Tırmizi, “övgü-hamd” derken, dua edene dönen yararlarla ilgili dua olması yönünden övgüyü kast etmiştir. bu nedenle kula “AMİN” demesi söylenmiştir. Şeriatta bu ifadenin açık ya da gizli okunabileceği yer almıştır. Çünkü iş zahir ve batındır. Batın gizlemeyi talep ederken, zahir açıktan okumayı talep eder. Zahir ise daha geneldir. Açıktan okunduğunda, batının payı gerçekleşirken, gizli okunduğunda zahirde kalan, neyin cereyan ettiğini bilemez. Batın özeldir. Zira iş batından zahire geneldir. Öyleyse “amin” in açıktan okunması, hem özel hem genel insanlar için geçerlidir. Allah şöyle buyurur: Beni içinden zikredeni içimden, bir toplulukta zikredeni daha hayırlı bir toplulukta zikrederim”. Bir toplulukta zikredilen herkes ise, bir toplulukta zikredilmiş demektir. Hz. Peygamber “gaybının bilgisinde zatına ayırdığın isimler” demiştir. Bunlar, Hakk’ın kendisine ayırdığı şeylerdir. O halde gizlinin (batın) bilgisi tamdır. “O’nun nezdinde gayb anahtarları vardır. Onları sadece kendisi bilir”. Anahtarları bilmek Allah’a özgüdür. Gayb ise razı olduğu kullarına gösterilebilir. O halde “amin” in gizli okunması, açık okunmasından üstün iken; açık okumak gizli okumaktan daha yararlıdır. “AMİN” duamızı kabul et demektir. Anlam “dua ettiğimiz hususta Senin bize karşılık vermeni kastettik” demektir. Zira dua edenler Hakk’a yönelmiştir. Ayette “Beyt-i Haram’ın âminleri” (Maide/2) denilirki, kast edilenler, oraya yönelenlerdir. Karşılık vermede arzulanan hız nedeniyle “âmin” şeddesizdir. Şeddesizlik, kesintisiz hızlılığı gerektirir.
““Amin” deyişi meleklerin âmin deyişine uyan kimse bağışlanmıştır” hadisinde Hz. Peygamber “duasına karşılık verilmiştir” demedi. Çünkü karşılık verilseydi “bağışlandı” demezdi. Başka bir ifadeyle melekler gibi âmin diyen kimse bağışlanmıştır. Melekler isimlerin kuvvetleridir. İlahi isimleri gerçek hüviyetleri ile zuhura çıkarma özelliği bağışlanmak için anahtardır. Uyumun anlamı budur, zamansal uyum kasdedilmiştir. Zira ilahi isimler gerçek yüzle açığa çıkmayı talep ederler. Bu şekilde açığa çıktıklarında aynı zamanda, zamansal uyumda söz konusu olur. Bu dururmda “amin” sözünü derken, insanları ve melekler (isim kuvvetleri) bir araya gelir ve zuhur talebi gerçekleşir. Aynı şey dua içinde söz konusudur. Böylece dua bedenleşir ve zamansal uyum söz konusu olur. Melekler bedensiz olarak onu söyledilerinde buradaki uyum, kulun meleklerin söylediği hal ile “amin” demesiyle sınırlıdır. Buradaki durum farklı kısımlara ayrılır: Birincisi kulun “AMİN” i Rabbıyla söylemesidir. Çünkü melekler onu böyle söyler. Ya da zatının gerektirdiği bir hal ile onu söyler. İnsan bunu öyle söylediğinde, duyusu yönünden değil, ruhaniyeti yönünden söylemiştir. Veya insan vekil olarak “amin” devre melek de böyle söyleyebilir. Ya da insan O iken bunu söyler. Melek’de bazen “amin” i böyle söyleyebilir. İnsanın vekil olarak “amin” demesi, üzerinde yaratıldığı suretin hükmüne göre söylemesidir. İzafi hüviyetiyle Hakk’ın hüviyetini temsil etmesidir. O halde insan, meleğin söylediği zikrettiğimiz bu kısımlardan her birine göre “AMİN” i söylemelidir. Onu söylediğinde ise, Allah kendisine bağışlar, mağfiret eder. İnsanda bu suretle inayet öne geçer ve hidayetin meyvesini devşirir. Bu nedenle Hz. Peygamber “duası kabul edilir” dememiş, “bağışlanır” demiştir. Amin sözünün anlamı budur. Dua eden herkes dua ettiği şeye göre etmiştir. allah ise, o kişinin belirlediği şeye göre değil, mutluluğun bulunduğu şeye göre karşılık verir. Öyleyse Allah dua edenin mutluluğunun bulunduğu şeye göre karşılık verir. Çünkü her dua edenin duasındaki en genel amaç mutluluktur.