Üyelik Girişi
Site Haritası
Önerilen Siteler

N. T. 3. Zahir-Batın-Evvel-Ahir Yönleriyle İnsan ve Nefs Tezkiyesi

3. ZAHİR-BATIN-EVVEL-AHİR YÖNLERİYLE
İNSAN ve NEFS TEZKİYESİ

Allah, ilahi hüviyetini Kur’an’da şöyle açıklıyor: “Hüvel evveli vel ahiri vezzahiri vel batın ve hüve külli şeyin alim” (Hadid/3) “O (İlahi hüviyetiyle) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve O ilahi hüviyetiyle her şeyi bilicidir”

Alemlerde ve insan henüz halk edilmeden önce “Allah var idi”. Taayyün ve tecelli mertebeleri İlahi Zatın mertebe mertebe açılımı ve zuhura çıkışıdır. Allah bu dört hüviyeti ile bir bütündür. Bakılan yere göre evvel, ahir, zahir yönü izafidir ve itibaridir. Evvel oluş yönüyle Zat batın iken; taayyün ve tecelli mertebeleri ile şehadet aleminde açığa çıktığında zahir ve ahir yönü ile görünmüş demektir. Şehadet alemi evvel-batın kabul edildiğinde İlahi Zat zahir-ahir olduğu mertebe Zat mertebesidir. Bu dört itibar ile Zat birliktedir. Ancak mertebeler yönüyle isimler almıştır. Allah esas itibariyle evveliyetsiz evvel, ahiriyetsiz ahir, zahirsiz batın, batınsız zahirdir. Bu konu hakkında çok şey söylenebilirse de çok karmaşık bilgileri içerdiğinden bu kadar bilgi ile yetinilmiştir. Bize nefs tezkiyesi yönü ile lazım olan insanın bu dört yönünün anlaşılmasıdır.

“Allah Adem’i Kendi suretinde yarattı” buyuran Allah, bu dört itibarı yani evvel, ahir, zahir, batın vasıflarını da insanda tecelli edip açığa çıkarmaktadır.

Şehadet aleminden bakışla insanın zahiri dünya ve kendi bedenidir, maddi vücuddur. İnsanın birde manevi vücud kimliği vardır ki en bariz özelliği de budur. Maddi vücudu beden olarak “zahir”ini, manevi vücudu ise “batın” özelliğini taşır. Batınını oluşturan ise “nefsi natıka” (konuşan-idrak eden nefis) dir. İnsanın nefsi natıkası ile zahir bedeni arasında ilişkiyi sağlayan ise “hayvani ruh”tur. Nefsi natıka ise “insani ruh” özelliği taşır. Nefsi natıka (insani ruh) beden (zahir) üzerinde hakimiyet sağladığında, insan suret (zahir) olarak insan özelliğiyle birlikte siret (batın) olarakta İNSAN kimliği kazanır. Eğer suret insanda dürtüleri ile hayvani ruh hakim ise, suret olarak insan olsa da o kişi siret (batın) olarak hayvani özellikler taşır.

Nefsi emmare vahşi hayvan vasıflarını, nefsi levvame ise, ehli hayvan vasıflarını taşıyan nefis mertebesidir. Nefsi mülhime ve üzerindeki mertebelerde kişi nefsi natıkasını hayvani ruh üzerine hakim kıldığında, batın olarakta insan olur. Hz. Mevlana (ks) nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” hakikatinin bir yönüde, zahir-batın bütünlüğünün korunması gerekliliğinin vurgulanmasıdır.

Nefs tezkiyesi emmare ve levvame mertebelerinde hayvani dürtülerin kontrolünü ve nefsi natıka vasıflarını beden üstünde hakim kılmayı amaçlayan yöntemleri bir arada barındırır. Eğer kişi nefsi natıkasını hayvani ruh üstünde hakim kılamazsa, nefsi natıkanın, hayvanlarda olmayan özelliğiyle, hayvani ruha güç vermesi nedeniyle hayvanların bile yapamayacağı “kontrolsüz davranışları” sergileyebilir. Kur’anda bu husus şöyle belirtilir: “Onlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da aşağıdadırlar” (Araf/179)

İşte nefsi natıkanın verdiği gücü hayvani ahlaki vasıflar doğrultusunda kullanmak, insanı batinen hayvandan da daha aşağı bir hale getirebilir.

