26. İSRA ve MİRAÇ ve NEFSİ NATIKA
Cenab-ı Hak “Miraç” hadisesinin birinci kısmını “İsra” suresinde şöyle belirtmektedir: “Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haramdan kendisine ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O işitir ve görür” “(İsra/1)
Miracı anlatan ise Necm suresi 1-18. Ayetler arasıdır. İsra Zatından nefsi natıkayı alıp, şehadet alemine nefsin nüzulunü, miraç nefsin şehadet aleminden Zat alemine tekrar urucunu anlatır. Bu nedenle tasavvufta birinci sefer ve ikinci seferi anlatır. Miraç sonrası dönülen seferi ise diğer üçüncü seferi oluşturmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav) Miraç hakkında şöyle buyurmuştur: (Malik b. Sasaa ra’ dan)
Ben kabe-i Muazzama da iki kişi arasında uyku ile uyanıklık arasında yatmakta iken, içi iman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirdiler. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp, iman ve hikmetle doldurdular ve katırdan küçük, merkepten büyük Burak denilen beyaz bir hayvan getirdiler. Cibril ile birlikte gittik.
Birinci semaya gelince: “Kim O?” denildi. Cebrail: “Cebrail” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. Cebrail: “Muhammed” dedi. “Ona buraya gelme daveti gönderildi mi?” denildi. Cebrail “Evet” dedi. “Hoş geldi, o ne güzel bir misafirdir” denildi. Bunu müteakip Adem (as) a geldim, selam verdim. “Hoş geldin evlad ve peygamber” dedi.
Sonra ikinci semaya geldik: “Kim O?” denildi. Cebrail: “Ben Cebrail” dedi. “Yanındaki kim?” denildi. Cebrail: “Muhammed” dedi. “ona buraya gelme daveti gönderildi mi?” denildi. Cebrail “Evet” dedi. “Hoş geldin, ne güzel misafir geldi” denildi. Bunu müteakip İsa ile Yahya (as)lara rastladım. Her ikisi de “Hoş geldin kardeş hoş geldin peygamber” dediler.
Sonra üçüncü semaya geldik. “Kim O” denildi. “Cebrail” diye cevap verildi. “Yanındaki kim?” denildi. “Muhammed” diye cevap verildi. “Ona buraya gelme daveti gönderildi mi?” diye soruldu. Cebrail “Evet” dedi. “Hoş geldin ne güzel misafir geldi” denildi. Bunu müteakip Yusuf (as) rastladım. Selam verdim. “Hoş geldin kardeş ve peygamber” dedi.
Sonra dördüncü semaya geldik. “Kim O” denildi. “Cebrail” diye cevap verildi. “Yanındaki kim?” diye soruldu. “Muhammed” diye cevap verildi. “Ona buraya gelme daveti gönderildi mi?” denildi. “Evet” diye cevap verildi. “Hoş geldin ne iyi misafir geldi” denildi. Bunu müteakip İdrsi (as)a rastladım. Selam verdim. “Hoş geldin kardeş ve peygamber” dedi.
Sonra beşinci semaya geldik. “Kim O?” denildi. “Cebrail” diye cevap verildi. “Yanındaki kim?” diye soruldu. “Muhammed” diye cevap verildi. “Hoş geldin ne iyi misafir geldi” denildi. Bunu müteakip Harun (as)a rastladık. Kendisine selam verdim. “Hoş geldin kardeş ve peygamber” dedi.
Sonra altıncı semaya geldik. “Kim O?” denildi. “Cibril” diye cevap verildi. “Yanındaki kim” diye soruldu. “Muhammed” denildi. “Ona buraya gelme daveti gönderildi mi?” diye soruldu. Cibril “Evet” dedi. “Hoş geldin ne iyi misafir geldi” denildi. Bunu müteakip Musa (as)a rastladım. Selam verdim. “Hoş geldin kardeş ve peygamber” dedi. Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı. Cenab-ı Hak kendine “ne diye ağlıyorsun?” diye sordu. Musa (as) “Ya Rabbi benden sonra peygamber olan bu delikanlının ümmetinden cennete benimkinden daha fazla insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum” dedi.
