Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

insanı kamil

İNSAN-I KAMİL

ZİKRİ:                          ALLAH

ALEMİ:                         Tüm alemlerde gereği gibi hareket (tecelliye hakkıyla riayet etmek)

Kelime-i Tevhid:            Lâ ilahe illallah muhammeden resulullah

Kelime-i Şehadet:          Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu

Özel Tevhid Zikri:          Lâ ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir.

Özel Tevhid Zikri:          HU HU ALLAH HU

İDRAK AYETİ:               “ve ma erselnake illâ rahmetenlil âlemin (Enbiya/107)

Mealen:                      “Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”

İDRAK AYETİ:               “Kul innemâ yuhâ ileyye ennemâ ilahüküm ilahün vahid fehel entüm müslimün”                                    (Enbiya/108)

Mealen: “De ki: Bana, sadece sizin ilahınızın yalnızca tek bir ilah olduğu vahiy edilmektedir. Hala boyun  eğip teslim olmuyor musunuz?

İDRAK AYETİ: “Ve ma remeyte iz remeyte ve lakinnallahe rema” (Enfal/17)

Mealen: “Attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı”

İDRAK HADİSİ: “Men reani fekad reel Hakk”

Mealen:”Beni gören ancak Hakk’ı görmüş olur”

İDRAK AYETİ: “Lekad câeküm rasulün min enfüsiküm azizün aleyhi mâ anittüm harisün aleyküm bilmümine rafun rahiym” (Tevbe/128)

Mealen: “Yemin olsunki size nefsinizden aziz bir resul geldi, sizin sıkılmanız onun zoruna gider, size çok düşkündür. Müminlere karşı çok şefkatli çok merhametlidir”

YAŞANTISI: Daha evvel Hakk’ta ve Hakk’la baki “bakabillah” hükmüyle yaşayan salike, bu mertebede yeni bir elbise giydirilip, tekrar beşeriyet alemine gönderilir.

Bu makamda Hz. Ali (kv): “esseyrü anillahi huve’s seyru bir rucu’i fi makami el farki vel cem’i littekmil vel irşad” buyurulmuştur. Yani seyri anillah (Allah’tan seyr) ahadiyet makamından vahidiyet makamına, irşad ve süluku tekmil için cem makamından fark makamına manen nüzul etmektir.

Dışı Şeriat-ı ve Sünneti Muhammedi-i, içi Hakikat-i Muhammedi ile bezenmiş olduğu halde halka çok yumuşak ve müşfik bir şekilde yaklaşıp bu özelliklerle davranmaktır.

İstidat ve kabiliyetleri olanları ellerinden tutup daha evvelce kendi geçtiği yolları takip ederek Hakk’ın huzuruna çıkarıp Miraç ettirmeye çalışır. Son derece geniş ihatası olan, tüm taayyün mertebelerini bünyesinde bulunduran bir mertebedir. Buradan sonra kişi kemal ehli olup, başkasına ihtiyacı kalmaz. Sözleri genellikle ilhamdır. İstidadı nispetinde son nefesine kadar mertebesini geliştirebilir. Bu mertebenin sonu yoktur.

En baştan başlayıp nefs-i emareden yola çıkan salik, nihayet epey uzun çalışma ve gayretlerden sonra Hakk’ın izni ve yol göstericisinin himmetiyle eğer bu mertebeye ulaşabilirse çok değerli bir iş yapmış olur, bu değeri madde aleminin maddi kıymetleri ile ölçmek imkansızdır.

“Çık aradan kalsın yaradan” sözleriyle belirtilmek istenen, izafi varlığının yukarıda gösterilen yollardan geçerek, ilahi hüviyete kavuşması neticesinde, zaten Hakk’ın olan varlığını, gerçek hali ile idrak edip bütün varlığında O’nun hareket ettiğini, O’nunla kendinden başka bir şey olmadığını anlayıp bu Hakkani hüviyeti, vasfı ile tekrar kesret alemine dönen kişi, deryaya ulaşan suyun, buhar haline gelip, bulut olup, tekrar yağmur haline gelmesine benzer.

O yağmur tanesi sağda solda kalmış yağmur damlaları ile birlikte bir dere oluşturur, dere nehre, nehir tekrar denize ulaşır. Bu böylece devam eder gider. Kim ki bu dönüşümü idrak eder, alemin sırrını çözmüş demektir.

İlahi hüviyet ve vasıflarla Zat aleminden beşeriyet alemine dönen ilk yüce insan “İnsan-ı Kamil” Muhammed Aleyhisselamdır. Alemlerde onun özel mertebesine ulaşmanın kimse için yolu yoktur. O’ndan veraset alan İnsan-ı kamillerden sonra bu mertebeye ulaşan kimseler ise Kamil İnsan’lardır.

İşte halk içinde bunları tanımak pek mümkün olmaz. Çünkü bütün vasıflarla birlikte olduklarından, belirli vasıfları yoktur. Bu kişileri ancak irfan yoluyla anlamak mümkün olur. Bu kişileri ancak irfan yoluyla anlamak mümkün olur. Kim ki bunları bulur ve uyar işte onlar, azim ve gayret ile zaman içerisinde o kervanda yol alarak menzillerine ulaşabilirler.

Bu mertebenin özelliği “Cem ül Cem” yani toplamların toplamıdır. Varlığında “efal” alemi, “esma”alemi, “sıfat” alemi ve “zat” alemi cem edilmiştir.

Dışı her ne kadar beşeri sureti görüntüsünde ise de; içi tamamen Hakk’ın tüm mertebelerini ihata etmiş bilinmez bir sır deryasıdır.

Hakk onda her mertebeden gerektiği gibi zuhur eder. O da her tecelliye hakkını vermiş olur. O, alemde Hakk’tan başka hiçbir şey müşahede edemez. Her müşahede ettiğinin ilahi hüviyetin kendi mertebesinden Allah ismi camisi ile isim ve sıfatlarının oluşturduğu izafi hüviyetlerden ve tümünün ilahi hüviyeti temsil ettiğinin idrakindedir.

Beyazıd-ı Bestaminin dediği “kırk sene varki halk beni kendileriyle ünsiyet eder zannediyor, halbuki ben Hakk ile ünsiyetteyim” sözü ve yaşantısı bu mertebenin halini pek güzel anlatır.

Bu mertebenin ehli “nasa akılları düzeyinde hitap ediniz” hadisi şerifinin hükmü ile, karşısına gelen kimse hangi akıl düzeyinde ise onun mertebesini bilir ve o kişiyi o mertebeden hitap eder. Eğer kabiliyetli görürse az daha üst mertebeden hitap ederek oraya doğru yükseltmeğe çalışır. Eğer kabiliyet ve gayret görmezse rengine boyar ve o kişiyi olduğu yerde bırakır.

Bu mertebenin ehilleri, “marifetullah” hükmüyle, Allah’ı, Kur’anı ve hadisleri her mertebede idrak eder ve her mertebenin hakkını vererek yaşar. Cami ismiyle toplayıcıdır. Bütün varlığa faydalı ve merhametlidir. O kişi şu ayetteki, “O kendiliğinden konuşmamaktadır, onun konuşması ancak kendisine bildirilen bir vahy iledir” (Necm/3-4) tecellisinin bereketi ile “Makam-ı Muhammed” den aldığı yansıma ve ilahi bir lütuf ile aşağıdaki güzellikler gerçekleşmektedir.

