Makam-ı Mahmud bütün makamların sonuçlarının kendisine döndüğü yerdir. Bütün makamlara özgü isimler ve hakikatleri, Makam-ı Mahmud’a bakar. Makam-ı Mahmud bütün hakikatleri toplayan, cem eden makamdır. Bu mekan Hz. Muhammed’e bakar. Zira O, Hakikati Muhammedi sahibidir. Hakikat-i Muhammedi bütün hakikatleri ve ilahi isim ve sıfatları kapsar. Zatın ilk tecelli yeri ve mazharıdır. Bu nedenle tevhid hakiatlerini ve mertebelerini de kapsar. Makam-ı Mahmud “Mutlak Tevhid” makamıdır. Hz. Muhammed bu makamdan kıyamet günü insanların geneline görünür. Hz. Peygamber’in “Sunum Günü” bütün yaratıklar üzerindeki efendiliği onun sayesinde gerçekleşir. Peygamber şöyle der: “Ben kıyamet günü insanların efendisiyim” Daha önce melekler kendisine secde ettiğinde Hz. Adem Makam-ı Mahmud’a yerleştirilmişti. Bu makam, dünya hayatında O’nun için bunu gerektirirken ahirette Hz. Muhammed’e aittir. Adem’in hakikatininde Nur-u Muhammedi olduğu hatırlanırsa, Adem (as) bu makamda asaleten değil vekaleten bulunur. Hz. Muhammed’in dünyaya teşrifiyle bu makam dünyada da Hz. Muhammed’e devredilmiştir. Makam-ı Mahmud ilahi mertebenin kemalidir. Daha önce, onunla insanlığın babası ortaya çıkmıştı. Çünkü Adem, Hz. Muhammed’in beşeri bedenini içermekteydi. Adem bu özelliğiyle babadır ve Allah nezdinde “yakın olan” kimsedir. Ayrıca Adem, toprak kaynaklı ilk insandır. Böylelikle, Hakk’ın emrine muhalefete varıncaya kadar, bütün makamlar O’nda ortaya çıktı. Çünkü O iki tutuşu bir araya getirdi. Uyum ve ihtilaf tutuşu (kabza) O’nda zuhura çıktı. Adem’den yasağa muhalefete hareket eden şey, muhalefet özelliğinde de yaratılmış olmasıdır. Adem’den yasaklara ihlale dönük her hareket, emre itaatsizlik özelliğinde yaratılmış insanlardan kaynaklanır. O’nun Allah’ın yasağına karşı gelmesi, belinde taşıdığı insanların kendisini zorlamasından kaynaklanır. Çünkü o makam bunu O’nun adına gerektirir. Ehlullah şöyle der: “Adem sırtında bulunan muhalif çocukları nedeniyle günahkar oldu”.
İşin sonu ahirette Hz. Muhammed’e aittir. Böylelikle Hz. Peygamber Makam-ı Mahmud’da ortaya çıkmış, şefaat kapısı O’ndan açılmıştır. Allah nezdinde şefaate ehil olan melek, resul, nebi, mümin, veli şefaat izinlerini O’ndan alırlar. Zira ilk şefaat edecek O’dur. Hz. Peygaber Rabbinin nezdinde bu kimselerin şefaat edebilmesi için şefaat eder. Böylelikle de her dil ile ve her söz ile övülür. Her hamd O’na döner. Şefaatın başı ve ortası O’na aittir. Allah şöyle der: “Melekler şefaat eder, müminler şefaat eder ve geride en merhameti olan kalır”. Sözün bağlamı merhametlilerin merhametlisinin de şefaat edeceği anlamına gelir.
Nezdinde şefaat edileninde şefaat etmesi gerekir. “Allah’tan başka bir şey yoktur” (lâ vücude illa hu). Bilmelidirki, Allah isimler yönünden şefaat eder. Böylelikle “Merhametlierin Merhametlisi) ismi el-Kahhar isminin nezdinde bu isimlerin cezasını kaldırmak üzere şefaat ederek hiç hayır işlemeyenleri ateşten çıkarır. Allah bu makama dikkat çekerek şöyle buyurur: “O gün takva sahipleri Rahman’a bölük bölük götürülür” (Meryem/85). Takva sahibi, kulların kalplerine korku veren bir isimle oturan (tahakkuk eden) kimsedir ve onunla oturan kişi “O’dan sakınan” diye isimlendirir. Hakiki manada tüm ilahi isimlerle tahakkuk eden Hz. Muhammed’dir. Bu nedenle de Makam-ı Mahmud O’na aittir. Kendi “Allah” Varlığı “Rahman” isminin mazharıdır. Allah söz konusu isimden onu daha önce korktuğu isme göre güven veren başka bir isme taşır. Bu isim ise “Rahman” dır. Rahman’a bölük bölük götürürler. Bu nedenle şefaat hakkında Hz. Peygamber “geride merhametlilerin merhametlisi” kalır demişti. Bu yorumla şefaat, isimlerinin eserleri yönünden Hakk’tan yine Hakk’a nispet edilir. İşte bu arif velilerin kabul ettiği görüştür. Kıyamet günü bütün hamdları ve isimlerin tahakkukunu sadece Hz. Muhammed toplayabilir. Makam-ı Mahmud diye ifade edilen hakikat budur.
Hz. Peygamber bu makamda şöyle der: “Ben Allah’aş imdi bilmediğim övgülerle hamd edeceğim”. Bu durum zevk kaynaklıdır. Çünkü bulunulan o mertebe, eserleriyle birlikte bir takım ilahi isimlerin olmasını gerektirir. Dünya hayatının gerektirdiği şekilde o isimlerle Allah’a hamd edilir. Bu nedenle Hz. Peygamber “şimdi onları bilmiyorum” demiştir. Bu makam vesile makamıdır. Çünkü o makamdan Hz. Muhammed, şefaat kapısının açılması hususunda Allah’a tevessül eder. Bu, Hz. Peygamber’in herkes hakkındaki şefaatidir. Hz. Peygamber”vesile” hakkında şöyle der: “O cennette bir derecedir ve tek bir adama ait olması umulur. Umarım ki Ben olurum. Kim Benden vesile isterse, şefaatim ona helaldir”. Böylece şefaati, isteyenin karşılığı taptı, bu nedenle Makam-ı Mahmud “vesile” diye isimlendirildi. Onların bu duadaki karşılıkları ise, şefaat etmeleri oldu. İşte bu ilahi bir görevdir. Allah şöyle buyurur: “Dikkat ediniz! İşler Allah’a döner” (Şuara/53) buyurur. Öyleyse Allah dönülen yerdir. Bu nedenle Hz. Peygamber’e bütün isimlerle tahakkuk etme özelliği olan “cevamiul kelim” verildi. Diğer husus Hz. Peygamberin kabul gören duasını ahirete saklaması ve şefaat ederken bu vasfınıda kullanacak olmasıdır. Bunun neden O’nun ahiret hayatını daha iyi biliyor olmasıdır.