Sonra yedinci semaya geldik. “Kim O?” denildi. “Cibril” diye cevap verildi. “Yanındaki kim?” diye soruldu. “Muhammed” diye cevap verildi. “Ona buraya gelme daveti gönderildi mi ki?”. Cibril “Evet” dedi. “Hoş geldin, ne iyi misafir geldi” denildi. Bunu müteakip İbrahim (as)a rastladım. Selam verdim. “Hoş geldin evlad ve peygamber” dedi. Derhal bana Beytül Mamur gösterildi. Cibrile sordum. Cebrail “Bu Beytül Mamur’dur Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve çıkarlar, çıkarlar da bir daha artık oraya dönmezler” dedi.
Bana Sidretül Münteha’da gösterildi. Bir de ne göreyim; bu ağacın meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yapraklarıda büyüklükte fillerin kulakları gibi idi. Altından dört nehir kaynıyordu, ikisi batın, ikisi zahir. Cibrile bu nehirler hakkında sordum. Cibril (as) “Batın, yani görünmeyen iki nehir cennette, zahir, yani görünenler de Nil ve Fırat’tır” dedi. Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki arada mukadderatı yazan kalemlerin sesini işitir oldum.
Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm Musa (as) gelince bana “Ne oldu?” diye sordu. “Üzerime elle vakit namaz farz kılındı” dedim. Musa (as) “Ben insanları senden daha iyi tanırım. Beni İsrail ile çok uğraştım. Senin ümmetinin buna gücü yetmez. Rabbına dön bu namazları azaltmasını niyaz et” dedi. Döndüm niyaz ettim. Allah bunları kırka indirdi. Sonra yine Musa (as) geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm. Allah namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allah namazları yirmiye indirdi. Yine Musa (as)’a geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm Allah’a niyaz ettim. Allah namazları beş vakte indirdi. Yine Musa (as) geldim. “Ne yaptın?” dedi. “Allah namazları beşe indirdi” dedim. Musa (as) yine gidip daha da indirmesi için Allah’a yalvarmamı söyledi ise de ben “Hayır razı oldum” dedim. Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi: “Farzım kesinleşmiştir. Kullarıma gerekli kolaylığı yaptım. Her iyi iş mukabilinde de on sevap vereceğim”.
İsra “İsr” kökünden gelen kelime olarak “gece yürüyüşü” demektir. Kur’anın birçok yerinde “Ya beni İsrail” denildiğinde bu hitap bize Yakup (as) oğullarını ve soyunu hatırlatmaktadır. Kardeşi ile aralarında meydana gelmiş bir anlaşmazlık yüzünden bulunduğu yeri terk ederken geceleri yürüyerek yol aldığından kendisine bu lakab verilmiştir.
Bugün için ise “İSR” kelimesinin ifadesi “ey gece yürüyen” yani seyri suluk ile şehadet aleminde namaz, dua, zikir ve tefekkürle irfan yolunda yol alan Allah dostlarının kastedildiği açıktır.
İsr; Uluhiyet Rububiyet hakikatlerini irfan yolu ile öğrenen insanı anlatmaktadır. İnsanın kendi nefsinin hakikatinin Allah’ın nuru olup ismi ve sıfatlarına olan yolculuğudur. Hakkı fiil, isim, sıfat ve Zat mertebelerinde tevhid etme yolculuğudur. Gece yolculuğu denmesi ise kişinin kendi hakikatinin gece gibi örtülü ve gizli oluşunu temsil eder. Allah’ın Nuru ile Zatına yolculuktur.
Miraç Zatına yolculuğun mertebelerini anlatmaktadır. Bu ise Hakikati Muhammedi ve Hakikati İlahiyeye ulaşarak uluhiyet ve rububiyeti Cemal ve Celal tecellileri ile mertebeleri ile seyretmektir. Sonu Hakk’a vuslattır. Miraçta Efendimizin peygamberler ile görüşmeleri bizlerin nefislerinin her mertebede ilgili peygamberlerin ilim, ahlak ve nuru ile şereflenmemiz gerekliliğini anlatmak içindir. Zira her peygamber nurunu Nuru Muhammedi’den almıştır. Her peygamber irfan yolunda bir mertebeyi temsil ettiğinden irfan yolu tarikat-ı Muhammedi’nin mertebelerini katederek Hakk’la Hakk olma yolculuğudur. Miracın zirvesi budur. İsra ve miraç kişinin kendi hakikatine ve alemlerin hakikatine ulaşmaktır. Bunun yolu ise “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisi ile her insana açık tutulmuş ve Hz. Resul’ün miracı bizlere yol göstermiştir.