  1. İşte ancak bu sözler gerçek hedefi bulur.
  2. İlgili mahalde “Nuru Muhammediyye” yi parıldatmaya başlar.
  3. Ancak bu sözler kalplere şifa, gönüllere safa, ruhlara beka kazandırır.
  4. Ham meyveyi oldurur, ölmüşü diriltir.
  5. Dünya sarhoşunu ayıltır, ahiret sarhoşunu uyandırır.
  6. Uyuyanı uyandırır, atılı harekete geçirir.
  7. Yolcuyu menzile ulaştırır.
  8. Dargınları barıştırır, aşıkını maşukuna kavuşturur.
  9. Mahcubların perdesini açar.
  10. Ümitsizleri ümitlendirir.
  11. Cehli ilme dönüştürür.
  12. Pulu altın eder.
  13. Kulu sultan, sultanı insan eder.
  14. Sözleri pahası bulunmaz değerlerdir.

Bu kimseler ancak “Allah zikri” “Allah muhabbeti” ve “Allah sohbetiyle” huzur bulurlar.

İşte gerçekte sadece bunlar “abduhu” ve “resulühu” olarak yaşarlar.

Zira bu ehil kimseler;

“Bu anda mülk kimindir?” (Gafir/16) sorusuna muhatap olmuşlar ve Allah’ın kendi kendine cevabıyla “(Mülk) Vahid ve Kahhar olan Allah’ındır” (Gafir/16) cevabını idrakle nefislerinde yaşamışlar, tükenip, helak olup bitmişken, Cenab-ı Hakk kendi varlığından, hüviyetinden yeni varlık ve hayat verip “sıbgatullah” a yani “ilahi boya” ya boyamıştır. Böylece içinde ve dışında bulunan sıfatları değişir. Kur’anda şöyle buyrulur:

“O gün yer başka bir arz ile, semalarda başka semalar ile değişir. Vahid ve Kahhar sıfatıyla Allah meydana çıkar” (Hicr/48)

O kişiye ilahi hüviyetle Hakkani göz, Hakkani kulak ve Hakkani lisan verilir. O’nunla yokluktan varlığa, ayrılığa gelmiş, böylece bütün eşyada lisansız olarak sual-cevaba başlamıştır. Bu uyanıklık ile anlayışı ve bilişi tamdır. Bu hal sadece ilmel yakîn değil, onun üstünde aynel yakîn ve Hakkel yakîn halidir. Bu nedenle bilirki, ilham veren O, irşad eden O, hidayete erdiren O olur. Bu nedenle gerçek kul olup “abduhu” olurlar ve bu uyanıklık ile başkalarınada bu haberleri ulaştırmak için Hz. Resul’ün (sav) verasetiyle adeta “resuluhu” olurlar. Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi’den haber verirler. Bu ehil kişi peygamberler varisidir. Hakikat-i Muhammediye’ye vasıl olmuştur.

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri buyururki; “Bir kemal sahibi “HU” dediğinde, dediği “O” kendisi olur ve izafi kişiliği, izafi hüviyeti tamamiyle ortadan kalkmış olur. Şunu anlarki, bu hal marifetullah sırrındandır, herkes bunu bilmez. Ehlullahdan hiçbir kimse bu hale işaret dahi etmemiştir… ya sırrı açma endişesinden, ya korkudan, yada tehlikeli olduğunu düşündüklerinden… Zira bu halde onu kulun lisanından söyleyen Allahu Tealadır! Buna gizli ifade denirki, manası söyleyende zahir, gayrıda ise gizlidir”

Bu halin hakikatini beyan için biraz daha açmak gerek.

Kemal sahibi “Hu” dediğinde, o anda kendi varlığını tamamiyle ifna eder…

Ölmeden önce öl” hadis-i şerifince varlığını yok etmiş olur ki, bu da ölüm demektir. Yani izafi hüviyetini ilahi hüviyete tamamiyle bağlamış, bütünleştirmiştir. Bu ise irade ile olur. İradi ölümdür. Zahiren ve batınen varlığından eser kalmayıp, başsız ve ayaksız, kimliksiz kendisini “Hu” deryasına bırakır. Böylece boğulup yok olur. Nam ve nişanı kalmaz. Bu devreden sonra kendisi “Hu” olur. Zuhura tüm esma ve sıfatları içeren “Allah” Zati ismiyle çıkar. “Hu” ile deryaya düşen ise deryanın aynı olur. Deryayı “Hu” dan maksat, deryayı “Vahidiyettir”. İlahi aşktır. Mutlak Vücud’tur. Nur deryasıdır. Birlik alemidir.

Hazreti Resulullah bizleri irşad için dualarında “Allah’ın beni nur eyle” derlerdi. Zaten nurdu ama bizlere öğretmek için böyle diyordu. Bilinmeli ki kendini “Hu” ya veren “NUR” olur. Arifibillah Zekiye Şamiye (ra) şöyle buyururlardı

                        Nefsinden kurtulur “Hu” olursun

                        Sıfatlarından kurtulur “NUR” olursun

 

Nefsin asli hakikatini idrak ile birimsel nefsinden kurtulup, onu ilahi hüviyetin vasıflarıyla donatmakla “Hu” ve “NUR” olursun buyurmuşlardır. İkisinde bir hakikatin farklı iki yüzüdür. “Hu” ile kastedilen “Allah’ın Zatı” dır. Cümle varlık Hakkın, “Ben” kelimesiyle kasdettiğim varlık dahi Hakkındır, diye idrak edip bütün varlığı kendide dahil olmak üzere Zat deryasına bırakır. “Hu” olup, “NUR” olup arınır temizlenirler.

“Hu” ismine devam edenlere bilmek gereklidir ki, “Hu” dan maksad ifade ettiği müsemmadır.

“Hu” dediği zaman ne isim, ne resim, ne zaman, ne mekan, nede nişan dahi kalmayıp; “Zatı Hu” da cümle varlığı ve haliyle kendini yok edip, abdin lisanından “Hu” diyeni “Hu” olarak bırakması gerekmektedir. Beyt:

                        Evvel ve ahir ne ki var Hu imiş

                        Batın ve zahir ne ki var HU imiş

 

Anlatılmak istenen mana hasıl olduktan sonra, “abd”, kul adı altında ister “Hu” desin, ister ”ben” desin, ister biz desin ister onlar desin mana hep aynıdır; murad O’nun Zatıdır.

“Hu” ya ilahi hüviyete ulaşan, ilahi hüviyetin temsilleri olan “Kur’an” ve “Hakikati Muhammedi” den, dolayısıyla Sünneti Muhammedi’dende haber vermiş olurlar. Zira Zatın abd’ı ve Zatın habercisi olmuş olurlar.

