Kanımızca tasavvuf, madde ile manaya yapılan yolculuktur. Bu zahiri yanınıza alarak zahir ile batına yolculuktur. Sonu batın-evvel haline ulaşmaktır. Madde-zahir olmadan batına ve manaya yolculuk mümkün değildir. Sadece madde ve zahir ise bütünü anlamak mümkün değildir. İnsan kendine baktığında bunu anlaması zor değildir. İnsan batını ve manayı dikkate almadan; sadece maddi ve zahirini dikkate aldığında hayat anlamsız ve çekilmez bir hal alır. Hayata değer katan insanın madde-zahir vücudu ile batını-manevi vücud bütünlüğüdür. İşin belkide en önemli yönü madde-zahir ve mana batın kavramlarına Allah’ın Kur’an ile yüklediği manadır. Bu konulara açıklık getirmek için birkaç kelimeye bizim ve Allah’ın yüklediği manalara örnek vererek açıklayalım.
Örneğin Kur’an da “Hayatid dünya” (dünya hayatı) kelimeleri zahiren-madde itibari ile oldukça karmaşıktır. Sadece insan zahir olarak çok karmaşıktır. Zahirin altında organlar, hücreler, atomlar ve enerji ile nurdan oluşan kompleks karmaşık bir vücudu oluşturur. Dünya üzerinde madde, bitki ve hayvanda sadece zahiri itibariyle bu karmaşık bütünlüğünü içerir. Bütün dünyanın manevi-batını yapısının çok daha karmaşık olduğu herkese malumdur. Hem madde-zahir hem manevi-batın alem olarak “dünya hayatı” son derece muntazam işleyen bir bütünlüğe ve karmaşıklığa sahiptir. İnsanın bu birkaç kelime ile anlatılan “dünya hayatını” kavraması tam manasıyla mümkün değildir.
İşte Allah’ın “dünya hayatı” kavramına yüklediği mana geçmişi-şu anı ve geleceği bir arada bulunduran ve bütün manaları bir arada bulunduran ve birbiriyle çelişmeyen manaları içerir. 1400 yıl önce olmayan bilgisayar, televizyon, cep telefonu ve yarınlarda keşfedilecek cihazları bünyesinde bulunduran tanımdır. İşte sadece “dünya hayatı” kavramı bir insanın düşündüğü manayı temsil etmez. Allah’ın bu kavrama yüklediği manaları içerir. İşte objektif Kur’an okunduğunda kişinin nefsi natıkası bu hakikatlere ve manalara açılır. Her dönemin ve her mananın hem zahir hemde batın olarak ufkuna ulaşmaya vesile olur. Kur’an’ın bütün ilimleri bünyesinde bulundurduğunun bir manasıda budur. Zira Kur’an Allah’ın ilminin kelam olarak açığa çıkışıdır. Allah ise bütün zamanları ve manaları içerendir. Bu noktaya gelmişken “Allah” kelimesini açarak mana derinliğine inelim. Her insan “Allah” dediğinde kendindeki ve ilmindeki kadar O’nu tahayyül eder. Bu zannı ile O’nu sınırlamış olur. Yani hayalinde yarattığı Allah anlayışını yine kendi yaratmış olur. Peki “Allah” kelimesine Hakk’ın yüklediği mana nedir? Kısaca belirterek ufkumuzu genişletelim. “Allah” kelimesi Hakk’ça mana verildiğinde, tüm alemleri ve alemler ötesi gaybı alemini de içinde bulunduran bir kavramdır. Bu şekilde mana yüklendiğinde müşahede edilen ve edilmeyen hem maddi-zahir hem de manevi-batın her şeyi bünyesinde bulunduran kavramdır. Kişi “Allah” dediğinde yüklediği mana kadar Hakk’tan yardım alır. “Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim” (Bakara/152) ayeti ve “Ben kulumun zannı üzereyim” kudsi hadisi bu gerçeği açıklar. İşte tasavvufta irfan yolu, maddi-zahir alemden manevi-batın aleme yapılan yolculuktur. Bu yolculukta her madde, manası ile zahir-batın bütünlüğü içinde ele alınır. Bu özellikleri ile değerlendirilir. Sadece bir yönün ele alınması eksik bir anlayışı sunarki, tasavvufun içindeki manaların değişimi hem mertebelerin farklılığı hemde maddeye yüklenen mananın değişmesinden kaynaklanmaktadır. Her kavrama “Allah’ın yüklediği mana” nın bir sonu olmadığından ilimde sınırsızdır. İlme sınır çizilemez. Bir sınır çizildiğinde ise Allah sınırlandırılmış olur. Bu ise ancak kişinin kendini sınırlamasıdır. Kendini sınırlayan insan ise Hakk’ı ancak sınırladığı mana kadar bilebilir. Allah’I sınırlamayan kişi ise Hakk’tan ilmini sınırsız olarak alır ve Hakk’ı bildirdiği kadar bilir. Aralarında çok önemli farklar vardır. Allah’ın bildirdiği mana ile hayata bakanlar “Arifibillah” olarak adlandırılır. Onlar Allah’ı “Allah ile” bildiklerinden, bildirdikleri de Allah’ın nefislerine tecelli ettiği manalar üzerinedir. Yani “Allah’ı Allah ile” bildirirler. Bu nedenle halife ve varisdirler. Hz. Muhammed (sav) bu mananın en kemalli zuhurudur.
