Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

N. T. 27. Tasavvufta İbadet ve Ubudiyet

27. TASAVVUFTA İBADET VE UBUDİYET

Kur’ân’ın temel hakikatlerinden biri ibadet meselesidir. Kâinatın dört temel unsuru olması misâli, Kur’ân’ın “makasıd-ı esasiye”si ve “anasır-ı asliye”si de dörttür.

 

Bu esaslar, tevhid/ispat-ı Sâni, risâlet/nübüvvet, haşir, adalet ile ibadettir. Başka bir ifadeyle “Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuunâtını ve daire-i ubudiyetin vezâif ve ahvâlini talim etmektir”.

 Tevhid ve nübüvvet daire-i Rububiyetin, haşir ve adalet ile ibadet de daire-i ubûdiyetin meseleleridir.

Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelen ibadet, dinî bir terim olarak insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışları ifade eder. Daha genel olarak, aynı mahiyetteki düşünüş, duyuş ve sözleri de kapsar; ancak kelimenin dinî içerikli belirli ve düzenli davranış biçimleri için kullanımı daha yaygındır. İslâmî literatürde genellikle bu tür davranış biçimleri için ibadet, insanın hayatını daima Allah’a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürmesi şeklindeki kulluk duyarlılığı için de ubûdiyet ve ubudet terimlerine yer verilmiştir. Bir tanıma göre ubûdiyet “kulun Allah’ın yaptıklarından memnun olması”, ibadet ise “O’nun razı olacağı işleri yapması”dır. Buna göre ibadette belirli davranış şekilleri öne çıkarken ubûdiyette ahlâkî ve mânevî öz ağır basmaktadır. Bununla birlikte böyle bir özden yoksun olan davranışlar ibadet sayılmaz. Nitekim ibadetin bütün tanımlarında “taat, hudu’, zül” kelimelerinin tekrar edildiği görülmektedir. Meselâ Fahreddin er-Razi ibadeti “saygının en ileri derecesi” diye tanımlarken, İbn Kayyim el-Cevziyye, ibadet kavramının hem sevgi hem de itaat unsurlarını içerdiğini, bu özelliklerinin ikisini birden taşımayan davranışların ibadet sayılamayacağını belirtir. Genellikle tasavvufî kaynaklarda yukarıdaki anlamıyla ubûdiyete daha çok önem verilirken, Ragıb el-İsfehani ibadeti “alçakgönüllülüğün dışa vurulması” şeklinde açıklamakta, dolayısıyla ibadeti ubûdiyetten daha önemli görmektedir. Yine Ragıp el-İsfehani, ibadetin biri zorunlu, diğeri iradeye bağlı olmak üzere iki şeklinin bulunduğunu belirtir. Kâinattaki bütün varlıkların Allah’ın karşı konulamaz yasalarına boyun eğmiş bir halde işlevlerini sürdürmeleri zorunlu ibadet olup bazı âyetlerde bu ibadet söz konusu varlıkların “Allah’a secde etmesi” şeklinde ifade edilmiştir. İradeye bağlı ibadet ise, akıl sahibi varlığın hür iradesiyle yapması istenen, bu sebeple de sorumluluğa, mükâfat veya cezaya konu olan kulluk şeklidir.

 

Fıtrat ve yaratılışın amacı, Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmektir. Fıtratta var olan bu ilahi şuura ulaşmak ve bunun gerektirdiği bir düzen ve davranışı koruyup geliştirmek değişmez bir ilahi kanundur. Cin ve insanın yaratılış amacı da aynıdır. Ancak diğer varlıklar için zorunlu olan bu kulluk ilişkisi cin ve insan için isteğe bağlıdır. İrade ve şuur taşımayan varlıkların ibadeti, onların tabiatta yürürlükte olan İlâhî kanunlara göre hareket etmesidir. Kur’ân’da ifade edildiği üzere kâinatta her şey kendini Allah’ın iradesine teslim etmiştir. Fakat insan Allah’a hem itaat hem de isyan etme imkânıyla donatılmış olduğundan sadece Allah’a ibadet etmeye, kendi bencil arzuları dâhil bütün yalancı tanrıları terk etmeye çağrılır. İnsanın, kendisi için mümkün bir yol olan isyana yönelmeyip istek ve iradesiyle Allah’a itaat ve duâ etmesi, son derece anlamlı ve değerli bir davranıştır. Esasen böyle bir davranış hem kâinat düzenine, hem de insanın kendi fıtratına uygunluk arz eder. Bu bakımdan insanın Allah’a ibadet etmesi dinî bir görev olduğu kadar, insanlık güçlerini geliştirip olgunlaştırmasının da en etkili aracıdır. Öte yandan varlıklar arasındaki değer sıralamasının en üstünde yer alan insan, Allah ile kurduğu ibadet ilişkisi sayesinde tabiat ötesi âleme açılmakta, Allah’a yakınlaşmakta, böylece ruhânî yüceliş ve olgunlaşmanın en üst sınırına ulaşarak varlıkla Allah arasındaki bağı tamamlamaktadır.

