Allah’a tevekkül Hakk’ın uluhiyetini tasdik ve hükmüne razı olmaktır. Yakup Peygamber (as) oğullarına şöyle demiştir. “Ben sizi Allah’a karşı koruyamam. Hüküm Allah’a aittir” (Yusuf/67). Bu konuda Hz. Peygamber (sav)’e şöyle vahyedilmiştir. “En yakın akrabalarını korkut” (Şuara/214). Bu nedenle Hz. Peygamber Safa’da durmuş, kensidine insanların en sevimlisi olan kimseye şöyle hitap etmiştir: “Ey Muhammed kızı Fatıma! Kendine dikkat et. Allah’tan gelecek bir şeyi senden engelleyemem”. Hz. Peygamber bütün akrabalarına benzer bir söz söylemiştir. Amcası Ebu Leheb’e de aynı şekilde belirtti. Ancak Ebu Leheb, Allah peygamberinin korkutmasından yararlanamadı ve bedbaht oldu. Bu nedenle Allah O’nun hakkında şu ayeti indirdi: “Ebu Leheb’in elleri kurusun ve kurudu da. Ona malı ve kazandığı fayda vermedi” (Tebbet/1-2). Çünkü Ebu Leheb malına itimat etmekteydi. İşlerinde Allah’tan başkasına bel bağlayan ve tevekkül eden ise hüsrana uğrar. Sebepleri benimseyenler, sebeplere bel bağlayıp da, Allah’a tevekkülden uzaklaşırlarsa, amelleri boşa gidenler zümresine katılırlar. Sebepleri kabul edipte Allah’a bel bağlayıp tevekkül ettiklerinde ve sebeplere Allah’ın koyduğu sınırları aşmadıklarında ise Allah adamlarının büyüklerinden olurlar. Zira Allah bu suretle tevekkül edenleri sevdiğini bildirilmiştir.
Onlar hakkında Allah “ticaret ve alışverişin Allah’ı zikretmekten alıkoymadığı kimseler” (Nur/37) diye bahsetmiştir. Sebepler vesile, hüküm ise Allah’a aittir. Son hükmün Allah’a ait olduğunun idrakiyle sebeplere tevessül etmek ise tevekkülün hikmeti ve sırrıdır. Zira sebeplerin ardında Allah’ın isimleri yer alır. İsimlerde Allah’ın Zatına ait olup, isimler kanalıyla Hakk hükmünü icra eder. Sadece sebeplere yönelmek ve Zatı unutmak aslını unutmaktır. Şirke kapı aralar. Sebepler ve zanlar ile nefsinde bir mabud yerleştirip, kesin inanca sahip olarak değil, zanna uyarak tevekkül ibadetini yapmış olur. Böyle bir kimseye ise sebepler ve zanlar hainlik eder. Zira dayanağı Hakk değildir. Bu zanlar Allah’a karşı kendisine bir fayda vermez. Allah Teala şöyle buyurmuştur. “Kuşkusuz ki zan bir gerçek ifade etmez” (Necm/23). Onların ibadetleri hakkında ise şöyle demiştir: “Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyarlar” (Necm/23). Böyle bir kişi tevekkülünde Hakk’a dayanmadığından, sebepler ve zanlar nefsinde hakim olduğundan, böyle bir kişi hevasını ilah edinen gibidir. Allah, kendisinden başkasına yapılan ibadeti, bir bilgiye göre değil, zanna göre yapılmış olduğunu belirterek bu ibadeti onlara nispet etmiştir. Çünkü Allah’tan başkasını ilah edinilmesini sağlayan böyle bir hal, gerçekte bilgi değildir. Zandır.
Buradan ilmin ve bilginin kurtuluşun nedeni olduğu öğrenilir. Bu nedenle ilim ve bilginin mertebesi çok şereflidir. Bu nedenle Allah peygamberine bilgi ve ilimden başka herhangi bir konuda “daha fazlasını” istemeyi emretmemiştir. Allah peygamberine şöyle buyurmuştur: “Deki Rabbim ilmimi arttır” (Taha/114). Bu hususu idrak eden tevekkül ve diğer ibadetlerde mutlu olanlarda birlikte olur. İlmin huzur ve mutluluk kaynağı olduğunu anlar. Bu nedenle müşrik Allah’a ortak koştuğu şeyin Allah ile birlikte ilahlıkta ortak koşulmayı hak etmediğini bilseydi, ortak koşmazdı. Müşrik bilgisizliği ve ilme yönelmemesi nedeniyle cezalandırılacaktır. Zira Allah zulmetten (cahillikten) nura (ile) yönelmemizi emretmektedir. Bunuda nefs tezkiyesine bağlamıştır. “Nefsini temizleyen kurtuluşa erer. Nefsini karanlığa gömen ise ziyandadır” (Şems/9-10) ayetleri bizi bu ilim hakikatine davet etmektedir. Zira nefs ilim nurunun tecelli mahallidir.
Müşrikler ilim nuru olmaması nedeniyle kendilerini yaratmayan birisine yönelirler. Bu nedenle Allah onları şu ayetle kınar: “Yaratan yaratmayan gibimidir? Öğüt almazmısınız” (Nahl/17). Sebeplerde ve zanlarda takılı kalıp, onların ardında Zati İlahiyeyi fark edemeyenlerde aynı konumdadır. Tevekkül ettikleri şeylerde boşa çıkar. Zira yöneldikleri hakikat Hakk değildir.