Akla gelen şudur ki, kul Hakkı “tekvin” etmiş olur. “Hu” dediği zamanda; sözde, halk tekvini gelir. Bunun hakikati şudur ki …”Hu” diyen kimse, eğer mürşid-i kamile yetişip kamil olmuş değilse, burada hata yapabilir. Yani salik, irfan yolcusu, mürşid-i kamil elinden aşk badesini içip, fenafillah hasıl olmamışsa “Hu” dediği zamanda, kendi zannı ve tasavvuru, itikadı ve takyidi üzere Hakkı tahayyül ve tasavvur eder, çünkü Zat-ı Mutlak’a ermemiştir. Böylecede kendi tasavvuruna göre Hakkı sınırlar ve kayd altına alır. Dolayısıyla “Hu” yu tekvin ve icad etmiş olur. Bundan sonrada kendi peydah etmiş olduğu halika ibadet etmiş olur. Gerçek Zat’a değil, Allah’a değil. Asıl kemal odur ki, kul “Hu” dediğinde tamamiyle varlığından soyunup, mahv olup fena bula, izafi benliği ilahi benlikle, hüviyette yokola. Sonra bir itikad, zan, kayd tahsisi ile kendini bağlamayıp, yönlerden hususi bir yön ile bağlamaya… ancak bunlardan sonra, mutlak rabbül erbaba bağlanmış olur ve ibadete başlar. Aksi halde, kendi zannında yaratmış olduğu mabuduna ibadet etmiş olur. O zaman Kur’andan şu ayetin sınırlarına girmiş olur: “Hevasını ilah edineni gördün mü?” (Casiye/23) Bunu çok iyi düşünmek gerekir.

Kamil insanlar kelime-i tevhidi her mertebede ve her mertebenin hakkını vererek söylerler, gerçek tevhid ehli bunlardır. Tevhidi tüm mertebelere yaymak için şu özel tevhidi vird edinirler.

“La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehûl mülkü lehûl hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir”

İlahi hüviyeti ile Allah’ın şeriki olmadığını ilan ederler. Tüm mülkünü, alemlerin ilahi hüviyeti ile tüm mertebelerden geçerek zuhura çıkarttığını ve bu nedenlerden dolayıda gerçek hamd edilecek başka bir varlık olmadığını ilan ederler. O öldürüp hayat verir. Kendi ilahi hüviyeti ile ezeli ve ebedi “hayy” olduğu, kendisi için ölümün söz konusu olmadığını ve ilahi hüviyetiyle Allah’ın her şeye kadir olduğunu idrak ederler.

Bu mertebeye gelen kişi Fatiha’nın yaşantısını en iyi şekilde idrak edendir. Fatiha’nın iki vechi vardır:

Bir kulluk “makam-ı abdiyyet”

Diğeri ilahlık “makam-ı uluhiyet”

İki yönünü birlikte idrak edip, analiz-sentez ile yaşama sokmak Kamil insana has bir oluşumdur.

Gerçek Hamd’ı ancak Hakk ve Hakk ehli yapar. Fatiha ümmeti Muhammed’e büyük bir lütuf ve hibedir.

“Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” hükmünün tecellisi risalet menbası Hz. Muhammed (sav) Efendimizin mübarek gönlünden o kişilere sirayet ettiğinden, işte o kişiler alemlere rahmet olurlar.

Allah’ın muradı, hem dünya hemde ahiret aleminde bu rahmetin tamam olmasıdır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz’e alemlere rahmet olarak gönderildiği bildirildikten hemen sonraki ayette emredilerek;

“De ki: Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Hala (Müslüman) teslim olmayacak mısınız?” denilerek ilahi rahmetin, tek ilah olan Allah’a varlığını teslim etmesiyle gerçekleşeceğini vurgulamıştır.

Teslim olup Müslüman olarak ölmek, hem dünya, hemde ahiret rahmeti için gerçek dayanak olarak belirtilmiştir. İşte bu nedenle Peygamber Efendimiz: “La ilahe illallah benim kalemdir. Oraya giren kurtulur” buyurmuştur. Ayrıca Allah Zati kelamında “La ilahe illallah işte Ben O’yum” buyurarak bu gerçeği belirtmiştir.

İşte bu nedenlerle kamil insanlarda alemlere rahmet olurlar. Çünkü gönüllerinde “Hakikati Muhammedi” nin nuru, zahirlerinde de “Şeriat-ı Muahmmedi” nin şerefini taşırlar. Cenabı Hakk bunların sırrı ve hakikatleri cihetinden halkı aleme rahmet eder, fakat alem halkı bu rahmetin nerden geldiğini idrak edemezler.

İşte yukarıda kendi izafi hüviyetini ilahi hüviyete katıp, “Hu” ya eren ve “NUR” olup Allah’ın ahlakıyla, Kur’an ahlakıyla ahlaklanan kamil insandan her zuhura çıkan Allah’ın bir muradı olmuş olur. “Attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı” ilahi hükmü bu kimselerin yaşantısını ne kadar güzel ne kadar açık olarak anlatmaktadır. “İzafi varlık ve hüviyetleri” iflas etmiş yerini “Hakk varlığı ve hüviyeti” istila etmiş, sırayet etmiş olan güzel inanlardan zuhura gelen her şey, Halık’ın bir fiili hükmüne dönüşmüştür.

İşte bu “Hakkani hüviyetiyle” kendisinde Zat, hem Zati hemde sıfati ve esmai tecellilerini zuhura getirip fiile döndürmektedir.

İşte bu nedenle Miraç’ta bu gerçeği idrak eden Peygamber Efendimiz “Beni gören Hakkı görmüş olur” gerçeğini ifade ederek bizlerede bu yolu açmış olmaktadır. Bu muazzam sırrı ifşa ederek ne büyük bir irfan hazinesi insanlığa hibe ettiği tartışılmaz.

Bu hakikatlerin bir zerresi insana ulaşırsa, o insan baştan aşağı sarsılır, çöker yere yığılır, yanar kül olur, savrulur.

Sonra tekrar zerreleri toplanır, yeni bir yapılanma ile kendine gelmeğe başlar ve gerçek Hakkani hali zuhur etmeğe başladığında kendini başka bir eda, başka bir safa, başka bir vefa, başka bir biçimde, başka bir manada, başka bir alem içre, başka bir yapıda bulur. Ve o yüce Peygamberden kendine ulaşan ilahi hüviyetinden gelen tecelli bereketiyle, “cübbemin içinde Hakk’tan başka bir şey yok” “her ne yana eğilsem, her şey ol yana eğilir” “bana bakan ancak Hakkı görmüş olur” ve benzeri sözleri demeye başlar.

Her ne kadar zahir ehli için bu sözler geçersiz isede, “Hakikat-i Muhammediye’ye ulaşmış kutlu kimseler için geçerlidir. Bu halleri ancak yaşayan bilir. Rivayet ve nakil bilgisi değildir. Müşahede ve Vehbi ilimdir.

Bu nedenle bu kişiler kelime-i tevhid’i ve kelime-i şehadeti tüm geçirdiği mertebelerin tüm bilgilerini müşahedeli olarak, büyük bir idrakle söylerler ve yaşarlar.

Şeriat-ı ve Sünnet-i Muhammediyye’yi temsil eden şeriat, tarikat, hakikat ve marifet mertebelerini haklarını vererek müşahedeli bir biçimde yaşarlar. Bu nedenle kemal ehlidirler.

Bu mertebeye eren kişinin iki vechi (yönü) vardır. Biri halka diğeri Hakk’a bakar. Nerede, nasıl gerekiyorsa o vechiyle görünür. Halkı ve Hakkı bünyesinde cem etmiştir. O’nu tanımak ve anlamak cidden çok zordur.