Adem (as) “Ben ona ruhumdan nefh ettim” (Hicr/29) hakikati ile nefsin hakikatini bilerek, hakikatin asli üzere döndürülmesi Allah’ın Nuruna ve Zatına vuslattır miraç. Bu nedenle Efendimiz miracın dönüşünde “Beni gören Hakk’ı görür” buyurmuştur. Miraç irfan yolu ile nefsini bilip kendi hakikatinin “Hakk zuhuru” olduğunu idrak edip yukarıdaki hadisten hisse alıp, nefsimizdeki Rabb tecellilerinin bilincinde olmaktır. Özetle “billahi” sırrıyla “Allah ile” yaşama sanatının öğrenilmesidir. Bize göre “tasavvuf Allah ile Hakk’ça yaşama sanatıdır”. Bu yüzden miraç bizler için çok önemli bir oluşum ve bilgi kaynağı olmalıdır. Eğer miraç yapılmamış olsaydı, insanlık asla ebedi varlığa ulaşamaz; aslına ulaşamaz ve hasret ve gurbette kalırdı. İnsanlığın kemali İslam, İslamın kemali ise miraçtır. Hz. Resul’ün tüm yaşantısı Kur’an olduğundan, Sünnet-i Muhammedi ve Kur’an miraç yolcuğunun tüm ilmini bizlere açmıştır. Zirveye ulaşmanın yolu konulan bu kurallara riayet etmekle mümkündür. Yani nefsi hakikatine ulaşma ve nefsi emanetini Allah teslim edip tecelliye riayet miracın hedefi ve yaşama alınmasıdır. Efendimiz her peygamberin özelliklerini taşıdığından O’na uymak tüm peygamber mertebelerinde de seyretmek demektir.
İsra “Burak” ile yapılmıştır. Burak “Berk” ten gelmektedir. Yani yıldırım, ışık hızı ile ilişkilidir. Tasavvufta “berki tecelli” Zati tecelli demektir. Yani Zat ile Allah ile olmaktır. Kişinin “Allah ile” birliktelik bilincinde olmasıdır. Bu bilinç olmaz ise İsra ve Miraç yolculuğu tam manasıyla gerçekleşmez. “Allah ile birliktelik bilinci” kişinin İsra ve Miracını kolaylaştırır. Bu kişinin zamanını her halde Hakk ile geçirdiğinden kişiyi Allah’ı ve nefsini bilmede son derece hızlandırır, berk (şimşek) gibi nefsini nurlandırır.
Bu nedenle İsra kendi hakikatine yolculuğun başlangıcıdır. İlmi hakikat (ayan-ı sabite) halinde iken kendine nefsi natıkasının verilmesiyle hakikatine yaptığı yolculuktur. Uluhiyet (ilahlık) ve abdiyet (kulluk) mertebelerinin idrakidir. Tevhid hakikatine nefsi hakikati yoluyla ulaşıp, idrakle kelime-i tevhid ve şehadeti söyleyebilmektir. “Kendinden Kendine” olan bir yolculuktur. Nefsinde dürülü olan Allah’ın Zat, sıfat ve isimlerin hakikatine kısaca Kur’anın sırrına ulaşmaktır. Kişi kendi nefsine üflenen (nefh edilen) ruh ile “Ademi kendi suretimde yarattım” hakikatine ulaşarak “halife” ve “vekil” olma yolculuğudur. Yaradılış gayesine yolculuktur. Ben neyim?, nereden geldim? Ve nereye gidiyorum? Sorularına cevaptır bu yolculuk.