Hedef zahir ve batın olarak insan olmak ve Allah’ın ahlakı olan Kur’an ahlakı ile nefsi natıkayı süslemektir. İnsanın “Ben” dediği hakikati olan nefsi natıkasını Kur’anı yaşayan hale getirmektir. Zira Allah “BEN” dediğimiz hakikatimizi Kur’an ve Sünneti Muhammedi kurallarını yaşamak için bize vermiş ve bedenimizi de emanet olarak bu hakikatlerin yaşanması için vasıta kılmıştır. Zahirimize yansıyan her davranış, amel ancak batınımıza gelen düşünce-fikir ve hatırlar kanalıyladır. Batınımızda yani nefsimizde gelen düşüncelerimizle verdiğimiz kararları bedenimiz kanalıyla zahire çıkarmaktayız. Bu nedenle kararlarımızın zahire çıkarılmasından mesulüz. Hz. Resul (sav): “İnsanlar hatırlarına gelen düşünceleri yapmadıkça mesul olmazlar” buyurarak bu konuda bize geniş bir ufuk açmaktadır. “Ameller niyetlere göredir” buyurarak ta amellerin batını olan niyetlerimizi en güzel şekilde suretlendirmemizi istemektedir. Bu konuda Allah’ta yardımcıdır. “Nefse ve ona kötülüğü ve iyiliği ilham edene yemin ederim ki” (Şems/8) buyurarak Allah nefsimize içinde bulunduğu mertebe itibari ile Kur’an ve Sünnete göre “kötülükleri (fucur)” ve “iyilikleri (takva)” ilham etmektedir. Bizlere düşen görev “Kur’an” ve “Sünnet” çerçevesini ilim olarak tahsil etmektir. Zira Allah ilhamını bu iki çerçevede değerlendirecek şekilde bizlere yapmaktadır. Eğer nefsimizde bu ilim yok ise, Allah ilhamını değerlendirmek son derece güçtür. Zira hayvani ruhtan gelen dürtüler ile amel-davranış sergilemek, kontrolsüz iradenin eseridir. Bu davranış modelleri sık tekrarlandığındai olumlu veya olumsuz, bizde alışkanlıklara neden olur. Bizim nefsimizin ahlaki vasfı yani “huy-karakter” olmaya başlar.

Nefs bulunduğu mertebede (batın) hangi vasıfları ve ahlakı taşıyorsa, davranış (zahir) olarakta o taşıdığı vasıfları dışarı yansıtır. Nefsinde kibir-gurur bulunduran kişinin amelleri ve davranışları da bu özellikleri yansıtır. Nefsinde tevazu barındıran ise davranışlarını taşıdığı vasıflarıyla açığa çıkaracaktır. Tasavvuf bu hususu Suyun rengi kabının rengidir” cümlesiyle özetler. Nefsimiz taşıdığı ahlaki vasıflar kabın rengidir. Su ise Allah’tan gelen ilhamdır. İlham ne kadar saf ve temiz-duru gelirse gelsin eğer nefs yeterince temiz değilse, o ilhamı kendi rengine boyar. Nefsin taşıdığı ahlaki vasıfları davranış olarak sergiler.

Nefs tezkiye oldukça batından gelen ilhamlar aynı saflıkta batından yansır. Davranış, söz, yazı da bu saflığı ve temizliği yansıtır. Bu nedenle “Nefsini tezkiye eden (temizleyen-arıtan) kurtulmuştur” (Şems/9) buyurulmuştur. Aksini belirten ayette ise “nefsini arıtmayan (karanlıklara gömen) ziyandadır” (Şems/10) buyurulmaktadır. Kişinin hakiki Müslüman olabilmesi için “nefs tezkiyesi” şarttır. Batın (nefsi natıka) temizlendiği oranda bu zahire yansır. Hadis-i Şerifte “Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz. Kalplerinize ve amellerinize bakar” buyurarak bir yönüyle bu açıklanır. Kalp, nefsi natıkanın merkezidir ve bütün vücudda hakim olan odur. Merkezin temiz ve kirli oluşuna göre ameller açığa çıkar.

Hz. Resul “Vücudda bir organ vardır. O iyi olursa bütün vücud iyi olur. O kötü olursa bütün vücud kötü olur. O organ kalptir” buyurarak bu özellikten bahsetmektedir.