Kamil insan tüm mertebeleri cem ettiğinden ve Hakk’ın zuhur mahalli olduğundan O’nda tüm tecelliler hakkıyla açığa çıkar. Tecelli-i Zat, Tecelli-i Sıfat, Tecelli-i Esma, Tecelli-i Efal kemaliyle O’nda zuhura çıkar.

Bu mertebenin başka bir özelliğide “Peygamberin ahlakıyla ahlaklanın” hadisi hükmüyle Resulullah’ın ahlakı ile bezenmiş olduğu halde yaşayışı, beşeri yaşamın icapları içerisinde Hakk’ın bir yaşam tarzıdır.

Kur’anı Kerim de O’nun ahlakı övülmüş ve “Ve Muhakkakki Sen pek büyük bir ahlak üzerindesin” (Kalem/4) buyurulmuştur.

Allah’ın ahlakı: Celal ve Cemal sıfatlarıyla her mertebede o mertebenin gereği olan adaleti yerine getirmektir

Hz. Peygamberin ahlakı ise daha ziyade belirgin olarak merhamet üzeredir. Müminlere karşı merhametlidir.

“Size nefsinizden peygamber gönderildi, müminlere çok düşkün, şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe/128)

Tevhid-i Zat mertebesi talim edildikten sonra, kişiye beşeriyet elbisesi giydirilerek “efal” yani beşeriyet alemine Hakkani vasıflarıyla gönderilir. İşte burada o kişi etrafına çok müşfik ve merhametli davranır. Bu da Hz. Peygamber’in bariz ahlakından o kişiye yansımasıdır. Nefsi arınıp temizlenmiş, peygamber ahlakını, Kur’an ahlakını yansıtacak düzeye gelmiş ve bu ahlak yaşanır hale gelmiştir.

Hz. Aişe (ra) validemiz Peygamberimizin ahlakı sorulduğunda “O’nun ahlakı Kur’an ahlakıydı” diye buyurmuştur. Meseleye bu yönlede baktığımızda Kur’an Zat olduğuna ve Zat bütün mertebeleri kuşattığına göre, demek ki aynı zamanda Efal, Esma, Sıfat, Zat ve İnsan-ı Kamil mertebelerinin gereği ne ise onu ortaya getirmesi Hz. Resulullah’ın geniş manadaki ahlakı olmaktadır. Zahirde Şeriat-ı Muhammedi batında Hakikati Muhammedi hükümleri geçerli olmuş olur. Bu zatlar dışta halk ile içte Hakk iledir. Halkın ve Hakkın hüviyetlerini yakinen bildiklerinden her mevcuda yerli yerince hakkını verirler. Bu kişileri tanımak zordur, gerçek irfan ehli, vasıl kimseler bunlardır.

Halkta Hakk’ı, Hakk’ta halkı müşahede ederler. Bir başka ifadeyle kesrette vahdet, vahdette kesret yani çoklukta birliği, birlikte çokluğu en güzel şekilde yaşarlar. İlmi Zatta kesretin aynı vahdet, vahdetin aynı kesret olduğunu “Muhammedi Şuhud” ile bilirler. Daha evvelce “ehli sünnet vel cemaat” yolunu sadece şekil ve suret halinde zahirde yaşarken, bu defa “ehli sünnet vel cemaat” yolunu batını ile birlikte yaşarlar ki gerçek “İslamiyet” ve “Marifetullah” yaşamı budur.

Ahadiyet üzerine İzzet perdesi çekilmiştir. Bu perde ebediyen kalkmaz. Cenab-ı Hakkı ahadiyetinde kendinden gayrı gören yoktur. Çünkü hakayık, bu rüyete tahammül edemez. En mükemmel mahluk olan insan-ı kamil bile ahadiyet üzerine değil, vahidiyet üzerine mahluktur. Makam-ı ahadiyet, mutlak üzere olup gına makamıdır. Manayı ahadiyet insan-ı kamil hakkında sahih olmaz. İnsan-ı kamil vahid-i zamandır. İlahi hüviyeti vahidiyet üzerine taşır. Buna binaen kuvve-i vahdaniyet kuvve-i ahadiyete mukabil gelemez. Vahid dahi ahadiyete göre noksandır. Zira Ahadiyeti Zatı hüviyet için Zatiyyedir. Vahdaniyet ise Ahadiyet için bir isimdir. Bu nedenle ahad ile tenzihte gelmiştir. Ahadiyet mevcut üzere itlak olunmuştur. Bu itibarla ahadiyet tüm mevcudata saridir, sırayet etmiştir demektir. Ahadiyetin cem-i mevcudata sereyanı öyle bir şekilde vaki olmuştur ki, halk bunu tam manasıyla idrak edemez. Sadece Cenab-ı Hakkın dilediği kimseler bu sereyana agahtır. Bu özelliği ise Kur’anda: “Rabbin ancak kendisine ibadet edilmesini kaza eylemiştir” (İsra/23) ayetiyle bildirmiştir. Mabud olan sırr-ı matlubdurki sırrı ahadiyetten ibarettir. Özetle mabud olan Rabdır, Allahu Teala ise umumu camidir. Buna binaen Cenab-ı Hakk “Rabbine ibadette hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın” (Kehf/110) buyurmuştur. Çünkü ahad şirki kabul etmez. Ahad kendi Amâ mertebesinde daima baki ve zevalden münezzehtir. Gerçek tenzihte bu mertebeye racidir. Bu makamda tecelli ebediyen sahih olmaz. Onun için bu makamın hüviyeti daima örtülü ve mechuldür. Bu nedenle hüviyet gaybı adı verilmiştir. “Künhü zatını idrak edemedik” buyurulmasıda bu makam içindir.

İnsan-ı kamil; mutlak-mukayyet, cisim-ruh, mana-hakikat, zahir-batın, ilahi-kevni her şeye Zati bir beraberlik ile eşlik eden kimsedir. O her şeyle Zatı ile beraberdir. Herhangi bir şeye nispet olunan her durum, o şeyde taayyünü açısından onun vasfıdır. Taayyünsüzlüğü açısından ise, onun hiçbir hasebi, ismi, sıfatı, hükmü, nispeti, eseri ve teessürü yoktur.

Ne vakit abd, kendi nefsini Rabbinin huzurunda kendinden atar yani Hakka teslim ederse ve Rabbinin kapısı önünde fakr ve zillet ile olursa, varlığını teslim ederse o kimse şüphesiz merhumdur. Allah’a fakr ile teslim olan ise izzet ile kaimdir. Abd zillet izhar edecek olursa aslına rücu etmiş tekebbür eylerse kendi aslından çıkmış olur. Kendi aslından çıkan kimse nefsine zulmetmiş, kendini zahmete, yorgunluğa terk eylemiş olur.

İnsanın Hakkı tevhid etmesi üç kısımdır:

  1. Tevhid-i ilmidir.
  2. Tevhid-i halidir.
  3. Tevhidi-i ilmü ledünni hakikidir.

1-) İlmi evvel tevhid-i delildir. Bu tevhid avama, zahiri alimlere mahsustur.

2-) Tevhid-i halidir: Bu dahi Hakk Tealanın senin zatın olmaktan ibarettir. Yani sen “O” olmaktır. Sende sen olmak değildir. ”Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17) ayetinin sırrıyla tahakkuk eylemekten ibarettir.