Kişinin kendi hakikatinin “ilmi hakikat” (ayan-ı sabite) olduğunun bilincine vararak, Allah’ın ilmiyle (Kur’an) ve kelamıyla, irfan yolu ile yeniden kendi hakikatine yolculuğu ve kendi hakikatini keşfidir isra ve miraç. Bu nedenle çok çok önemlidir. “Nefsini ve Rabbını” bilerek tevhid hakikati ile yaşamasıdır. Hakk’ı kendi varlığında bularak Hakk ile Hakk olma sanatıdır. Uluhiyet, Rububiyet, abduhu, resuluhu sırlarına ulaşmak ve ilahi hüviyetiyle O’nu tafsil ve temsil ederek Kur’an-ı Natık olarak yaşamanın gerçekleştirilmesinin yoludur. “Kamil halife” ve “kamil insan” olma yolunun isra ve miraç ile sunulmasıdır. Kendinin (nefsinin) ve alemlerin (nefsi kül) hakikatini Zati nefisde mertebeleri ile keşfetme sanatıdır. Sonuçta ehlullah (Allah ehli) olma sanatıdır. Gönlünü kabe kılmaktır. Besmelenin noktası olup fiili Kur’an olarak yaşamanın yolunu açan isra ve miraçtır. Zati ilahinin zuhur mahalli olduğunu bilerek hem haşyet hem heybet haline bürünmektir. Allah ile hüviyet beraberliği içinde uluhiyet tevhidiyle O’nunla yaşamaktır. Bu nedenle hadiste “İman nerede olursan ol Allah’ın seninle olduğunu bilmendir” buyurulmuştur.
İnsan nefsinde Allah’ın Zati, sıfati, esmai ve fiili tecellilerini isra ve miraç ile farkında olması ile bu hadisi ve uluhiyeti daha büyük bir bilinç ile nefsinde yaşayacaktır. Her nefsinde kendi mertebesinde bu tecelliler içinde yüzdüğünün şuuruyla Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi ile yaşamasının ne denli gerekli olduğunu idrak edecektir. Böyle bir bilinç Allah’ın hüviyetiyle işitici, görücü ve bilici olduğunu bilerek, hayatını bu hadis ve idrakle sürdürmesi her iki cihan saadetinin anahtarı olacaktır. Her insana nefsi natıkası armağan edilerek miraç yolu açık tutulmuş ve hiç kimseye zulm edilmemiştir. Her konuda olduğu gibi miraçta da irfan yolunda da Efendimiz (sav) bizlerin rehberidir. O’nun varisleri de bu yolu gösteren varis rehberidir. O’nun varisleri de bu yolu gösteren varis rehberidir. O asil, diğerleri vekildir. Refref Zati İlahi Muhabbettir ve Aşktır. Hakk’ın Zatının insana muhabbeti ve rağbetidir. Bu nedenle ancak Refref ile miraç tamamlanmış ve Cebrail dahi o sınırlara girememiştir. İnsanın refrefi; fakrını aczini ve muhtaç olduğunu ve varlığının her zerresinin Hakk’a ait olduğunu itiraf etmesidir. Efendimiz (sav) bu hakikati “el fakrı fahri – Fakr iftiharımdır” buyurarak bizlere bildirilmiştir. Zira Hakk’ın huzuruna varlıkla girilmez. Hakkın yanında ikinci varlık olduğu iddiasıdır ki, bu iddia şirktir. Şirk en büyük zulümdür. Özetle Miraç tevhid yolculuğudur. Mutlak tevhid yolu ile Allah’a kavuşma ve Allah’ı bilme mümkündür. Miraç “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinin pratik olarak yaşama alınmasıdır. Bu nedenle miraç “tevhid ve nefsi irfan yolu” olarak tanımlanabilir. Bu konuda irfana sahip olabilmemiz için simge, sembol ve mecazi ifadelerle bize miraç ifade edilmiştir. “bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz” (Haşr/21) ayeti bu hakikati anlatır. Hz. Mevlana’da “Mecaz hakikatin köprüsüdür” buyurarak bu gerçeği bildirmiştir. Bu nedenle miraç yolu aynı zamanda “eşyanın hakikati” nin idrak edildiği yoldur. Kişi eşyanın ve kendinin hakikatine ancak bu yolla ulaşır. Bu nedenle bu yoldaki her kişi Efendimiz (sav) şu duasını adet edinmeli ve gerekli gayreti göstermelidir. “Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster”. Ancak bu yolda kişi kendi hakikatine ve alemlerin hakikatine yol bulabilir. “Allah yerlerin ve göklerin nurudur” (Nur/35) ayetinin sırrına ancak bu yolla ulaşılabilir. Nefsi natıkasının Allah’ın Nuru ve Kur’anın sırrı olduğu hakikatini yakinen müşahe edebilir. Kısaca miraç Allah’ı bilip, bulma, uyma ve O’nunla yaşama sanatını öğreten irfan yoludur.