Nefsi emmare ve levvame mertebesinde nefsi natıka gönülde hapis karanlığındadır. Onu bu karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan ve nurunu devamlı kılacak olan şeyler ise nefs tezkiyesi yöntemleridir. İlim her şeyin başı olduğu gibi nefs tezkiyesinin de başıdır. ”O her şeyi bilicidir” buyuran Allah, “İlim kadın ve erkek her müslümana farzdır” buyurarak kendi hüviyetiyle ve ahlakıyla vasıflanmamızı emretmektedir. Temel ilimdir, diğer nefs tezkiyesi yöntemleri ilmin şubeleridir. “İlim müminin yitik malıdır, nerde bulsa almalıdır” buyuran Hz. Resul (sav) dür.

Hüviyetimizin, Ben dediğimiz varlığın “evvel” ide ayan-ı sabitelerimizdir. Yani ilmi hakikatlerimizdir. Her insanın Allah’ın Zati İlimdeki sabit hakikatleridir. Zati İlmin ayrıntılanmış suretleridir. “Evvel”imizi ilim iken şehadet aleminde onu yitirmişizdir. Onu tekrar nefsimize alıp, “evvel” halimiz olan “ilmi hakikatimize=ayan-ı sabite” diri olarak dönmemiz istenmektedir. Bunu belirten hadiste “İlim ile diri olan ebeden ölmez” buyurulmuştur. Allah ise ilmini zahir ve batın olarak Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi ile açmıştır. Biz bu iki temelle zahirden batına, evvele ve ahire yol alan yolcularız. “Ahir”imiz ise ölüm sonrası ahiret hayatımızdır. Evveli olan ilmi hakikatine (ayan-ı sabite) batını olan nefsi natıkası ile zahir bedeni ile “sağlam-sağlıklı” yolculuk yapanın ise “ahiri” cennettir. Bu nedenle tasavvufta nefs tezkiyesi yöntemleri “zahir-batın-evvel-ahir” dengeleri üzerine oturtulmalıdır. Bu dört temel yön bizlerin nefs tezkiyesinde her an aklımızda tutacağımız hususlar olmalıdır. İnsanı kamil yapan bu dört temel yüzün dengeli götürülmesidir. Bir yüz bozulursa bunun diğer yüzlere etkisi unutulmamalıdır. Zahir vücudumuzda bir hastalık oluştuğunda batınımızın etkilendiği açıktır. Hem zahirimize iyi bakacak, hem batınımızı güçlendirecek şekilde evvel-ahir dengesini de kurmalıyız. Batınımızda da bir manevi hastalık oluştuğunda onu da tedavi yoluna gitmeliyiz. Zira batıni hastalıkta bir süre sonra zahirimizi etkileyecektir. Maddi ve manevi boyutların dengeli bir birlikteliği ile ilahi hüviyete ulaşılabilir. Kur’an ahlakı ile ahlaklanılabilir.

Zahirimizi oluşturan dünyaya da bu açılardan dengeli olarak bakabiliriz. Bu hususta Hz. Resul (sav) “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurarak bizlere büyük ufuk açmıştır. Zahir dünya nimetleri ne olursa olsun “Kur’an” ve “Sünnet” çerçevesinde batın niyet ile “ahir”etimize yerli yerince ve Hakk’ça kullanıldığında bu dört yön dengeli bir sisteme oturtulmuş olacaktır. Nefsimizde bu şekilde davranarak tezkiye yoluna da sokulmuş olacaktır. Bu dört yön dikkate alınmazsa sıkıntılar olacaktır. Geçmişimizde (evvel) işlenmiş günahlar biriktirilmeyerek, tevbe istiğfar ile bu dört özel yön dengelenmeye çalışılmalıdır. Gerçek evvel halimiz olan ilmi hakikatimize dengeli bir şekilde yolculuk yapabilelim. Zahir-batın, batın-zahir, zahir-evvel, zahir-ahir, batın-ahir, batın-evvel-ahir gibi bu dört yönün ortalama 24 ilişkisi olduğu düşünülürse bu dört özel yönün hayatımız için ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır.