3-) Tevhid-i halinden sonra olan ikinci ilimdir. Bunuda tevhid-i müşahede denilir. Bunun sırrı eşyayı ilahi vahdaniyetle müşahede eylemek “BİR” den başka bir şey görmemektir. “Vahdet-i şuhud” ve “Vahdet-i Vücud” ilmidir.

İnsan-ı kamil, ilahi suret yani ilahi isim ve sıfatlar üzerine mahluktur, taayyün suretidir; Zat isminin görünme yeridir. Cismaniyeti ve hakikati üzere “Allah” ismi camisinin mazharıdır, gölgesidir. Bundan dolayı İnsan-ı Kamil’den “Allah” toplayıcı isminin hükümleri ve eserleri açığa çıkar. İnsan-ı Kamil’in Hakk’a benzeyişinin sırrı budur. Bu benzerlik, Mutlak benzeyiş değil, kayıtlı bir benzeyiştir. Mutlak oluş, uluhiyeti Zatına mahsustur. Peygamber Efendimiz (sav); “Künhü Zatını idrak edemedik” diyerek bu özelliği de vurgulamıştır.

Hakiki İnsan-ı Kamil Peygamber Efendimiz (sav) dir. O, asaleten insanı kamil olup, varisleri vekaleten insanı kamildir. Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:

-       Allahü Teala Adem’i Rahman sureti üzerine yarattı

Diğer bir hadisinde ise;

-       Allahü Teala Adem’i kendi sureti üzerine yarattı.

Bunun oluşu şöyledir:

Alahü Teala diridir, Alimdir, güçlüdür, diler, işitir, görür, konuşur. İnsan dahi aynıdır. O da diridir, alimdir… Sonra; İnsan Yüce Allah’ın hüviyetini hüviyeti ile; benliğini benliği ile; Zatını zatı ile; külliyetini külliyeti ile şümuluni şümulu ile; hususiyetini hususiyeti ile karşılar.

İnsanı kamil, Zat’a bağlı ilahi isim ve sıfatları Hakk etmiştir. Onun bu Hakk edişi, asalet ve mülk yolu ile böyledir.

İnsan-ı Kamil’in Hakka karşı misali aynadır ki; Bir şahıs aynaya baktığı zaman, onda ancak kendi suretini görür, yoksa kendi suretini görmesi mümkün olmaz. “İnsan-ı Kamil” olmasaydı, Allah ismi aynasında kendi suretini görürdü. Zira Allah ismi kendisine bir aynadır. “İnsan-ı Kamil” dahi yüce Hakkın aynasıdır. Yüce Hakk dahi aynen İnsan-ı Kamil’in aynasıdır. Yüce Hak, kendi Zatına vacip kıldı ki; isimleri ve sıfatları ancak “İnsan-ı Kamil” de görüle.

“La ilahe illallah” fenayı, “Muhammeden Resulullah” bekayı oluşturur. Birlikte toplanıp, fena-bekabillahı tek bir noktada, Ahadiyeti Zatta toplar. Hüviyet gaybı olan bu nokta sırrı-Zatı oluşturur. Bu nedenle hüviyet gaybı, Mutlak Zat tam manasıyla idrak edilemez. Hz. Resulullah (sav) “Künhü Zatını idrak edemedik” buyurarak bu mertebeyi belirtmiştir. Bu noktadan, Mutlak Zattan olan tecelliler “Allah” ismi camisi ile taayyün eder. Hüviyet gaybından, Zatı Nefsinden oluşan tüm izafi hüviyetler kendi mertebelerinde Allah ismi camisinin toplandığı ilahi isim terkiplerinden oluşur. “Hu Hu Allah Hu” zikri Tek Ve BİR Vücudda, hüviyette; Allah ismi ile zuhura çıkan isimleri ile müşahede edilir, idrak edilir. Bu tek vücud-hüviyet evveli, ahiri, zahiri ve batını tek bir “Zat noktası” nda toplar. Hüviyetler gaybden şehadete taayyün mertebelerinde zuhura çıkan Allah isminin, tüm ilahi isim ve sıfatların, şehadet edilmesinden ibarettir. İnsanı kamil, “Abduhu ve resuluhu” ünvanıyla en kemalli zuhurudur Hakkın. Bu nedenle Hz. Resul (sav) “Beni gören Hakkı görmüştür” buyurmuştur.

Hz. resulün nefsini temsil eden hüviyeti Hakkın Zatı Nefsinden halkedilmiş olup, Zati hüviyetin aynasıdır. Bu nedenle “abduhu” ve “resuluhu” dur. “Hu” dan ibaret “Nur” deryasında hakikati ile “Allah” isminin, vücudu ile “Rahman” isminin mazharıdır.

Nübüvvetin batını velayetir ki “lâ ilahe illallah” tır. Nübüvvetin zahiri “muhammeden resulullah” tır. Bu ikisi cemul-cem mertebesinde birleşir. Ahadiyeti Zatın Mazharı Muhammedi ile açığa çıkışıdır. “La ilahe illallah”  feyzi akdesten Ahadiyeti Zat kaynaklanır, kalbi işletir. “Muhammeden Resulullah” feyzi mukaddestir. Şeriat, tarikat feyzi mukaddes olup, zahirdir. Hakikat, marifet feyzi akdestir, batındır. Hakikati Muhammedi tüm bunları içeren hakikattir. Feyzi akdesten gelen tevhid, ilmi ledün, ilahi esrar ve marifetlerdir. Feyzi mukaddes Hakikati Muhammediden zuhura çıkan bu marifetlere ilişkin şeriati Muhammediyedir. Tüm bu hakikatlerin merkezi hakikat-i insaniyemiz olan nefs-i natıka olup, aslı bakidir.

İnsan-ı kamil Rabbülalemini “hüve” ile bilip ve onu ancak Allah’a raci kılıp vahdeti vücuda ulaşıp masiva görmezler. Sadece Hakkı müşahede ederler. Bu nedenle Hz. Ali (keremallahu vechehu) “Görmediğim Allah’a ibadet etmem” buyurmuştur.

Her birimsel nefsin ilahi hüviyetten hissesini yansıttığını idrak eden arifibillah her nefse Hakk ettiği değeri ve Hakk ettiği kazanımları yerli yerince verir. Bu makamda Muhyiddin-i Arabi Hz. (ks) şöyle buyurmuştur. “Gönlüm bir ceylana mera, ruhbana manastır, mümine Kabe, ehline Kuran olmuştur”. Arifibillah “Allah” ismi camisinin varisi olarak, her nefse Allah isminin içindeki diğer ilahi isimleri sunmada son derece cömerttir. Bu nedenle “alemlere rahmet” olmaktadır.    

Allah lafzının sonunda ki “he” yani “Hu” nun “hüviyeti mutlaka” olduğunu ve kendi hüviyetlerinin bü hüviyetin kendi mertebelerinde izafi ve itibari hüviyetler olduğunun idrakine vararak, kelime-i tevhidi ve kelime-i şehadeti müşahedeli ve kemal özelliklerle zikrederler.

Bu mertebenin sahipleri, “Hüviyet-i Mutlaka” dan buldukları kendi gerçek hüviyetleri ile yaşarlar, diğerleri gibi zanni ve hayali hüviyetleri ile değil.