İrfan yolu her kişinin miraç yoludur. Bu nedenle Hz. Resul (sav) zahir ve batın ilmini birleştirerek “İlim öğrenmek kadın ve erkek her müslümana farzdır” buyurmuşlar ve “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” buyurarak bu yolun son nefese kadar devam ettiğini vurgulamışlardır. Necm suresi 1-18 ayetleri miraç hakikatlerini anlatmaktadır. Biz bazı noktalara değinerek açıklamaya çalışacağız amacımız tefsir yazmak değildir. Sadece bize lazım olan bazı noktalara değinmektir. “Kaab-ı Kavseyni ev edna” (Necm/9) “Onunla arasındaki mesafe iki yay kadar yahud daha az kaldı”. İnsandaki kaab-ı kavseyn (iki yay) yüzündeki iki kaştır. Ev edna ise iki kaş arası bölgedir. Nefsi natıkanın zuhur mahallidir. Gönüldeki nefsi natıka nur olduğunda alından “alın nuru” olarak bu noktadan açığa çıkar. Daha da yakın ifadesi ile Hz. Resul (sav) nefsi natıkasını Zatı Nefsin aynası ve tecelli ile aynısı gördüğü yakınlıktır. Bu öyle bir yakınlıktır ki ikisi arasındaki fark sadece isim farkından ibaretti. Biri Hak diğeri hakkın “abduhu” zuhuru. Abd zuhuru ise Kendinden, Hakk’tan ibaretti. İşte bu noktada Efendimize kendi anlatımıyla şöyle hitap edildi: “Dur! Rabbın namaz kılıyor”. Bu hitap ile Allah’ın salatının (namazının) Allah’ın hükümdarlığını ve kendinde ve kendinde dürülü alemlerdeki tasarrufunu yine Allah’ın kendisine ait olduğu idrakine ulaştı Hz. Resul (sav) Kendi nefsi hakikatinde ve alemlerdeki her birimsel nefiste uluhiyeti ve Rububiyeti ile tasarrufta ve tecellide olduğu idrakine ulaştı. Kendi nefsinin ve alemlerdekiler nefsin açığa çıkışı ve var oluşu bu tecelliler ile mümkün olduğunu gördü. Hakk, her nefsi Zati Nefsinde halk ettiği gibi, her nefside uluhiyet ve Rububiyeti ile tasarrufu altında bulunduruyordu. Kendi hakikatini Hakk olarak müşahe ederek ayetlerin en büyüğünü gördü. Bu ayette “Rabbinin en büyük ayetini gördü” (Necm/18) belirtilmiştir. Bu müşahede ile miraç dönüşü “Beni gören Hakkı görmüştür” buyurmuşlardır. Bu görüş alemlerde kendi de dahil her şeyi kendi mertebesinde “Hakk” görme şuhudu ve idrakidir. Vahdeti Vücud Şuhududur. “Ne var alemde o var Ademde” hakikatini kendi nefsinde idrak ve müşahedesi ile Hakk ile Hakk olarak tecelligah olmaktır. İnsan-ı kamil olarak Zatıyla “Allah” isminin vücudu ile “Rahman” ismine tecelli mahalli olmasıdır. Kendisini besmele olarak Kur’an olarak müşahe etmesidir. Bu nedenle “Benim mucizem Kur’andır” buyurmuşlardır. Kur’an kaynak olduğundan “ümmi” (ana kaynak) oluşu da bu kaynak oluşu sırrındandır.
