Hakk, ilmini kullarına melekler kanalıyla bildirir. Tecelli mahalli nefsi natıkadır. Her isim ve sıfat melekler ile ilmini nefse talim ettirir. Etkileri zuhura çıkar. Allah şöyle buyurmuştur: “Ruhu (vahyi) emrinden dilediği kimseye indirir” (Gafir/15). Başka bir ayette ise “Ben’den başka ilah yoktur (diye bildirmesi için gönderir)”(Nahl/2) buyurur. Burada Allah O’ndan dememiştir böylelikle Allah katından kulların kalplerine (nefsi natıka) ilka eden ruh olur ve kendisine ilka eden Allah’ın emridir. Ruh ise O’nun Zati ve subuti sıfatlarıyla zuhura çıkmasıdır. Ruh, ise “Benden başka ilah yoktur… Benden korkun” (Nahl/2) ayetinin sureti olur, bu ruh ilim olarak nefse talim ettirilir. Bu menzilde vasıtalar ortadan kalkmıştır, çünkü inzal edilen vahiy, ruhun kendisidir. Zat sıfattan ayrılmadığından vahiy Zat ile doğrudan ilişkilidir. İlka eden Allah’tır. Bu ruh, meleğin değil, meleklerin aynıdır. Melekler ilahi isimleri açığa çıkaran kuvvetlerdir. Kaynağı Allah’tır. “Melek nurdan bir ruhtur onu ruhul emin (Cebrail) indirdi. Senin kalbine” (Şuara/193-194) ayetinde bu hakikat bildirilir. Öyleyse o, elçinin elçisidir.
Meleki ruhların kulların kalplerine inmesi, nefsi natıkaya ilahi isimlerin talim ettirilmesidir. Rab olan Allah’ın emriyle inerler. Hem Rububiyetini hem uluhiyetini nefse tatbik ederler. Vahiy indirilenin suretini suretleri için müşahede ederler. Bu suretlerden hareketle onların yeryüzündeki sahiplerine iner ve kendilerine (nefse) aktaracakları şeyleri aktarırlar. Aktarılan şeriat ve vahiy diye ifade edilir. Bu ilahi isim ve sıfatların gerçek hüviyetle suretlenmesinden ibarettir. Bu hakikat nitelik hükmüyle Hakk’a ait ise Kur’an, Furkan… diye isimlendirilir. Hakk emir verdiğinde, Cebrail’in Hz. Muhammed’e Rabbinden aktararak söylediği hususları içerir. Bu nedenle onu Kur’an’dan saymıştır. “O hevasından konuşmaz, konuştuğu ancak vahy iledir” (Necm/3-4)ayetleri bu hakikati açıklar. Halbuki o cebrail’in aktarmasıdır. Kaynak ise Allah’ın Zatıdır. İsim ve sıfatları ve fiilleri zuhura çıkmıştır.
Bu durum “Rabbinin emriyle ineriz, önümüzde ve ardımızda olanlar O’nundur. Rabbin unutan değildir” (Meryem/64) ayetinde belirtilir. Allah Cebrail’in Hz.Muhammed’e talim ettiklerini unutmaz. Bu Allah’In gerçek ve tek varlığından gerçekleşmiş bir durumdur. Hz. Muhammed’de tecelli eden Hakk’tır. O’da “Beni gören Hakk’ı görür” diyerek buhakikati açmıştır. Bunu açıklayan hususlardan birisi “hüve” zamiridir. Bu zamir, ya hayalde veya duyuda idrak edilen suretlerde böyle inebilir ve suretin görünmesi esnasında “HÜVE” diye isimlendirilir. Böylece “hüve” zamirinin o suretin ruhu olduğu öğrenilir. İnsan anlarki bu suretin gerçek anlamını Allah bilebilir. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Gaybin anahtarları O’nun katındadır. Onları sadece kendisi bilebilir” (Enam/59).O’nun katında bulunan kimse, hüve gibidir ve bilinmezdir. Dolayısıyla O’nun katındaki şeyde bilinmezdir. Bir şey gaybte gayb ise, şehadet onu bilemez. “HÜVE HÜVE” hakikatiyle izafi hüviyet, ilahi hüviyette kaybolmuştur. Suretlere gelirsek, suretler nispet edilir ve gayb bir mekan gibi düşünülür suret kalktığında, gayb de kalkar. Çünkü perde ortadan kalkmıştır ve artık gayb veya şehadet diye nitelenmez.
Çünkü şehadet suretlerden ayrılmaz. Suret bir şeyi gayb haline getirir. Bu menzil sırların ve hakikatlerin açıldığı menzildir. Meleklerin bazen insan suretinde vahyi getirmelerinde ki sırda bu anlatılanlarda gizlidir. Allah alemdeki her suret için bir ömür yaratmış ve dünya ve ahirette her suret o ömürde sonlanır. “Dehr” isminin etkisidir. Suretleri kabul eden “ayan “ (cevherler) ise bunun dışındadır. Çünkü cevherlerin eceli yoktur. Senin ayan-ı sabiten ve onun izdüşümü olan nefsi natıkanda cevherdir. Onlar ebedi hükmü altındadır. Onlar, Allah’ın kendilerini yarattığı ilk andan itibaren onlar süreklilik ve beka özelliğine sahiptir. Cevherlere sonradan sırayet eden arazlar ise belli bir ecele ve ömre sahiptir. Bu ise, o surette etki süresidir. Allah katında belirlenmiş süre geldiğinde suretde kaybolur ve cevher başka bir suret kabul eder. Öyleyse cevherler için belirli bir süre ve ömür, bir sureti kabul etmekle ilgilidir. Nitekim surette belli bir süreyle bu cevhere ait olmayı sürdürür. Tıpkı nefsi natıkanda tecelli eden ilahi isim ve sıfatların suretlenmesi gibi. Belli bir süre belli isimlerin etkisi olur, sonra değişir başka isimler yerini alır. Nefsi natıkan ise asli üzere kalır. Yunus’un “her dem yeni doğarız bizden kim usanır” buyurduğu hakikat budur.