İnsanın kalbindeki iç konuşmalarının ve düşüncelerinin yansıması nefsi natıka (konuşan—düşünen nefis) kaynaklıdır. Nefsi natıka hakikati tek-vahid bir sır iken mertebeleri vardır. Bu mertebeler nefs mertebeleri olarak adlandırılır. Bu nedenle insanın düşünceleri ve iç konuşmalarıda içinde bulundukları nefs mertebesi ile yakından ilgilidir. İlk iki mertebede iç konuşmalar kontrolsüzdür. İçgüdü vasfında oluşur. Zira hayvani ruh insanda hakimdir. Nefsi mülhime mertebesinde Hakk’ın iyilik ve kötülükleri ilham etmesi nedeniyle iç konuşmalar kontrol altına alınabilir. İç konuşmalar batında olup, zahire bu düşünce ve iç konuşmaların etkileri yansır. Bunların disipline alınması şarttır. Bunun yolu ise zikirdir. Zikir, Hakk’la beraber olmaktır. Nefsi natıka hakikati itibariyle Hakkın zuhur ve tecelli mahallidir. Zikir, iç konuşmaları Hakk’ın disipline etmesidir. Bunun yoluda nefs mertebelerinin eğitimi alma şeklinde gerçekleşir. Zikir, zikreden ve zikredilen arasında köprüdür. Zikreden, zikir ile Hakk’la hüviyet beraberliği içine girer. Hakk ilahi hüviyetiyle her an zikredenle beraberdir. Bunu belirten ayette şöyle buyurulur: “Nerede olursanız O (İlahi Hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4).
Zikredilen Hakk her an ve her halde zikredilen ile beraberdir. Kul gaflette olmadığı zaman yani Hakk’ı zikrederken Hakk ile hüviyet beraberliği içine girer. Zikreden ve zikredilen arasındaki “hüviyet beraberliği”ni belirleyen ise zikrin niteliği ve niceliğidir. Hakk tecellisini nefsi natıka, nefsin zikri (içkonuşması) üzerinden yapar. “O her an bir tecellidedir” (Rahman/20). Tecellisi ile kul-Hakk beraberliğini zikir üzerinden yapar. Zikir bu hüviyet beraberliğinde anahtar rolü oynar. Zira Allah şöyle buyuruyor: “Beni zikredin Bende sizi zikredeyim” (Bakara/152). Kul-Hakk hüviyet beraberliğini sağlayan zikrin kalitesidir. Hakk “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurarak kul hangi zikir-fikir düzeyinde kendisini anıyorsa, o mertebeden kulla beraber olur. Zikredenlerin herhangi bir kesinti araya girmeksizin üzerinde bulundukları zikir halinde kalplerinde (nefsi natıka) konuşan vardır. Zikredenler Allah’ı kalplerinde konuşan ve nefsine yol gösteren olarak bulmuş olurlar. Allah’ın yol göstermesi zikirin vasfı, kalitesi ve fikir birliğine göre en üst düzeyden olur. Bu mertebe ise ilham alan nefsi ve üzerindeki nefis mertebelerinde gerçekleşir.
Zikir iç konuşmaları disiplin altına alan en önemli yöntemdir. İç konuşmalar Hakk’la ve Hakk’ça disipline edilmezse, batından zahire yansıyan amellerde problemli olabilir. Batıni disiplin olan zikir bu nedenle zahiride disipline eder. Tarikatların oluşması ve belirli bir zikir disiplini getirmesinin altındaki sırda budur. Bu nedenle zikir, rehbersiz ve sistemsiz yapılamaz. Eğer yapılırsa, tecelli kontrolü dolayısıyla nefsin kontrolü güçleşebilir. Kişinin sosyal ve ekonomik dengeleri bozulur. Bu nedenle rehber ve zikir disiplini tarikatlarda ön plana aınmıştır. Zira zikir, nefs tezkiyesi aracıdır. İç konuşmaları, dolayısıyla zahiri ve batını kontrol altına alan en önemli yöntem zikirdir. “Onlar iyiliklere koşanlardır, onlar iyilikler için yarışırlar” (Müminun/61) ayeti zahire yansıyan bu disiplin sayesindedir. Ancak zikreden, zikrettiği ile beraberlik içinde olduğunu idrak etmeli ve O’nun gözetimi ve hükmü altında olduğunu bilmelidir. Böyle bir bilinç nefiste kalıcı ilim ve nur bırakarak öz disiplin sağlar. Nefsinde konuşanın Hakk olduğunun bilincinde olmalıdır.
İşte konuşan Hz. Musa’ya (sa) “Ben Allah’ım Benden başka ilah yoktur” diyendir. Böyle bir konuşma kalp konuşması diye isimlendirilen onlarla konuşan Hakk’ın tecellisi içindeki nefsi natıkadır. Bazen melekler devreye girer, bazen Hakk Zati ile tecelli ederek bu hakikati oluşturur. Bu zikrin vasfı ile alakalıdır. “Allah’ın zikri en büyüktür” (Ankebut/45) zikrin üstününü belirtmektedir. “Allah” ismi camisini zikreden kişi, O’nu hem bütün isimleri, hem bütün sıfatları hem Zatıyla, hemde ilahi hüviyetinin tüm vasıfları ile zikretmiş olur. Bu ise kişinin “izafi hüviyetinin” nefs kanalıyla “Allah” isminin tecellisi içine girmesidir. “Tecelli hüviyeti” bu vasfa bürünür. “Allah” her şeyi içine aldığından, kulda alemleri ihata eder.
“Ne var alemde o var Adem’de” dedikleri hakikat ancak böyle bir vasıfla zikredende tecelli edebilir. Allah’ın kuluna kalbinin konuşmasını duyurması, organlarının zikri nedeniyle imanı artsın diye, Hakk’ın kuluna dönük bir ihsanıdır. Kalp uyanıklığıdır. “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin zikir kanalıyla yaşanmasıdır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: “İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye” (Feth/4).
Bu ise kalbin mutmain olmasıdır. “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” (Rad/18)buyurulması bu nedenledir. Ahir zamanda ve ahirette organların konuşmasıda bu hakikati anlatır. “Elleri yaptıklarını bize anlatır ve ayaklarıda şahitlik eder” (Yasin/65). Başka bir ayette ise şöyle buyurulur: “Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyormusunuz; yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz” (Fussilet/22).
Nefsi natıka nuru kalpten tüm organlara yayıldığından, kalpteki zikirden tüm organlar faydalanır ve etkilenir. BU nedenle hem bugün hem ahirette iç konuşmalardan ve düşüncelerden her zerre etkilenir. Organlar şöyle diyecektir: “Onlarda şöyle der: Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturmuştur” (Fussilet/21). Nefsi natıka her zerreye intikal eden nur olduğundan, kişinin nefs tezkiyesi yoluyla onu disipline etmesi gerekir ki, hem dünyada hem ahirette ilahi azaba düçar olmasın. Hakk’la olan beraberliğine zeval gelmesin. Bunun yolu ise Hakk’ı belirli bir disiplin ve sistem içerisinde zikretmektir. Zikir-zikreden-zikredilen bir ve beraber olabilsin. Hem burada hem ahirette.