Büyük ayet, Kendi varlığının ve alemin varlığının mertebeleri üzere Hakk’ın varlığı (vücudu) olarak en geniş manada müşahede ve idrak etmesidir. Bu nedenle ayette “Peygamberin gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı” (Necm/17) buyurularak ilahi sistemi en üst mertebeden şuhud ettiği açıklandı. “O hevadan arzularına göre konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir” (Necm/3-4) ayetleriyle her ifadesinin de Hakk olduğu mühürlenmiş oldu.
Miraç gecesinin en mühim oluşumu Cenab-ı Hakk’ı görüş ve müşahedesidir. Bu hakikate binaen İslamın temel düsturu “kelime-i şehadet” olmuştur. Resulullah’ın hakikati tüm alemin çekirdeği hükmündedir. Çekirdek miraçta ağaç olmuş (alemler) ve meyve vermiş. Resulullah bu meyveyi tadarak asli halini (kendi nefsi hakikatini) müşahede etmiştir. İçinde ve zuhura çıkan alemlerle birlikte. İşte bu Hz. Resul (sav) batını olan Hakikat-i Muhammedi şuhududur. Hz. Resul (sav) ü sadece zahiri ile bilmek, Hakikati Muhammedi olarak bilmemek eksik bir biliştir. O’nu hem insan hem alemlerin hakikati olarak görmek ve bilmek, O’nu gerçekten her yönü ile (zahir-batın-evvel-ahir) görmektir. Ancak bu şekilde O’nu idrak ve müşahede edersek “Beni gören Hakkı görür” hadisinin sırrını yaşar ve bu müjdeden hissemizi alırız. Bunun yoluda “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinin bizzat yaşayarak bu müşahedeye ulaşmaktır. Bunun yolu “irfan yolu” zirvesi ise “Peygamberi ve Hakkı” müşahededir. Hepsini tevhid ederek “Vahdeti Vücud Şuhudu” na ulaşmaktır. Allah kudsi hadisinde bu hakikati şöyle açıklar: “Ben yerlere göklere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım”. İşte gönüldeki nefsi natıka bu hakikatleri kendi bünyemizde yaşamamız için bizlere verilen ilahi armağandır. Miraç tıpkı gonca bir gülün çok kısa süre içerisinde (nokta-i süveydada ki nefsi natıka) açılıp koku vermesi ve her haliyle müşahedesidir. Her mertebesi ile Hakk’ın bilinip idrak edilmesidir. İşte Hakkı kendi nefsinde ve alemlerin her nefsinde görmek ve bilmektir. Bu neden “İmanın başlıca şartı; her nerede olursan ol Hakk’ın seninle olduğunu bilmendir” hadisi bu gerçeği anlatır. Ayrıca “Nerede olursanız O (ilahi hüviyetiyle) sizinle beraberdir” (Hadid/4) ayeti bu hakikati açıklar. İnsan bu hakikati tefekkür ederse çok önemli sonuçlara ulaşır. Bu nedenle hadiste “Tefekkür gibi ibadet yoktur” buyurulmuştur. Tefekkür, zikir ve sohbet kişileri menzile daha çabuk ulaştırır. Bu nedenle Hz Mevlana “Arif bir kişi ile bir saat sohbet, yüz senelik nafile ibadetten hayırlıdır” buyurmuşlardır. Tefekkür yolunu açan sohbetler olduğundan ve sohbet ilmin yayılması olduğundan ve ilim ile ibadet gaflet ile yapılan ibadetten daha değerli olduğundan bu hakikatler belirtilmiştir. Zira miraç irfan yoludur. Ancak ilim ve irfan kişiyi zirveye taşır. Kelime-i şehadeti en idrakli şekilde söylemeye vesile olur. Efendimiz ve ayetlerden bir kısmını vererek bu müşahedenin nasıl ifade edildiğini açıklayalım:
“Allah nezdinde en mutlunuz onlardaki sabah ve akşam Allah cemalini görürler; bu öyle bir zevktir ki bütün bedeni zevklere bahri muhitin (büyük dış deniz) bir damlaya nispeti gibidir” (Hadis)
“Rabbınızı gördüğünüz zaman onu “ay”ı gördüğünüz gibi (aşikar tecelli ettiğini) görürsünüz” (Hadis)
“Günahkar olduğun halde Allah’ın cemal tecellisini göremezsin” (Hadis)
“Rabbimi en güzel surette gördüm” (Hadis)
“Bir nur gördüm” (Hadis)
“Görmediğim Allah’a ibadet etmem” Hz. Ali (kv)
“Allah’a mülaki olmayı (müşahede) yalanlayanlar mutlak hüsrandadır” (Enam/52)
“Sabah ve akşam Rablarının vechini (zatını) (yüzünü) görmek için dua edenleri huzurundan kovma” (Enam/52)
“Doğu ve batı Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (zatı) (yüzü) oradadır” (Bakara/115)
“Allah ayetlerini açıklar, umulurki siz Rabbinize yakın olarak mülaki olacağınızı bilesiniz” (Rad/2)
“Evvel, ahir, zahir, batın O’dur (hüve)” (Hadid/3)
“La mevcude illa hu” “(mevcud ancak O (hüve) dir.
