyledir. Teheccüd ehlinin ilimleri, tıpkı bir saç örgüsü gibi birbirine girmiştir. Bu nedenle ilimler arasındaki ilişkilere hakimdir. Bu nedenle nefisler tarafından sevilen ilimlerdir. Bu ilimler gayb ve şehadet (zahir ve batın) ilimlerinin sırlarını izhar ettiği gibi aynı zamanda fiillere, tenzihe ve teşbihe delalet eden isimleride izhar eder. Böyle bir durumda dünya işi ahiret işiyle birleşir. Her ilahi isim Hakk’ça yerini bulduğundan dünya ve ahiret dengesi kurulmuş olur. Bu meyanda sadece dünya ve ahiret vardır ve o teheccüdün ortaya çıkardığı “övülmüş makam=Makam-ı Mahmud” dır. Allah şöyle buyurur: “Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile olmak üzere teheccüde kalk. Umulurki, Rabbin seni övülmüş makama ulaştırır” (İsra/79). Ayette geçen “umulur ki” ifadesi, Allah yönünden zorunluluk ifade eder. Övülen makam, övgünün kendisine döndüğü makamdır.
Teheccüd ilmi ise çok kıymetlidir. Teheccüde kalkan insan, ortada eserlerin sahiplerinden ve eserlerden gaip olan bir durumun olduğunu genel olarak anlar. Bu ise onu ilahi isimlerin hakikatlerini keşfe sevk eder. Zira teheccüd dayandığı “Hakk” ismi Zata aittir ve bütün ilahi isimlerde Zata dayanır bu yoldan isimlerin mevcut varlıklar olmadığını ve sadece Zat’ın nispetleri olduğunu görür. Böylelikle eserlerin ve isimlerin izafi olduğunu ve aslolanın Zat olduğunu idrak eder. Bu yoldan uykuyu nefsin hakkı, ibadeti ise Zat’ın hakkı olarak görür. İkisini birleştirir. Kul ve Hakk idraki bütünleştirir ve idrak edilir. İnsanın zatı bu iki şeyden meydana geldiğine göre, zatı yönünden (kulluk) Hakk’a bakar. Görür ki Hakk, kendisi nedeniyle kendisiyle yalnız kaldığında alem var olmaz. Hakk, aleme yöneldiğinde ise, bu yöneliş nedeniyle alemin varlığı ortaya çıkar ve bütün alemlerin, nispetleri farklı ve izafi bu tek Zati yönelişten meydana geldiğini görür.
Teheccüde kalkan kişi, zatının Hakk’ın – alem olmaksızın – kensine bakması ve aleme bakmasından (müşahede) oluştuğunu görür. Alem olmaksızın Hakk’ın kendisine bakması, kişinin “uyku” haliyken, Allah’ın aleme bakması, insanın Hakk’ın üzerindeki hakkını eda etmek için “kalkma” halidir. Böylece dışta (zahir) var olma varlık sebebinin, sebeplerin en üstünü olduğunu öğrenir.
Teheccüd ilmine bütün isimlerin bilgisi taalluk eder. Bu meyanda ona en layık isim ise “uyku ve dalgınlığın kendisine gelmediği” (Bakara/255) – ki bu anlamda yakarış halindeki kuldur – el-Kayyum ismidir. Allah hayy ve kayyum olan kendinden başka ilah olmayandır.
Buradan iki şey öğrenilir. 1) Her ilahi ismin hakikati ve sırrı öğrenilir ve Allah ismi camisinin bunları birleştirdiği idrak edilir. 2) “Allah yerin ve göklerin nurudur” (Nur/35) ayetiyle kendi nefsini ve alemleri “nur” olarak müşahede eder. Nefsi natıka nuru ve alemlerin nuru ehlince özellikle teheccüde “göz nuru” ve “vücud nuru” olarak müşahede edilir. Bu nedenle Efendimiz “gece namazı nurdur” buyurmuşlardır. Bu “ilahi nur” ve “ilim” ile rüya tabiride yapabilme gerçekleşir. Hakk’ın suretlerdeki tecellisini idrak eder. Rüya tabiri yapabilme bu nur vasıtasıyladır. Rüya tabircisi, rüyada görülen suret ile neyin kastedildiğini bilip bu makam sahibinin kim olduğunu anlayan olması bakımından, peygamberliğin parçalarından birinin sahibidir. Bunu sağlayan “ilahi nur” dur.
Teheccüde kalkan kişiye ait övülmüş makam, sahibi için belli bir duadır. Bu durum Hz. Peygamber’e emredilmiş şu ayette dile getirilir: “De ki, Rabbim! Beni doğruluk makamına yerleştir” (İsra/80). Sözkonusu makam Hz.Muhammed’e özgü bir mertebedir ve teheccüde kalkanlar bumakamda kendilerine yer bulurlar. Bu makamda Allah övülür. Hakk kendi nefsini sena eder.