Bizler ise Hz. Muhammed (sav)’e yüklediğimiz mana kadar O’ndan istifade edebiliriz. Hz. Muhammed (sav)’in sadece zahirine bakarak değerlendirirsek O’nu eksik anlamış oluruz. O ise kendini “Benim mucizem Kur’an’dır” hadisi ile “Yaşayan Kur’an” olarak belirtmiştir. Kısacası O, zahiri ile insan batını ile Kur’andır. “İnsan ile Kur’an bir batından doğan ikiz kardeştir” hadisini bu nedenle ifade etmiştir. İşte biz tasavvufta irfan yolu ile, bu ikiz kardeşin manasını nefsimizde bütünleştirerek bu hakikate ulaşmak için varız. “Muhammed Resulullah” manasında insan-Kur’an-Allah üçlüsünü bünyemizde cem edip istenilen manaya ulaşmalıyız. Bunun yolu ise “zahir ile batına; madde ile manaya yolculuk” ile mümkündür. Yolculuğun sonu ise vuslat olup bu üç mananın tek bünyede (nefsimizde) yaşanmasıdır. Nefsi natıkanın, Allah’ın ilmi ve kelamı ile “Kur’an-ı Natık” haline gelmesidir. İşte bu hale gelen nefsi natıkaya Allah’ın tecelli “Allah” manasını yükleyerek yapılan tecellisidir. İşte bu manaya ulaşanlar arifibillahlardır. Bu nedenle “Kur’an” tümüyle “Allah manasının” açılımıdır. Hakk’ın harflere, kelimelere, ayet ve surelere yüklediği manalara ulaşabilmenin tek yolu irfan yoludur. “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisi ile açıklanmıştır. Ancak bu yolla hem madde-zahir hem mana-batın gerçek değerleri ve manaları ile kavranıp hakikate ulaşılabilir. Bu bütünlüğe ulaştırmayan tüm yollar yanlış olmasa da eksiktir. İnsanı kemale ulaştıramaz. İnsan-ı kamil, halife ve varis olabilmenin yolu “madde ile manaya yolculuk” yapıp, yolun sonunda Hakk’la Hakk olmaktır. Ancak bu kamil kişiler gerçek manada Hakk’tan haber verebilirler. Diğerleri haber versede eksik anlayışlarını yansıtmış olurlar.
İnsan mana yolculuğunda maddeyi yanına aldığında, maddeye yüklediği mana kadar değer kazanır. Bu ise onun niyetidir. Niyet ise amelin batını ve ruhudur. İnsanı değerli kılanda ihlaslı niyetidir. Mana ve batın olmadıkça madde fanidir. Batın ve mana ise bakidir. Ahirette mana ve batın zahir olacak, maddeye yüklenen manalar tüm hakikatiyle açığa çıkacaktır. Olumlu veya olumsuz Cenneti ve cehennemi oluşturan hakikatlerde bunlardır.
Her kelimeye gerçek manaları ile değer verebilmek için “ilim” farzdır. Kur’an ise Allah’ın ilmidir. Tüm manalar yüklenmiş ve bize anlayacağımız vasıfta indirilmiştir. Zahiren şehadet aleminde Arapçadır. Melekut aleminde Rabçadır. Ceberut aleminde Hakk’çadır. Lahut aleminde Allah’çadır. Zat aleminde Zat’çadır. İşte bu mertebelerdeki batıni manalara ulaşmak için “manevi yolculuk” yapmak şartır. Yoksa sadece zahirinde kalıp batınına ulaşamayız. Bu ise eksik bir manadır. Tamamlanması farzdır. “İlim öğrenmek kadın ve erkek her müslümana farzdır” hadisi ile vurgulanmak istenen bir manada budur. İlmin sonunun ve mananın sonunun olmadığını vurgulamak içinde “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” buyurulmuştur.
Nefs tezkiyeside kelimelere yüklenen manaların anlaşılmasıyla artar. Bunu sağlayan ise “ilim nuru”dur. Cehalet karanlığından ilim nuruna yapılan manevi yolculuktur. Bu yolculuk nefs tezkiyesinin anahtarıdır. Geçici riyazetler ancak geçici nurlar bırakır. Kalıcı olan ilim ve irfan nurudur. “İlim ile diri olan ebeden ölmez” hadisi bu noktayı belirten önemli bir hadistir.
İslamın namaz, oruç, zekat ve hacc hatta kelime-i şehadet ibadetleri “madde ile manaya” “zahir ile batına” yolculuktaki ana yöntemlerdir. Zahir-madde beden olmayan hiçbir ibadet yoktur. Mana-batın hakikati olmayan ibadette yoktur. Kemal bu iki yönü birlikte kullanarak Allah’a vuslatı sağlamaktır. Hem zahir hem batın hem evvel hem ahir bütünlüğünü sağlayarak “Allah ile” (billahi) olma sırrına ulaşmaktır. Madde ve mana bu hedefteki araçlardır. İbadetler yöntemlerdir. Kemale ulaşma hedefi olan insan Hakk’ın hüviyeti olan zahir-batın, evvel-ahir yönlerinden hissesini en üst düzeyde alarak “Adem” vasfını kazanmalıdır. Bu ise “Abduhu” ve “resuluhu”, sırrından hissesini almasıdır insanın. Bu ise ancak “manevi yolculuk” olan irfan yolu ile mümkündür. İrfan yolu aynı zamanda nefs tezkiyesidir. Nefs mücahedesi, nefs terbiyesi içinde bulundurur. Zira irfan yolu “Nefsi ve Rabbı bilme” yolu ve yöntemlerini içinde bulundurur. Anahtar ise Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye’dir.