Müşahede menzilinin mazharının adı NUR ismidir. Nurlar iki kısma ayrılır: Birinci kısım, parıltısı olmayan nurlar iken diğeri ise parıltılı nurdur. Buna göre parıltılı nurda tecelli gerçekleşirse, gözleri götürür. Bu nur, Hz. Peygamber’in “Nurani idi nasıl görebilirdim ki” diye işaret ettiği hakikattir. Hz. Peygamber kendisine “Rabbini gördün mü” diye sorulduğunda, böyle demişti. “Nurani idi nasıl göreyim” ifadesi parıltılı nura işaret eder. Çünkü bu parıltılar görmeyi ortadan kaldırır ve ışıkların kaynağını algılamayı imkansızlaştırır. Nurun zatı idrak edilemez. Hz. Peygamber, başka bir hadiste de buna işaret eder: “Allah’ın yetmiş kusur nurdan, yetmiş tane karanlıktan perdesi vardır. Onları açmış olsaydı, Zatının tecellileri yarattıklarının gördüğü her şeyi yakardı”. Burada tecelliler hakikatinin nurları demektir. Çünkü bir şeyin vechi ve yüzü, o şeyin hakikati demektir.
Parıltısı olmayan nura gelirsek, kendisinde tecellinin gerçekleştiği nurdur ve onun parıltısı yoktur ve ışığı kendisini aşamaz.
Bakan kimse herhangi bir kuşku olmaksızın, onun son derece açık ve parlak şekilde görür. Bu ışığın kendisinden ortaya çıktığı ki, her kimde tecelli etmiş ise, mertebe ise son derece açık bir halde kalır ve kendisinde bir kapalılık bulunduğu için hiçbir şey kendisinden gizli kalmaz. Bu tecelli hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Dolunay gecesi ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz”. Görmek hakkındaki bu benzetmeyle kast edilen şeylerden birisi, ayın ışıklarının görülmesini engelleyemeyecek kadar zayıflaması nedeniyle, ayın zatını görmektir. Bu konuda işin doğrusu şudur: Hz. Peygamber burada dolunay gecesinin kesifleşmesini kast etmektedir. Çünkü bu esnada göz, eksilme ve artma kabul etmeyen ayın zatını görür. Öyleyse bu, ayın zatının tam ve gerçek idrak ve müşahedesidir. Sonra aynı hadiste şöyle demiştir: “Ya da önünde perde olmadan öğlen vakti güneşi gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz”. Bu esnada güneşin ışığı en güçlü halindedir ve böylelikle bütün eşya kendisiyle gözükür. Gözde, güneş ışığı üzerlerine vurduğunda, idrak ettiği her şeyi idrak eder. Bu esnada göz güneşin zatını idrak etmek istese, bunu başaramaz. Bu nedenle benzetme, tecellinin insanların birbirini görmelerini engellemeyeceği şeklinde yapılmıştır. Yani fani olmaz. Bu nedenle Hakk’ı görmek dolunay gecesinde ayı görmeye veya güneşi görmeye benzetilmiş, onlardan birisine benzetmekle sınırlanmamıştır. Güneşin isli cam arkasından zatını idrak edileceğide unutulmamalıdır. Bu müşahede mertebesinde kalıcılık söz konusudur. Kişinin nefsi natıkasında dürülü olan Allah’ın Nuru ile bedende zahir olan nurla, alemlerdeki nuru müşahedeside bu şekildedir. “Allah yerin ve göklerin nurudur” (Nur/35) ayetinin idrak ve müşahede edilmesidir. Allah’ın nuruyla yine alemlerdeki Allah’ın nurunu müşahede şeklindedir. Ehlullah’ın “Allah’ı ancak Allah görür” buyurdukları hakikattir. Efendimiz bu nura işaretle “Gözümün nuru namaz” buyurmuştur. Nefsi natıkada dürülü olan Allah’ın nurunun alında ve gözde nur olarak müşahede edildiği ehline malumdur. Bu nur ile ilgili olarak “Müminin ferasetinden korkun zira O Allah’ın nuru ile bakar” buyurulmuştur. Gözün idrak ettiği akıllarınkinden üstündür. Bu parıltı olmayan nurla müşahededir. Allah parıltılı nurdaki tecellisinde ise gözlerin acizliğini ve akılların üstünlüğünü göstermiştir. Bunun gayesi bütün güçlerin acizlikle nitelendiğini ve Zati kemalin Hakk’a ait olduğunu göstermektir. Kim bu meznile ulaşırsa, başka bir menzilin içermediği sırları ve ayetleride müşahede eder.
Müşahede ise mücahede ile gerçekleşir. Bu nedenle ehlullah “Mücahede eden müşahede bulur” buyurmuşlardır. Mücahede ise nefs terbiyesi ve tezkiyesidir. Nefs ve tevhid mertebelerinin usulüne göre tahsil edilmesidir. Bu menzile ilk girişinde kendini (nefsini) Hakk’ın mazharı olarak görürsün. O’nu gördüğünde izafi hüviyetini ve gaybı hüviyeti idrak edersin. Bu müşahede ise, bu menzilin sonudur. Böylelikle menzilin sonu, başlangıcınıda içerirki, o müşahededir. Bu menzilde hüviyet hüviyet gaybıyla O olmadığını sana bildirir. Bu müşahedenin sonu O’nu içerir. Hakk bu müşahede ehline sırlar ihsan eder. Nurun ötesi Sırrı Muhammedi’dir. Sırr-ı Muhammedi’den müşahede edilen hakikatler göürnür. Bunların bir kısmının açıklanmasına izin vardır bir kısmının açıklanması ise Allah’ın iznine tabidir. Bu ehil kişiler “Rabbinden apaçık bir kanıt üzerinde bulunan kimse …” (Muhammed/14) ayetiyle övülür. Bu müşahede yoluyla sırrı Muhammedi’den alınan ilimdir. Kanıtı sağlayan ise bizzat Allah’tır. Hak bu kişilerin kalbine açık delil ve ayetler gösterir. Hak bunların “kendi katından” olduğunu bildirmiştir. Arif kulun zahirinde ve batınında Rablik ve izzetin görülmesi bu hakikatten kaynalanır. Zira o, mücahede yoluyla müşahede ile Rabbından deliller almıştır.
Nefs mücahedesi müşahede ile neticelenmiştir.