Nurlar iki kısımdır. Bir kısmı asli nurlar, diğer kısmı ise oluşun karanlığından doğan nurlardır. Senin nefsi natıkanda Allah’ın asli ilahi nuru dürülüdür. Nura örnek olarak şu ayeti örnek verebiliriz: “Onlara bir ayet de gecedir. Ondan gündüzü çıkartırız, onlar karanlıkta iken” (Yasin/37). Başka bir ayette ise “O, sabahı çıkartandır, geceyide dinlenme olarak yarattı” (Enam/96) buyurulur. Buna benzer başka bir ayette Allah Teala şöyle buyuruyor: “Onun ayetlerinden biriside, sizin için nefislerinizden kendilerinde sakinlik bulacağınız eşler yaratmasıdır” (Rum/21). Bunun anlamı batınen nefsi natıka nuru, zahiren doğum nurunu elde etmesidir. Bu zamana tabi olan bir nurdur. Nefsi natıka nuru peygamber için ismet (korunma) veli için sakınılma nurudur. Bu nur, tam keşif ve haya duygusu verir, çünkü nur keşfeder ve keşfi sağlar. Bu nedenle ariflerin nefisleri nurlar ve onların mertebelerine doğru karanlıktan nura doğru yönelirler. Bu nefsi natıkanın halkedilişindeki hikmettir. Nur ve nefse nefh edilen ruh arasında karşılıklı ilişki gerçekleşir. Ona ünsiyet eder ve ondan yararlanılır.
Tecelliler ile nur ilahi mazharlarda zuhura çıkar. Asli nur, onlarda gizlidir ve bize görünmez. Ehli görebilir. Tecellinin gerçekleştiği suretler ise izhar edenin kendisinde (nefsinde) zuhur edeceği yerdir. Bu nurla mazharları görebiliriz. Bu nedenle mazharlar, sahih bir ilişki nedeniyle idrakimiz gerçekleşsin diye suretlerle sınırlandırılmıştır. Çünkü burada amaç kendinden ve kendisinden meydana gelen şeyden faydanın gerçekleşmesidir. Bu nur eşyaya yayılmıştır. “Genel vücud tecellisi” olan nefesi rahman bu nuru her zerreye ulaştırır. Öyleyse yararlar ancak bu nurla gerçekleşir. “Yaratma ve emir O’na aittir. Alemlerin Rabbi mübarektir” (Araf/54) ayetinde nefesi rahman nurunun her zerreye O’nun vesilesiyle sirayet ettiği vurgulanır. Burada alem “Rab” ismine bağlıdır. Rabbın ilahi hükümlerini belirleyen ise Kur’an’dır. Yaradılış alemi nurdan uzaklaştıkça özü gereği kötülüğe meyleder. “Allah bozguncuları sevmez” (Maide/64) buyurarak karanlıktan nura hareket etmeniz ve iyiliği talep etmeniz istenmektedir. Öyleyse insanda ortaya çıkan kötülükler doğasından kaynaklanırken, onda ortaya çıkan iyilik ise ilahi ruhundan ve nurundan kaynaklanır.
“Bütün iyilikler Allah’tandır” (Nisa/79) bu hakikati anlatır. “Sana isabet eden kötüük nefsindendir” (Nisa/79) buyurularak nurdan uzaklaşıp karanlığa gömülen nefs kastedilmektedir. Bütün akıl sahiplerinin bu zikredilen nuru ortaya çıkararak, bu nur ile kendilerin kötülüklerden korumaları gerekir. Bunun yolu ise nefs tezkiyesidir. Bütün kötülükler halk alemine, bütün iyilikler ise emir alemine aittir. Emir alemi ve halk alemini irtibatlandıran ise ilahi hükümleri kendinde barındıran Kur’an ve Sünnettir. Bu nedenle “emre itaat” edilmesi bu nurun zuhuruna neden olur.
Gerçekte kötülük ve iyilik (hayır) denilen şey, bir takım hususlarla ilgilidir. Bir şey ya peygamberlerin vasıtasıyla bildirilmesiyle iyi veya kötüdür. Ya da fıtrata uygun olup olmama durumuna göre iyi ve kötüdür. Bütün işlerin kaynağı, özü gereği varlığı zorunlu olan Allah’tır. O, kendisinde kötülük bulunmayan sırf iyiliktir (hayr-ı mahz). Alemdeki kötülükler ise bir takım nispetlerdir. Bu nedenle Allah şöyle buyurur: “Deki: hepsi Allah katındandır” (Nisa/78). Senin katında olmakla nitelenen şey, senin aynın değildir. Bu nedenle iyilik Hakk’ın fiilidir. Halbuki kötülük bir fiil değil, salt kötülüğün aslıdır. Bu idrak edilirse kişinin fiillerdeki rolüde anlaşılır.
İyilik nurun özelliği, kötülük zulmetin, karanlığın özelliğidir. Allah bize zulmetten nura yönelmemizi emretmektedir. Emre itaat ise mutlak iyiliği ortaya çıkarır.
“Hakk’tan sonra dalaletten başka ne kalır. O halde nasıl yüz çevirirsiniz” (Yunus/32) ayeti bir bakıma bunu ifade eder. Hakikatler ise tam iyilik olup Hakk’ın fiilidir.
Kötülük bilgisiyle iligili husus, hamdın ters çevrilmesidir (zıddıdır). Allah “nankörlük etme” (Bakara/102) buyurur. Zira hamdın tersi nankörlüktür. Allah bunu nahoş karşılamış. İlahi nurla ülfete ve beraberliğe teşvik etmiştir. Bunları düzenleyen ise Kur’an ve Şeriat-ı Muhammediye’dir.
Kişinin himmeti ise nefsi natıkasında dürülü olan ilmi nuru açığa çıkarmaya yönelik olmalıdır. Bu gerçekleştiğinde iyilikler neftsen zuhur edecektir. Nefs karanlıklar içinde kalırsa kötülük kaynağı olacaktır. Bunu belirten ayetlerde: “Nefsini arıtan kurtuluşa erer. Nefsini karanlıklara gömen ise ziyandadır” (Şems/9-10) buyurulmaktadır.