 

Tasavvufta kulluğun ibadet, ubûdiyet ve ubudet olmak üzere üç şekli vardır. İbadet ilme’l-yakîn, ubûdiyet ayne’l-yakîn, ubûdet de hakka’l-yakîn mertebesindeki salikler için söz konusudur. İbadet ve ubûdiyet daima Rab ve Mevlâ kavramlarını çağrıştırır. Kendini abd olarak gören Allah’ı Rab, kendini âbid olarak gören O’nu Ma’bûd ve Mevlâ olarak görür.


İbadet ferdin kendisini Ma’bûd’una çok yakın hissettiği, O’nunla derunî münasebetler içinde bulunduğu hissini veren özel bir tecrübe ve bu tecrübeye dayalı her türlü eylem ve işlemdir, dinî hayatın uygulamaya yönelik ifadesidir. Nitekim Ezelî Kelâm’da insanın Allah’ın huzuruna çıkması ve yakınlığını kazanmaya çalışması, apaçık bir şekilde emredilmiştir: “Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl”. “Yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et”…

İbadetlerin daha çok batîni özellikleri, ruhu ve özü üzerinde duran sûfiler bundan başka ihlâs, huşu, Allah sevgisi ve korkusu gibi gönül hallerini; sabır, şükür, tevazu, cömertlik, af, merhamet gibi ahlâk esaslarını; kısaca kalp temizliğine, ruhun olgunlaşmasına vesile olan ve sonuçta insanı Allah’a yaklaştıran her türlü iyi halleri ve davranışları ibadet sayarlar. Tasavvufta ibadet kavramının bu kapsamlı anlamı “ubudiyet” kelimesiyle ifade edilmiştir.

İbadetin en geniş manadaki tariflerinden biri şudur: “[İbadet], Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmak”tır. “[İbadet], abd ile Ma’bud arasında en yüksek ve en lâtif olan nisbet”tir tarifi ise insanın yaradılış gayesi noktasında ibadetin ehemmiyetini vurgulayan bir ifadedir.


İbadetin üç temel şartı vardır: 1- Ma’bud’un mevcut olması, 2- Ma’bud’un tek olması, 3- Ma’bud’un ibadete lâyık olmasıdır.

Nur Külliyatı’nda varlıkların ibadetleri-–en genel manada—iki tabirle ifade edilmiştir: 1- Fıtrî ibadetler, 2- İhtiyârî ibadetler. İhtiyârî ibadetler ise iki kısma ayrılmıştır: 1- Müspet ibadetler (namaz, zekât, oruç, duâ vs.) 2- Menfî ibadetler (hastalıklar, musibetler vs.) Menfî ibadetin bir nevi de takva’dır. Takva, günahlardan ve yasaklardan kaçınmak manasına gelir. Takva içinde büyük sevap gizlidir. Meselâ, bir haramı terk etmek vaciptir. Bir vacip işlemenin ise çok sünnetlere karşılık bir sevabı vardır. Günümüz şartlarında günahtan kaçınmak kastıyla ve takva niyetiyle küçük bir sakınmayla, binlerce günah terk edilebilir. Bunun sonucu olarak ise binlerce vacip sevabı, on binlerce sünnet sevabı kazanılabilir. İnsan menfî ibadetlerde aczini, zaafını ve kusurunu fark ettiği için halis bir ubudiyete mazhar olur. Ucb, riya, gurur gibi ihlâsı bozan hallerden kurtulur.