Kendilerine verilen bir Hakkani elbise ile halkın arasına Hakk ile dönerek bulundukları yerde “mertebe-i Muhammediye” nin temsilcileri olurlar.

İnsan-ı Kamil mertebesi, Mutlak Vücud’un en son tecellisi ve mazharlarda zuhuru bakımından en son libasıdır (örtüsüdür).

Şehadet aleminden ibaret olan cismani, “Misal” ve melekler aleminden ibaret olan nurani alemleri, “Ruhlar aleminden” ibaret olan ruhani “İlim alemi” nden ibaret olan “ilm-i ilahi”, “ayan-ı sabite” ve “vahdet” mertebelerini “izafi yokluk ve zulmet” mertebelerini dahi kendinde toplayan bir mertebedir.

Mutlak Vücud, bütün ilahi sıfat ve isimleri ile şehadet alemi her ne kadar ilahi isimlerin hüküm ve eserlerinin zuhuruna müsait bir “ayna” gibi isede, tam cilalı ve parlak bir ayna değildir. Adem’in yaratılması, zuhuru ile alem, cilalı ve parlak bir ayna durumuna gelmiştir.

Alemin özü olan ve kendinden önceki mertebeleri kendinde toplayan Adem de Hakk, kendi suretini yani sıfat ve isimlerini en mükemmel şekilde müşahede eder. Fakat bu müşahede, uzaktan ve kendi vücudunun dışında bulunan bir şeye bakış gibi düşünülmemelidir.

Zira bütün mertebeler Mutlak Vücud’un ilahi hüviyetiyle her mevcudun izafi hüviyete bürünmesinden başka bir şey değildir. Her bir mertebede tecelli eden ve zuhur eden de bu Vücuddur, ilahi hüviyettir. Bunu idrak ettiğinde Hz. Ali (kv) Efendimizin bir kuyuya giderek, içine “Hu” diye ses verdiği, kuyununda bu sesin yankısıyla tüm alemlere “Hu” sesini yaydığı rivayet edilir. Ayrıca Hz. Ali (kv) Efendimiz: “Ya Hu, Ya men Hu, Hüvellahüllezi lâ ilahe illa hu” zikri ile dua etmiştir. Bunun nedenini soranlara bu zikri ism-i azam olduğunu ifade etmiştir.

Yukarıda bahsedilen müşahede Hakk’ın bütün zerrelerde zatı ile zuhur ve huzuru ile vuku bulan “zevki” ve “vicdani” bir müşahededir.

Allah her zerrede, Zatıyla kaim, Vücuduyla mevcut, sıfatıyla muhit ve tecelli, esmasıyla malum ve tecelli, kudretiyle fail, fiiliyle zahir, eserleriyle meşhud ve batını ile sırdır.

İnsan-ı Kamil bütün ilahi isimlerden ibaret olan “ilahi sureti-hüviyeti” kabüle müsait taayyüne sahiptir. “İlahi emanet” i taşımaya ehil olarak yaratılmıştır, zuhura getirilmiştir. Kendisinde ilahi sıfat ve isimlerin hükümleri fiilen zahir olur. Diğer insanlardan ise, bu ilahi sıfatların hükümleri kısmen zahir olur.

Allah’ın şehadet alemindeki tecellisi, sıfatları, isimleri ve fiilleri iledir.

İnsan-ı Kamil bütün alemlerin hülasası olduğu için O’nda “Zati tecelli” ile beraber, sıfatlar, isimler ve fiillerin tecellileri toplanmıştır.

İnsan-ı Kamil mertebesindeki kemal ve zuhur diğer mertebelerde müşahede edilmez. Her mertebede mertebenin istidat, kabiliyet ve özellikleri kadar müşahede edilir.

Varlıkların her biri “ilahi nur” un aynası olmakla beraber, “cihanı gösteren kadeh ve alemi gösteren ayna” “Adem” yani insan-ı kamildir. Onda ilahi sıfatların nurları tamamiyle zahir olmuştur. Nur, kendi cemal ve celalini “İnsan-ı Kamil” de görmüştür.

İnsan-ı Kamil’e yukarıda zikredilenlerden başka daha birçok isim verilmiştir. O’na “Zıll-i ilah (İlah’ın gölgesi)”, “Zıll-i memdud (yayılmış gölge)” ve “zıllullah (Allah’ın gölgesi)” isimleride verilmiştir.

Hz. Mevlana (ks) mesnevisinde “Tanrı’ya kul olan hakikatte Tanrı gölgesidir. O, bu alemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir” diyerek, Tanrı gölgesi (Saye-i Yezdan) tabirini “kul” hakkında kullanmıştır ki, İnsan-ı Kamil ile aynı manadadır.

Nefs, Şehadet aleminden Zata doğru manevi uruç (yükseliş) suretiyle aslına ve menşeine dönmüş olur. İnsan bu mertebeleri ve bunların birbirlerine nispetle durumlarını müşahe eder ve bilir. Nefs-i Natıka aracılığı ile insan şu ilme ulaşır:

Şehadet aleminde algılanan her bir mevcud, “misal” ve “hayal” mertebesinde mevcud olan latif bir varlığın suretidir;

Bunlar ise;

“misal” ve “hayal” “nur alemi” nin suretidir. ”nurlar” ise “ruh alemi” nin suretidir; “ruhlar” ise “ayan-ı sabite” suretleridir; “ayan-ı sabite” ise “ilmi ilahi” suretleridir; “İlmi ilahi” ise “genel vücud tecellisi” olan nefesi rahman ile vücud bulan İlmi Zatta mevcudların vücud bulmasıdır.

İnsan-ı kamilin hüviyetinde tüm bu mertebeler cem edilmiştir.

Böylece irfan yolcusu salik, nefsinde cümle esma-i ilahiyenin eser ve hükümleri zuhur ettiğinde, o hakikatiyle Hakk, suret ve zahiriyle halk olur.

Kendisinde Hakk’ın bütün mertebelerinin ahkamı toplanmış olduğundan o sureti ilahiyye üzere bütün halka Rahman olmuş olur. Zira İnsan-ı Kamil zahiri ve batını ile halka rahmettir.

Muhiyiddin-i Arabi bu makamda; Kalbim her surete bürünür oldu. Bir ceylan mera, bir ruhbana manastır, putlara ev, tavaf edene Kabe, Kur’anın bir mushafı oldu” buyurmuştur.

Ayrıca Arifi Rabbani Hz. Ali (kv) “Devan sendedir bilmezsin. Hastalığın sendendir görmezsin. Kendini küçük bir cürüm zannedersin. Senin içinde büyük bir alem gizlidir. Sen harfleriyle gizli olanın ortaya çıktığı kitab-ı mübinsin” buyurmuşlardır.

Fatiha’yı şerif bu mertebenin suresi olup, Kur’anın özetini temsil eder. Fatihayı şerifin iki yönü vardır.

  1. Makam-ı abdiyet
  2. Makam-ı uluhiyet

Bu iki yönünü birleştirip, tevhid ederek yaşama adapte etmek Kamil insana mahsus bir özelliktir. Fatiha’nın çok değerli tefsirleri vardır. Hatta Hz. Ali (kv) Efendimiz: “Fatiha’dan yetmiş deve yükü kitap yazardım” buyurarak, Fatiha’nın esrarından bahsetmişlerdir. Biz sadece konumuz olan tevhid açısından bu iki yönü birleştiren önemli bir husus üzerinde kısaca duracağız.