99 esma ile özetlenen her ilahi isminde bu özel yönleri olduğu bilindiğinde, bu dört özel yön (zahir-batın-evvel-ahir) dengelendiğinde diğer ilahi isimlerin gerçek hüviyet ve yüzleri ile açığa çıkması kolaylaşacaktır. Bu dört yön bizim diğer ilahi isimleri de “denetim” altında açığa çıkaracağından, kamil insan olmamıza da yardımcı olacaktır. Şeytanın temsili olan Mudill isminin açığa çıkşıda zorlaşacaktır. Bu dört yön ile nefs tezkiyesi, terbiyesi ve mücahedesi yolu ile insandan istenen “halife” ve “kul” olması kolaylaşacaktır. Halife ve kul olma düzeyi ve mertebemizi belirleyen genellikle şu dört unsurdur: iman, amel, niyet, ihlas.

İmanımız batındandır. Nefste ki nurdur. İlim arttıkça bu nur artar ve kendi asli üzere Allah’ın nuruna ulaşır. Kur’anın sırrını da taşıdığından bu nur “Kur’an” ve “Sünnet” ilmi kadar artar. Amellerimiz ise nefsteki vasıfların açığa çıkışıdır. Yani batının zahire yansımasıdır. Nefsteki vasıfların görünmesidir. Amellerin evveli ise niyetlerimiz ve ihlasımızdır. Bu nedenle “Ameller niyetlere göredir” buyurulmuştur. Niyet “Kur’an” ve “Sünnet” çerçevesinde olduğunda akibette (ahir) hayır olacaktır. Ameller bu nefsteki iman, ilim, niyet ve ihlasa göre suret bulacak ve ahirette karşımıza gelecektir. Bir davranışımız işte bu dört yönü birden içererek “ahir-batın-evvel-ahir” bütünlüğü içinde bulundurmaktadır. Nefs tezkiyesi ve nefs muhasebesi davranışlarımızın en mükemmel şekilde açığa çıkması için her an gereklidir. Zira Allah’ın ilminin ve kemalin üst hududu yoktur. En kemalli nefsi natıka Hz. Muhammed (sav) olduğundan O’na uymak ve varislerini takip etmek Hakk’a ulaşmada en etkin yöntemdir. Zira onlar bu dört yön üzere talipleri irşad ederler ve rehberlikte bulunurlar.

Bugün için maddenin (eşyanın) de zahiri ve batını olduğu açıktır. Örneğin insan vücudu bir bütündür. İçyapısında (batın) karaciğer, böbrek, kalp vs organ vardır. İçyapının da batınında gözle görülmeyen hücreler vardır. Batının batınıdır. Bununla da kalmaz. Her hücrenin batınında yapılar vardır. Bu batın yapılar atom ve atom altı tanecik ve enerjiye ve sonunda “NUR” a ulaşır. Bugün için eşya bu kadar batına sahipken, batınımız olan manevi vücudumuzun da alt kademeleri olacağı açıktır. İşte tüm bu hakikatleri izah için Hz. Resul (sav): “Allah’ım Bana eşyanın hakikatini göster” buyurarak bize büyük bir ufuk açmıştır. O gün için batın olan hakikatler, bugün teleskop, mikroskop vb. alet ile zahir olmuştur. Batın adeta zahir olmuştur. Manevi vücudumuz da (batın) tıpkı evvelimiz olan ayan-ı sabitemiz gibi ilahi isimlerin düzenlemesinden oluşmaktadır. Ben sana bakarken ilahi isimlerin suretlerini, sen bana veya eşyaya bakarken ilahi isimlerin suretlerini görüyoruz. Değişen bizde ve eşyada tecelli eden ilahi isimlerdir. Farklı ilahi isimler, farklı olarak zuhura çıkmaktadır. Batınımız ilahi isimler olup, zahire çıkan ise ilahi isimlerin suret görüntüleridir. İlahi isim ve sıfatların arkasında ise “Allah” vardır. Bu bilinse de yaşanıp idrak edilmesi ve kişiye hal olması zaman alır. Nefs mertebeleri ve tevhid eğitimi sayesinde bu gerçekleşir. Nefs tezkiyesi ile amaçlananda aslında bu eğitim surecidir. Eşyanın, dolayısıyla kendi hakikatini idraktir. Bu ise “Nefsine arif olan Rabbına arif olur” (Nefsini bilen Rabbını bilir) hadisinde açıklanmıştır. Zira nefsini idrak eden kişi, alemlerdeki her nefste tecelli edeni ve o nefsi bilir, idrak eder. Seyrettiği ise “Allah” ismi altında O’nun uluhiyetidir (ilahlığıdır). Bu idrak ise “eşyanın hakikatini idrak” ile mümkündür. Bunun yegane yolu ise nefsi bilmek ve tevhide ulaşmaktır. Zira Allah, ilahi hüviyetiyle hem alemlerde hem de bizde tecellidedir.