İbadetin bir türü de “ibadet-i tefekküriye”dir. Kur’ân’ın birçok âyetinde tefekkür emri vardır. Tefekkür ibadeti o kadar ehemmiyetlidir ki, hadis-i şerifin beyanıyla bazen bir saat tefekkür bir sene ibadet sevabını kazandırabilmektedir. Bir tefekkürün ibadet-i tefekküriye olabilmesi için ise Kur’ân’a ait olması, yani Kur’ân ve iman hakikatlerine dair olması gerekmektedir. İbadetin hakikatinde Allah’ın yakınlığını hissetme ve O’nu görüyormuşçasına bir huzuru yakalama hâleti vardır. İşte ibadet-i tefekküriye insana bu hâleti yaşatan bir ibadettir.

İbadetin özünde iç içe üç mükellefiyet vardır: 1- Kalple teslim ve inkıyad, 2-Akılla iman ve tevhid, 3-Kalıpla amel ve ibadete mükellefiyettir. Bu mükellefiyetlerin sonucu ortaya çıkan ağırlıklar, Ma’bud-u Ezelî’ye muhatap olmaktan kaynaklanan zevk ve lezzetle hafifletilmiştir. Aciz bir abd olan insanın ubudiyetin aşağı mertebesi olan “gaibâne” ubûdiyetten, huzurun yüksek mertebesi olan “hazırâne muhataba” makamına çıkması ancak ibadetle mümkün olabilmektedir.

Ubûdiyet sonradan verilecek ödüllerin bir başlangıcı değil, önceden verilen nimetlerin bir sonucudur. Ubudiyetin edebinde teslimiyet vardır; tecrübe ve imtihan yoktur. Ubûdiyetin sebebi Allah’ın emridir ve meyvesi Allah’ın rızasıdır. Ubûdiyetin esası acz, fakr, kusur ve noksanını bilmektir.


Nur Külliyatı’nda ibadetin mânâsı şöyle özetlenmiştir: “Dergâh-i İlahide abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp, kemal-i Rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.” Kul nefsinde fakrını görünce rahmet-i İlâhiyeye yönelmeli, sonsuz rahmetin zenginliğini fark etmeli ve bu hâlet-i ruhiyesini “elhamdülillah” kudsî kelimesiyle dile getirmelidir. Nefsinde sonsuz aczini hissedince kudret-i Samedaniyeye sığınmalı, sonsuz kudretin gücünü yanında hissetmeli ve bu hâletini “Allahuekber”le tercüme etmelidir. Mahiyetinde noksan ve kusurunu görünce de, kemâl-i Rububiyeti aramalı ve O’nun kudsiyetini, kusursuzluğunu anlamalı ve hâlini “Sübhanallah” ile ilân etmelidir. Bu demektir ki, ibadetin özü tesbih (Sübhanallah), tekbir (Allahuekber) ve hamd’dir (Elhamdülillah). Ma’bud-u Hakiki’nin celâline karşı tesbih, kemâline karşı tekbir ve cemâline karşı da hamd edilmelidir. Ma’bud-u Hakiki’nin rahmetiyle yakınlığı hissedildiğinde hamd; zatıyla yüce oluşu, varlıklardan uzak oluşu düşünüldüğünde ise tesbih vazifesi yapılmalıdır. Bu makamların farkları gözetilerek ubûdiyette tekâmül edilir.


İnsan hayatının iki yüzü vardır. Birinci yüz, dünya hayatına bakan “enaniyet”idir. İkinci yüz ise, ebedî hayata bakan “ubûdiyet”idir. Ubûdiyetin de iki mertebesi vardır: Birincisi “gaibane”, ikincisi ise “hazırane muhataba” sûretinde ubûdiyettir. Birincisinde kâinata ve İlâhî sanata bakılarak ubûdiyet vazifeleri îfâ edilir. İkincisi ise huzur ve hitap makamıdır. Bu makam Cenab-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsna’sının tecellîlerine tanıklık ederek ibadet etme mertebesidir.

Ubûdiyetin en yüksek mertebesi “ubûdiyet-i Muhammediye”dir (asm). Hz. Muhammed’in (asm) ubûdiyetinin ünvanı “mahbubiyet”tir. Mahbubiyetin esasları ise niyaz, şükür, tazarru, huşû, acz, fakr, halktan istiğna gibi hakikatlerdir.




önceki sayfa               sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi21
Bugün Toplam280
Toplam Ziyaret888072
Hava Durumu
Saat
Takvim