“Bismillahirrahmanirrahim” in “B” sinin altındaki nokta, hüviyet gaybını, hüviyet-i mutlakayı temsil etmektedir. “B” harfinden sonra, ilahi Zat Allah ismi ile Uluhiyeti Zat mertebesine tenezzül ederek uluhiyetini ilan etmektedir. Allah ismi bilindiği üzere tüm ilahi isim ve sıfatlar bir mertebe daha tenezzül ederek zuhura çıkmaya başlamıştır. Rahim mertebesinde ise efal aleminde bu isim ve sıfatlar yürürlüğe girmektedirler. İsim ve sıfatların faaliyete geçmesi, alemlerin zuhura çıkması demektir. Alemlerin zuhurunu Allah Rab ismi ile Zatına bağlamış. Zatı ve alemlerini yani isim ve sıfatlarını “Elhamdülillahirrabbilalemiyn” ayetiyle bir bütünlüğe kavuşturmuş ve tevhid edip Zatında toplamıştır. Bu nedenle, Zatı, isim ve sıfatları ile “Hamd” Allah’a mahsustur. Alemlerde Kendisinden başka bir şey olmadığı için, tek hamd edilecek, hamda layık O vardır. Başka bir şey yoktur ki hamd edilsin.

“Elhamdülillahirrabbilalemiyn” ile Zatını ve alemleri bir potada birleştiren Allah, tekrar Rahman mertebesinde isim ve sıfatlarını yürürlüğe koymuş, Rahim mertebesinde de faaliyete geçirmiştir. Bu Zatının “Errahmanirrahim” ayetiyle anlatılmaktadır. İlahi isim ve sıfatlarının faaliyete geçmesiyle, tüm alemlerde; her mertebede, her an kendi emri olan “din” in hükümlerini yürürlüğe sokmaktadır. Bu nedenle her gün, her an dinin maliki ve hükümranıdır, tek sahibidir. Bu özelliğine “Maliki yevmiddin” ayetiyle açıklamıştır. Mademki Dinin ve alemlerin tek ve bir sahibi olan Allah’tır. Tüm mevcudlar ve mevcudları oluşturup, onları kapsayan ilahi isim ve sıfatlar Allah’ın Zatına dönerek, asıllarına rücu ederek, yalnız Zatına kulluk ettiklerini ve Zatından yardım dilediklerini ikrar etmek zorunda kalmaktadırlar. Varlıklarının devamı bunlara bağlıdır. Bunu ise “İyya kenabudu ve iyye kenestain” ayetiyle Zata sunarlar. Zatla, isim ve sıfatlarının ortak olarak tevhid edildiği mertebedir. Sonra mevcudlar, ve onları oluşturup kapsayan isim ve sıfatlar Zatından isteklerini dile getirmektedirler. Bunlarda Sıratı müstekimde olan bir hidayet “İhdinassıratel müstakim” ve nimet verdiklerinin yoluna “Sıratellezine enamte aleyhim” gazaba ve dalalete uğramışların yoluna değil.”Gayril mağdubi aleyhim veladdâlliyn” denilerek isim ve sıfatlar dolayısıyla mevcutlar taleplerini dile getirmektedirler. AMİN

İşte alemlerde Zatından ve O’nun bağıntılarından olan isim ve sıfatlarından başka bir şey yoktur. Kişi Fatiha’yı bu bilinçle okuyarak ”Vahdette kesret ile Kesrette vahdeti” müşahede eder. Fatiha’sı bir tevhid bayrağı açmış olur. Bununda özü “La ilahe illallah muhammeden resulullah” tır.

Bu nedenle Peygamber Efendimiz (sav): “Fatihasız namaz olmaz” buyurmuşlardır. Zira namaz (salat) bir tevhid eylemidir. Namazdaki Fatiha, kısaca belirttiğimiz bu hususiyetleri ile ilahi hüviyeti bize sunmakta ve “Vahdette kesret-Kesrette vahdet” özellikleri ile uluhiyeti bize en güzel şekilde özetlemektedir. Namazda ahadiyeti-i Zata yani Kabe’ye yönelen kişinin Fatiha dahil bütün okuduğu sure ve dualar O’nun tevhidini bize anlatmaktadır. Nefs-i natıka bu tevhid ile aslı olan Allah’ın nuru ve Kur’anın sırrı makamına erişmektedir. İşte namaz nefsi aslına ulaştıran, bütün ibadetler içinde bulunduran bir ibadettir. Bu nedenlerle “namaz müminin miracıdır” buyurulmuştur. Zira nefs-i natıka bu tevhid eylemiyle, her namazda miraç yoluna çıkmakta, Allah ile kendi kelamı olan Kur’an aracılığı ile sohbet etmektedir. “Ne var alemde o var Adem’de” tasavvuf kuralı gereğince önce kendi varlığında, sonrada alemlerde bu okuduğu Kur’anla bütünleşmekte, böylece hem kendi varlığına hemde alemlere zekatını manen ödemektedir. Namaz kılan hangi mertebede ise, alt mertebelerde olanlara zekatını manen sunmaktadır. Tüm bu mertebelerde kendi nefside dahil tevhidi ilan etmektedir. Bunu bu idrakle yapanlar ise kamil insanlardır. İşte bu özellikleri ile de halka ve alemlere rahmettirler. Tabidir ki Fatiha’nın çok açıklamaları vardır. Hepsi güzeldir ve yerli yerindedir. Biz özetle Fatiha’ya tevhid açısından bakmak istedik. Kamil insanların “Salatün daimun” hükmünce daim namaz halinde oldukları göz önünde bulundurulacak olursa, tüm yaşamlarının “Fatiha” yani “Kur’an” yaşamı olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır.

İslam içinde, şeriat-ı Muhammedi bünyesinde şeriat, tarikat, hakikat, marifet mertebeleri bulunur. Her mertebe kendi gerçeğinde haktır, gerçektir. Ancak en kemalli hali tüm bunları insanın nefsinde cem etmesi; cem-ül cem ve Ahadiyetül Cem mertebesinden yani zirveden bir bakışla şeriat-ı Muhammediyi sırrı ve batını olan Hakikati Muhammedi ile birlikte yaşamak ve hal haline getirmektir. Bunuda özetleyecek olursak;

“BİL, BUL, UY; YAŞA, OL, OLDUR” sözünü hayata geçirmek, bu hal ile yaşamaktır.

Allah’ın bu yaşamı hal edinmek isteyenlere, gayret gösterenlere yardımcı olmasını, eksiklerini ilim ve ilham ile tamamlamasını ve hale yansıtmayı kolaylaştırmasını niyaz ederim. AMİN

Rabbi yessir ve lâ tuassir Rabbi temim bil hayr.