Zahir, batın, evvel, ahir yönleriyle her şeyi bilici olarak insanda en kemalli tecellisini yapmaktadır. Üstelik isim tecellileri değişse de O her an tecelli içindedir. Yüzler değişse de Zatı hayy ve kayyum özelliği ile her an bizimledir.

“Nerede olursanız o (ilahi hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4).

İşte ilahi hüviyetiyle bizimle olan “Allah ile” bizde birlikte olmalıyız. Bize şöyle bir soru sorulursa cevabımız ne olur? “Ben sizinleydim, ya siz kiminle idiniz?” İşte nefs tezkiyesi ile bu soruya “Allah ile” cevabını sağlıklı bir şekilde verebiliriz. Nefs tezkiyesinin bir amacıda bize “şah damarımızdan yakın” olan Allah ile iletişim içinde olmayı becerebilmektir. Bana görede tasavvuf “Billahi sırrıyla Allah ile yaşama sanatıdır”. Bunu belirten hadiste “İman nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmendir” buyurulmuştur.

Üstelik bu “hüviyet beraberliği” zahirde, batında, evvelde, ahirde devamlı olan bir birlikteliktir. Allah’ı ulaşılmaz kılan bizdeki yanlış zanlardır, vehimlerdir. Allah zaten bizimledir, biz bu zanları ve vehimleri ilim ile ortadan kaldırabilirsek, “Allah ile” olan birlikteliğimizi her an, her durumda yaşayan oluruz. “O her şeyi bilicidir” (Hadid/3). Bizde “Allah ile” olursak, O’da bize kendini ilham ile bildirecek birlikteliği güzel kılacaktır. İşte nefs tezkiyesi bu birlikteliği sağlayan en etkin yöntemdir. Hedefte bu birlikteliğin “Kur’an” ve “Sünnet” üzere “halife” ve “kul” olarak yaşanmasıdır.

Kur’an ve Sünnetinde zahir ve batın anlamları vardır. İşte insan hem zahiri hem batını birleştirecek en kemalli noktaya ulaşabilecek hüviyette halk edilmiştir. İnsan ölüm gelmeden önce bu kemale ulaşarak kendi hakikati olan Allah’ın nuruna ve Kur’anın sırrına (evveline) ulaşmaktır. Bunu belirten hadiste Hz. Resul, “Ölmeden önce ölünüz” buyurmuştur. Ölmeden önce ölmek, ancak eşyanın hakikatine ilim ile ulaşmakla mümkündür. “İlim ile diri olan ebeden ölmez” buyuran Resul bunun yolunu da bize işaret etmiştir.

Hastalıklarımızın testinde alınan idrar, kan vb., örnekler batınımızdaki hakikatleri ilim olarak sunmakta, doktorlarda bu ilmi hakikate göre zahirimize yansıyan hastalıkları tedavi etmektedir.

Manevi vücudumuzda olan değişiklikler, gördüğümüz rüyalar vb. bizim batınımızdan zahirimize yansıyan manevi verilerdir. Arif bir mürşidi kamil manevi bir doktor ve rehber öğretmendir. Manevi yönümüzü “Kur’an” ve “Sünnet” çerçevesinde “zahir-ahir-batın-evvel” bütünlüğünü koruyarak tedavi ederek nefsimizi tezkiye yoluna çıkaranlar arifibillahlardır. Allah yolunun vesileleri ve “Reşid” ve “Hadi” isimlerinin yansımalarıdır. Zahirde onlarda bu isimler açığa çıkarken batında bunu yöneten Hakk’tır. Allah insanla zuhura çıktığından onlarında batınında Hakk vardır. “Beni gören Hakk’ı görür” hadisinin varislere yansımasıdır.




önceki sayfa               sonraki sayfa
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi25
Bugün Toplam383
Toplam Ziyaret888175
Hava Durumu
Saat
Takvim