“La vücude illa hu” (Vücud ancak O’dur (hüve)).
“Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (Enfal/17)
“Biz ona şah damarından yakınız” (Kaf/16)
“Sen olmasaydın alemleri halketmezdim” Kudsi hadis
“De ki: görenle görmeyen bir olur mu?” (Enam/50)
İşte miraçtaki müşahede (vahdeti Vücud Şuhudu) ile efendimiz Allah’ın Rahmet tecellisinin mazharı olmuş ve kendisine “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/107) buyurulmuştur. Ve Hz. Resul (sav) her şeyi kendi hakikatinde görerek her şeye rahmetle muamele etmiştir. Bu nedenle O’nun ahlakı Kur’an idi ve “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmuştur.
“Kim burada âma olup Rabbını göremezse ahirette de âmadır” (İsra/72) ayetiyle her insan bugünden uyarılmakta bu müşahedenin yoluna miraca çıkmamız adeta teşvik edilmektedir. Böyle bir müşahede ve idrak ile ancak kelime-i şehadet hakiki manada söylenebilir. Şuhudun tevhid ile ilişkisini kurabilmek içinde tevhid eğitiminin gerekliliği de açıktır. Hiç kimse bilgisi ve irfanı olmadığı bir şeyi müşahede edemez, etse bile bilemez.
İşte “Onlar kendi nefisleri üzerine şahid oldular” (Araf/172) ayeti böyle bir müşahedenin yolununda kişinin nefsinde oluştuğunu açık ifadesidir. Kendindeki hakikati müşahede yolunun her insana açık olduğunun net bir ifadesidir. Bu nedenle “Nefsine arif olan Rabbına arif olur” buyurulmuştur. Arif ise müşahede edendir. Arifler müşahedeyi (ruyet) beş şekilde ifade etmiştir.
Bu müşahedelere ulaşmanın yolu miraç, miracın yoluda “tevhid ve nefsi irfan yolu” na girmektir.
Allah, Ahadiyeti Zatında gizli hazine olarak iken bilinemez. Hazinesini Zatıyla, sıfatları ve isimleri ile alemleri ile açtığında O’na irfan sahibi olmak mümkündür. Alemleri de Sende dürdüğüne göre, alemler sende olduğuna göre Allah’ı irfan yolu kendi nefsinden geçmektedir. “Nefsini bilen Rabbını bilir” hadisinin verdiği bir mesajda budur. Miraç kandili her geldiğinde bu yolu kişiye hatırlatır. Allah kendinin bilinmesi için böyle gecelerde insana tecelli ve tenezzülde bulunur. İnsan bu hakikati bildiğinde kendi hakikatine doğru yol alır ve diğer zamanlarını da bu yolda değerlendirir. Ancak bu hakikatler bilinmezse tüm bu hakikatler o kişide örtülü kalır. Kişinin bundan kurtuluşu marifet mertebesinde bir arifi talep edip bulması ve hakiki müşahedeye geçmekle mümkün olur. Sonucu ise idrak ve müşahede ile “kelime-i şehadeti” hazinesine katmak ve “kamil halife” ve “kamil insan” olmaktır. “Beni gören Hakkı görür” sırrından hissesini almaktır. “Ben insanın sırrıyım. İnsan benim sırrımdır” hakikatinden kendi hissesini farkedip yaşamını “abduhu” olarak sürdürmektir.