Rabbena atina fiddünya haseneten vefil ahireti haseneten ve kına azabennar. AMİN

                                                                       Mevlana Celaleddin-i Hadi

                                                                                  (20.04.2013)

 

 HAKİKAT-İ AMENTÜ ESRARI

 

Amentü bihi: elhamdü lillâhi ellezi, amentü bilhüviyetil mutlakati vegaybilgubi ve hakayiğil hakkiyeti ve noktayi latayyün ve noktayı sırrı künhizatiye. Bu sırlara gayben ve ilmen iman ettim bilvahtedil vücudiye. Amentü billahi: elhamdü lillâhillezi biuluhiyeti mutlakati ve kesretil esmaiye ve muhitatizzatiye. Bu sırlara enfusuafakta aynel yakın ve hakkel yakın iman ettim bilvahdetil vücudiye veş şuhudiye. Ve melaiketihi: Suphanellezi amentü bimelaiketihi elletihiye kuva-ül ulviye ve sultanil hakkiye ve kuvaüssuvariye likesretil esmaiye ve kuveüssufliye limuhıtatuzzatiye. Bu sırlara enfüsü afakta aynel yakın ve hakkel yakın iman ettim bilvahdetil vücudiye veşşuhudiye. Vekütübihi: Suphanellezi amentü bikütübihilleti hiye kelimatil ulviye ve sultanül hakkiye ve kelimatil nuriye lisaltanatil halkiye ve
kelimatussuriye likesretil esmaiye ve kelimatussufliye elmuhitetuzzatiye. Verüsilihi: Suphanellezi amentü birüsülihi elleti biyeyüpasümelebisühü bilibasi envarîssıfatiye ve envarilsemaiye yedunennase fiasrihi, minhükmül mudilliilâhükmil hadi biemrillahi tealâ resulüne el Mustafa ve seyyidülembiya vehâtemil embiyai yübasü melabisen bilibasi sultanil hakkiye velibasî kesretil esmaiye ve bilibasi muhitatizzatiye rahmeten lilalemin yedussakaleyn minhökmülmudilli ilâhökmül hadi bilemrilahitaala veyerelaşikine velarifine fimirati kalbihi eluluhiyeti mutlaka. Bu sırlara enfüsü afakta aynel yakın ve hakkel yakın iman ettim bilvehdetil vücudiye ve şuhudiye. Ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahitealâ: Suphanellezi amentü kazai velkaderi velkazaü hükmün ilmiyyün filezel elleti elayanis sabiteti maşemmet rayhatel vücudi, el ilmü tabiun lilmalum Velmalümü hakikata enfasina. Bu sırlara gaybenilmen iman ettim bilvahdetil vücudiye içmalen ve tafsilen. Kale rabbüna: elestü birabbiküm nahnü kulna; bela ya Rabbena yani matatlubü minna saîden evşakiyyen ünasen evzükuren evganiyen ev fakiren halkan evhulkan bilisanirruhi fimakamil ferdiyeti yatlubü enfüsüna bihasebil istida dıvel gabiliyeti Bu sırlara ensüfü afakta aynel yakîn ve hakkel yakîn iman ettim bilvahdetil vücudiye ve şuhudiye.

                                                     Hacı Bekir Sıdkı Visali Halıcıoğlu (ks)

 

EMANETULLAH MAZHARINDAN KELİME-İ TEVHİD KASİDESİ

Kur’an-ı Kerim’de buyurdu Lâ ilâhe illellah
Fa'lem ennehu Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Otuz üç yerinde cehri Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Âlemlerin bidayeti menşei Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Hazreti hamsin devvari Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
İman-ı kâmil: ilk nefesi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Cennet-i âlâ anahtarı: Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Kalblerin ilk kapıcısı Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Kâinat kapısı Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Mir'at-ı Muhammed nurundan Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Cemâlullah zatın bul Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Emaneti ile mazharı Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Kalu belâ tasdiki: Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Telkin-i esrarı mebde-i Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Venefehtu fihimin ruhi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
İlmullah hazinesi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
İradullah zuhuru Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Kudretullah tasarruf i Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Hakikati esma merkezi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Hakikat-ı eşya ezkeri Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Bütün âlemler tevhidi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Melekler raksa girdi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Enbiya Evliya kelamı Lâ ilâhe illelah Muhammedün Resûlullah
Mürşidler telkini zatı Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Ey Ruhi sen dahi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
İhvanlarla her nefesi Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Mafevkinden aldığı üzere Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah
Her an oku vuslatı bul Lâ ilâhe illellah Muhammedün Resûlullah

Hz. Mehmet Ruhi Akhan (ks)

Bismîllahirrahmanirrahîm


Bir vücuddur cümle eşya ayn-ı eşyadır Huda
Hep hüviyyetdir görünen yok Hudadan mâ-ada

Lîk vardır ol vücudun zâhiri vü bâtını
Pes bu hey’etle olur ol evvel ü âhır ana

İtibarîdir vücuda evvel ü âhır demek
Bir ahaddır ol ayın kim ibtida-vü-intiha

Evvel âhır farz edersen böyledir bu yoksa ki
İbtidasız intihasız böyledir bu sır şehâ

Ayn olan şeyde ne mümkin evvel ü âhır demek
Şâhid-i kâfi kelâm-ı Hakdaki lafz u edâ

Bir vücudun bâtınıdır ol kadîm-î ruh-u Hak
Hep tecelli-i Hudadır hâdis olan zâhirâ

Bâtın-ı âlem teneffüs etmek ister zâhirâ
Müstetir olan hakayık ta ki ola âşinâ

Cân-ı âlemden takaza kopdu zâtı aşkına
Ekmel-i sûretde geydi hüsnünü seyr ede tâ

Lâ-cerem düşdü sefer bu iktiza olan tamâm 
(Kenz-i Mahfi) feth olup mekşuf ola sırr-ı âmâ

Geldik imdi zât-ı Hakk kim bâtın-ı âlemdurur
(Kenz-i Mahfi) sini seyret gör nice eyler küşâ

 

                                                      Hz. Sunullah Gaybi Baba (ks)

 

 

 İster isen bulasın cânânı sen

 

İster isen bulasın cânânı sen
Gayre bakma sende iste sende bul
Kendi mir'atında gözle anı sen
Gayre bakma sende iste sende bul

 

Her sıfât kim sende var izle anı
Gör ne sırdan feyz alır gözle anı
İrişince zâtına özle anı
Gayre bakma sende iste sende bul

 

Kenz-i mahfî âşikâr hep sendedir
Yaz u kış leyl ü nehâr hep sendedir
İki âlemde ne var hep sendedir
Gayre bakma sende iste sende bul

 

"Men aref" sırrına ir ko gafleti
Gör ne remz eyler bu insân sûreti
Haşr ü neşr ile tamu'yu cenneti
Gayre bakma sende iste sende bul

 

Haşr-i sûrî hâlin inkâr eyleme
Gülşen iken yerini nâr eyleme
Enfüs ü âfâkı bil âr eyleme
Gayre bakma sende iste sende bul

 

Zât-ı Hakk'ı anla zâtındır senin
Hem sıfâtı hep sıfâtındır senin
Sen seni bilmek necâtındır senin
Gayre bakma sende iste sende bul

 

Sûreti terk eyle mânâ bulagör
Ko sıfâtı bahr-i zâta dalagör
Ey Niyâzî şark u garba dolagör
Gayre bakma sende iste sende bul

                                            

                                             Hz. Niyazi Mısri (ks)


önceki sayfa            sonraki sayfa

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi27
Bugün Toplam375
Toplam Ziyaret888167
Hava Durumu
Saat
Takvim